25 Aralık 2011 Pazar

Bu gün bela okumayalım, BALA okuyalım:))


Bu gün bela okumayalım, BALA okuyalım.
Baktın Gülhan’ın Galaksisi’nde Mavdivlerde.
Ballandıra ballandıra, ballı gezisini anlatıyor.
Maldivler şöyle, Maldivler böyle.
Hanıma dedim ki
Kak hanım biz de Bala’ya gidelim.
Ve çıktık, açık alınla, Bala’ya.
Bu arada, Ata’mız Bala Milletvekilidir.
Aslında Bala’lıların en çok övüneceği konuların başında gelir ama
Beynam’daki bir Atatürk Evi gibi yerleri yok.
Bunu vurgulayan hiçbir yazı da görmedim, şehre girişte.
Ben olsam, yazarım.
Atatürk bizim vekilimizdir.
Alçı fabrikasının içinde çakma bir kale, tepesinde bayrağımız.
Zaten yabancı birisi bu kadar ardı sıra bayrağı göndere çekilmiş görünce;
Ulan der içinden, bu Türklerdeki bayrak sevgini hiçbir yerde görmedim.
İlk dikkatimi çeken;
Acıdevren deresi.
Bana acı veren devrelerim geliyor, aklıma.
Her şeyi anlıyorum da
Sezar şanslı imiş.
Hiç değilse son anda Brütüs’ü görmüş.
Şimdi desen ki
Sen de mi devre?
Diyeceği;
Kısadevre.
Ne diyelim?
Hayırlara Vesile Olsun.
İkinci dere;
Tahtalı.
Ulan dedim, yoksa Bala diye Tahtalı Köye mi gidiyoruz?
Aklıma HES’ler geliyor.
Sanki içimde bir ses;
Ha-ittir diyor.
Sana mı düştü ulan memleketin derdi.
Otur, otur, kalk.
Ye, iç, yan gel, yat.
İsteyen Hes yapsın,
İsteyen Mes.
Ulan, Messi, hayatında Mes giymiş midir acaba?
Şöyle ünlü bir Mes yapımcısı olsam, Messi’yi reklam filminde oynatmazsam?

Bu yolda inanılmaz, kamyon var, tırımsı, damperli.
Meğerse sağlı solu alçı fabrikaları var.
O an aklıma;
Alçı isimli birisi geliyor,
Yakında alçı reklamlarında oynasa ne kadar iyi olur diyorum.
Şöyle fabrikanın direktörü mesela.
Yolda rokalar var, eskiden çok severdim ama artık tiksindim.
Bala’ya yaklaşırken sağda Karaali var.
Dönüşte buraya da girelim diyoruz.
Kırşehir-Kayseri yoluna devam ederken, Beynam’ı görüyoruz.
Buraya da dönüşte uğrayalım diyoruz.
Bala, malumları olduğunuz üzere;
Kenan İmirzalıoğlu diyarı.
Girişte, muhtemelen akrabası soyadı İmirzalıoğlu Devlet Entegre Hastanesi.
Sanki entegre et tesisleri havası var.
Bala’nın son sayıma göre nüfusu; 10400
Sol tarafta polis, sağ tarafta Jandarma.
TMO Siloloları ve birçok un fabrikası.
Bala çevresi; özellikle buğday diyarı.
Hacettepe MYO olmak üzere, lise ve ilköğretim okulları var.
Sağ tarafta oldukça görkemli binada, Askerlik Şubesi ama yakında kapanacak diye açıklandı.
İtfaiyeciler;
Sanki
Yangın olur biz yangına gideriz, bir haldeler…
Merkez Camii oldukça görkemli.
Bitişik yan yana iki tane şehir içinde akaryakıt istasyonu var.
Ben artık yakıt alırken sıvı vergi koy evladım diyorum.
Bana kalsa tüm vergi dairelerini kapatır, dünyaya şunu ilan ederim;
Türkiye’de sadece dolaylı vergi vardır, vergi dairesi bile yoktur.
Ayıp değildir söylemesi, 100 TL’lik koy oğlum dedim,
O da bize bir güzel, koydu, benzini.
Öderken betim benzim attı ama
25 KM ileride tatlı su balık lokantaları var dediler ama
Hava hem karlı hem de sisli idi.
Aklıma Sisi geldi.
İnşallah bahara, Kaman, Kırşehir turu yaparken, özellikle balık lokantalarına uğrayalım dedik.
Şehrin merkezinde, otobüs garı var ama küçük tabi.
Ve bu gibi yerlerde merkeze ulaşmak büyük problem, hem maddi hem de manevi açıdan.
Her yerde olduğu gibi burada da bir İ.Melih Gökçek Caddesi var.
Ve tabi, Atatürk Bulvarı, Abdülmecit Sokak ve Turgut Altınok Caddesi.
Girişte Büyükşehir Belediyesi Gençlik Merkezi var.
Atatürk Parkı tam şehir merkezinde.
Tam geçerken,
Bu günleri görse idin, sen de çok sevdiğin Mevlana gibi muhtemelen şöyle mi derdin?
Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun.
Ama şimdi Mümtazer, senin mirasında vasiyet ettiğin ve yüzde elli yüzde elli para ile desteklediğin
Kurumun başına geçti, inanıyorum ki öyle bir şahlanacak ki Atatürkçülük,
Herkes şaşacak.
Bu değerli Profesörümüzün de hem ismi hem de soy ismi çok ilginç.
Askerlikte, en düşük rütbe, er’dir.
Bu ne kadar mütevazi olduğunu gösteriyor, ama erin mümtaz etmiş hali.
Türköne’ye gelince,
Zaten ne diyordu, Ata’mız, Türk ileri.
Mümtazer de Türköne.
Bu da Ata’mızın izinde olduğunun en güzel göstergesi.
Bi de şu TGB gençleri rahat bıraksa, adam çalışacak ama
Valla Bala’da yok yok.
Büyük şehirlerde ne varsa her şey var.
Hatta Büyükşehirlerde vahşi kapitalizm nedeni ile kapatılan birçok meslek devam ediyor.
Mesela Nalbant.
Hele yollar, lastikçi ve kaynak kaynıyor.
Birinde durdum, kaynakçıya dedim ki
Abi, sende her zaman kaynak bulunur mu?
Beyim dedi, neden bulunmasın?
Adımız üzerimizde, kaynakçı.
Hani dedim, bazen dünyanın en güçlü devletleri bile bulamıyor da
Beyim dedi, biz dedi, ekmek derdindeyiz.
Çorba kaynatmaya çalışıyoruz.
Bizde her zaman kaynak olur ama birileri memleketi çorba gibi karıştırmaya çalışıyor, ha bire dedi.
Ulan dedim, işte Anadolu insanı, bu.
Az konuşur, ama öz konuşur.
Genç kızların sevgilisi Kenan İmirzalıoğlu,nun ilk aşkı kim bilir kimdi, Bala’da.
Yoksa O’na da mı yüz vermedi ki?
Şimdiki gibi yakışıklı mı idi?
Aileden mi geliyordu, bu yakışıklılık?
Yoksa Bala deprem kuşağında, bu kadar sallantı içinde mi dünyaya geldi?
Sadece Haziran ayında yapılan festivallere mi gelir?
Yoksa son zamanlarda onlara da mı gelmiyor,?
Gelemedikçe, bu da havalandı mı diyor, ahali?
Kim bilir kaç kişi, elimde büyüdü,
Ben O’nun şeyini bilirim, az sümüklerini silmedim.
Ya o kısa pantolonlu haline ne demeli.
Geçenlerde Söke’li aktör Mesut Engin rahmetli oldu.
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Aslında, rahmetlinin hayatı film.
Bence bu film, hayatının aslına uygun olarak birinci elden çekilmeli.
Hepimizin çıkaracağı çok dersler var.
Yaşarken ilgi göstermeyenler şimdi hayatını çekelim, bu tutar deyip acayip ilgi gösterebilir,
Her şeyimiz, para ve de reyting, oldu maalesef.
Tam Belediye Binası önünde duruyorum;
1898 yılından beri belediye imiş.
Hem de Padişah Fermanı ile.
Ve bina oldukça modern.
Ama tanıtım broşürü yok, baskıda imiş.

Dönüşte Karaali’ye uğradık.
O kadar eski ev var ki
Şeytan diyor, hepsini restore ettir.
Kerpiçten evler, bu kadar depreme iyi dayanmışlar.
Eskiden Belediye iken şimdi Gölbaşı’na bağlı mahalle olmuş.
Bu uygulama iyi mi olmuş?
Bence eski sistem biliniyor, yeni sistem de epey zamandır uygulanıyor.
Eski ile yeni sistemin fayda ve mahzurları siyasi kaygı taşımadan ortaya çıkarılmalı,
Ve yeni bir yönetim anlayışı getirilmeli.
Ben şimdi belediye başkanı olsam kaç kere gelirim, buraya?
Tabii seçim zamanları hariç.
Serdar Ortaç’ın dediği gibi kaç kere sever insan?
Karaali, benim tarihim çok eski diyor,
Ama şöyle tanıtan bir basit broşür yok maalesef.
Zaten hava soğuk, in-cin top oynuyor.
İn-cinin bile top oynadığı memlekette, futbola bu kadar ilgi olması normal.
Yaşlı bir amcayı görüyoruz, seksenlik.
Bastona dayana dayana, o soğukta, camiiye gidiyor.
Namazdan sonra, kim bilir, manevi huzur ile içi ne kadar ısınacak?
Allah herkese, baston gibi bir dost ve de hep samimi duygular versin.
Hayatımda tanıdığım en samimi Müslümanlaran biri bizim kayınvalide.
Kadın, uyku hariç ibadet halinde.
Bu şekilde olanlara, ne mutlu.
Eminim rüyasında da öbür taraf ile ilgili rüyalar, görüyordur.
Hele arada bir kurşun döktürmesi yok mu?
Anne, diyorum ben olsam, ayağıma iki tane sıktırırım, daha faydası, olur.
Zaten kim ne yaparsa yapsın,
Herkesin içini Allah bilir,
Ve de samimiyet kalıcıdır.
Önemli olan;
Mevlana gibi olmak.
Her sözü anlamlı.
Sevmeyene rastlamadım,
Buradan kanaat önderlerine duyurulur.
Karaali’nin girişinde hobi bahçeleri var.
Bir açıdan güzel, bir açıdan düşündürücü.
Orhan Gencebay’dan ben topraktan bir canım geçiyor, aklımdan.
Ne derin, ne felsefik sözler;
http://www.youtube.com/watch?v=3S9Bhvt9uWQ
Düşündürücü;
Biz zaten tarımcı bir milletiz, bir ayağımız sanayide iken diğeri tarla ve bahçede olmalı.
Hobi bahçesi, hobi çukulatası gibi
Çok ufak kalıyor.
İsviçre’de görmüştüm, tüm bağcılık alanları ile bizzat sahipleri ilgileniyor.
Zengin ya da fakir, bizzat kendisi.
Biz, ekmeliyiz, biçmeliyiz ve satmalıyız, her türlü tarım ürünlerini,
Tabii, mevsime, toprağa bağlı yetişecek olanları.
Dönüşe geçtik,
Beynam.
İsme bakar mısınız?
Namlı Bey.
Malum, 27 Aralık, 1919 Atatürk’ün Ankara’ya gelirken,
Bir gece burada kalıyor;
Şimdi, müze.
2004 yılında TSV tarafında restore edilerek yaptırılmış ama
Görücem derseniz oldukça zahmetli.
Muhtardan anahtarları alacak ve hangi anahtar hangi kapıyı açar diye saatlerce uğraşacak,
Bu arada, belki kafayı yiyeceksiniz.
Tutanakla, İki çift iç lâstik ile iki çift dış lâstiği ve altı teneke benzin ile kefille, Osmanlı Bankası’ndan, 1000 lira borç para, yola çıkış, o soğukta, kar ve tipi, kurtlar, tilkiler eşliğinde, 10 günde Sivas’tan, Beynam’a, saatte 25 KM hızla gelme, hem de üstü açık arabalarla…
Şimdi de Ata’m,
Birileri devir değişti diye arkandan atıp tutuyorlar.
Merak ettiğim, şimdi bunu yapanlar, o zamanlar yüzüne karşı ne yapacaklardı?
Herkes darbenin arkasından konuşur, hatta o an; Kenan Paşa çok yaşa der.
Kahraman, darbe esnasında, tanka çıkıp, bu ne lan diyendir.
Ata’m,
Şimdi arkandan atıp tutanlar kendi fikirlerini söyleseler, öpüp başıma koyacağım.
Ne oldukları belli iken bile ben buyum demeyip her şeyi diyenler.
Kardeşim önce ben buyum deyin, sonra ne diyecekseniz deyin.
Geldik Oğul Bey’e;
http://www.ogulbey.net
Girişte sağda camii, duvarın üzerinde arapça yazılar var.
Arapça dedim de
Malum, Atatürk Arapça’dan Latince’ye çevirdi, dilimizi.
Şimdi burada, iyi yapmış diyen de olacak, yanlış yaptı diyen de
Çünkü Atatürk Mevlana gibi sadece felsefeci değil,
Felsefe ile İcraatı beraber götüren biri.
 Ve Fransızca’sı sayesinde, Fransız Devrim ve kültüründen etkilenmiş biri.
Yani şöyle bir mesaj da var, Atatürk’te.
Felsefeci isen, genelde herkes sever.
Ama işin içine icraat girdi ise
Bir kısım mükemmel yaptı derken bir kısım da keşke hiç elleşmese idi der, bu da normal.
Nerede çeşme görsek başında kişiler…
Ya su dolduruyorlar, damacana.
Yakında hijyenik değil diye yasaklanmasın?
Ya da
Araba temizliği.
Hele bir araba görürsem ıssız bir yerlerde,
Aklıma Halime’yi samanlıkta bastılar geliyor, nedense.
Şimdi her yerin hayırsever kişileri vardır ya
Oğul Bey’in de Dr.Şerafettin Tombuloğlu.
Kendi adına bir Lisesi var.
Sen git Amerikalara ve Vatan’ını unutma.
Mümkünse her sene gel, ne yapabilirim diye bir şeyler yap.
Ne mutlu, Allah herkese nasip etsin.
Amin.

11 Aralık 2011 Pazar

Gümerdiğin(Çankırı)


Gümerdiğin Belediyesi(Çankırı)
Komşumuz dedi ki
Paris’e gidiyoruzJ)
Ulan dedim, ne varsa şu Amerika’da, Paris’te.
Söyleyen bir havalara giriyor, aman Allah’ım.
Hanıma dedim ki
Alelem Paris’e gidiyor, biz de Gümerdiğin’e gidiyoruz.
O da ne?
Neresi, deyince;
Şu bizim Gümerdiğin dedim.
Ve çıktık yola.
Önce Gümerdiği’ne uğradık.
Ankara’dan yaklaşık 100 Km.
İsim hayli orijinal.
Kömür dikeni dönüşe dönüşe,
Gümerdiğin olmuş.
Önce Şabanözü’ne uğradık.
En önemli Caddesi;
Melik Gökçek CaddesiJ)
Karşımızda en yüksek tepesi.
Üzerinde aktarıcılar…
Ve burası Şabanözü der gibi yazılmış.
Şöyle kısa bir şehir turu attık.
Şu yazı beni çok güldürdü;
Dikkat ısıran köpekJ
Her yerde olduğu gibi en tarihi ve de görkemli bina;
Hükümet Konağı.
Nerede kaymakam var ise orada Hükümet Konağı var.
Peki,Hükümet’in neden böyle bir konağı yokJ
Mesela
Bakanlar Kurulu toplantılarının yapıldığı yere büyük harflerle yazılabilir;
HÜKÜMET KONAĞIJ
Merkez Taksi dikkatimi çekiyor.
Sıraya bile girmişler ama Şabanözü’den çok iş çıkmaz gibi görünüyorJ
İnsan bir ara düşünüyor?
Buradaki insanlar ne yapar?
Neyle geçinir?
Ben burada yaşasa idim kafayı yer mi idim?
Ya da
Attan inip eşeğe binmek dedikleri bu mu olsa gerek?
Ne zaman belediye yazısını görsem aklıma;
Eline, beline ve de diline sahip ol gelir.
Bele diye diye
Allah beline kuvvet versin.
Ya da
BelboylarJ

Şabanözü’ndeki en yüksek tepenin üzerinde o kadar aktarıcı var ki
Eyfel’i yapan Eyfel hayran kalırdıJ

Şabanözü’nde aklıma rahmetli Kemal Sunal geliyor.
Ben olsam, heykelini dikerdim.
Şabanların özü burada yaşıyorJ)
Nüfus  5100 görünüyor ama biraz dağınık gibi
Avrupa’da belediye başkanlarının isimleri sık sık bir yerlere yazılsın pek zannetmiyorum ama
Biz de neredeyse benim adımı ezberleyin der gibi
Her yere yazılı.
Taze sebze ve meyve pazarı varmış ama maalesef boş tezgahlar gördük.
Şabanözü’nden Gümerdiği’ne sürdük.
Doğru Çam Tepesi’ne.
Şehrin yüksek yeri.
Hemen peşimizden bir araba geldi.
Ne arıyorsunuz ulan siz burada, hiç mi işiniz yok der gibiJ)
Ardından ısrarla çay içmeye davet.
Anadolu insanı.
Önce şüphe ile yaklaşır, ardından kapılarını açarJ
Çam Tepe’sindeki çamları halk asker gibi görüyor ve kılına dahi dokunmuyormuş.
Hayatımda duyduğum en güzel mit bu idiJ
Bunu yaygınlaştırıp her yere aşılamak lazım.
An gelir, ağacı kesecek tek kişi bile bulunmaz.
Çam tepesinde, Şıh İbrahim Türbesi var.
Oradakilere sorduk, bilmiyoruz dedilerJ
Ya kardeşim
Dua ediyorsun, bari merak et ya,
Kimdir, nedir, neyin nesidirJ
O esnada, dua ederken aklımdan,Ata’nın;
T.C. şeyhler, şıhlar, tarikatlar Cumhuriyeti olamaz cümlesi geçiyor.
Ata’m diyorum,
Söylediğin tüm cümlelerin tersi yapılsa,
Bu söz maşallah olduğu gibi yerinde dururJ
Halkımız öyle şeyhe, şıha, kanaat önderlerine inanmazJ
Allah’ın verdiği aklı kullanırJ
‘’ Tarihimizi anlatmaya devam edelim.Yaptigimiz bazi arastirmalarda kasabanin isim ve kurulusu ile ilgili bir çok yanilgiya düsüldügü görülmüstür.Bu nedenle biraz olsun açiklama geregi duyulmustur.
    Kasabamizin kurulus tarihinin bazi yerlerde bilinmedigi yazilmis,bazi yerlerde ise ismiyle ilgili safsatalar uydurulmus oldugu görülmüstür.Kasabamizin ismi hiç bir zaman (kömürdiken) isminden türemis degildir.Bu kasabada hiç bir zaman SIH ibrahim diye bir zat tarafindan kurulmamistir.Evet bu zata ait oldugu halk tarafindan kabul gören bir türbe çamlikda mevcuttur.
     Bazi yerlerde böyle safsatalara rastlamak maalesef mümkün nedir bunlar burada bir örnek verelim;Efendim SIH ibrahim diye bir zati muhterem Eldivan dagindan ucu yanik bir sopa firlatmis ve bu sopanin düstügü yeri görmüs gelip buranin ismi kömürdiken olsun burada yerleselim demis.Sonrada bu isim Gümerdigin olarak degismis.Ortada ne tutarli bi tarih nede tutarli bir hikaye mevcut degildir’’

Çam Tepesinde,
İn-cin oynarken,
Büyük harflerle yazılmış iki levha dikkati çekiyor;
Alkol içmek yasaktırJ
Öyle abartılı yazılmış ki
Bi için de görelim der gibiJ
Karşımızda Gölet.
Hani şunu adam et der gibi
Göl etJ
Gümerdiğin bence Şabanözü’ne bağlansa çok daha iyi olur.
Çünkü iki belediye o kadar yakın ki
Şabanözü bile tam belediye gibi görünmezken
Hemen yanında, GümerdiğinJ
Bir şey dikkatimi çekti;
Mezarlıklar inanılmaz bakımlı.
Bence Ankaralılar burayı tercih edebilir.
Hem de şehre hareket getirir.
Mezarlıklar, tertemiz bakımlı,beyaz mermerler acayip dikkat çekici.
Gümerdiğin’den Çubuk’a doğru yola çıktık.
Turşu alıp dönelim dedik.
Çubuk deyince akla turşu,
Turşuların da hası;
Körpe hıyarlardan yapılmış, mutluluk çubuklarıJ
Şehir epey geliştiş ve hızla da devam etmekte.
Ama park edecek bir yer bulamadık.
Hele şu yerli otomobil çıkarsa ve de sudan ucuza verilirse
Valla millet park sorunu yüzünden birbirini yemeseJ
Malumunuz halkımız çok anlayışlıdır, hemen kızmaz, sorunları konuşarak halleder,
Asla kavga etmezJ
Artık arabaları diğer arabaların üstüne mi park ederiz,
Yoksa tek plaka, çift plaka uygulaması mı
Ama hala park sorunu ve yetersi yollar pek kimsenin umurunda değilJ
Zamanı gelsin bir çözüm buluruzJ
Kan davaları bile çıkabilir, bu yüzden.
Turşucu ararken bir baktım, şehir dışına gelmişiz.
Nerede ise çıkmak üzereyiz,
Sağda bir turşucu.
Hemen küçük bir kavanoz aldık, karışık olandanJ
Hanıma dedim ki
Salatalık alsak?
Onlar her biri mutluluk çubuğu dediJ
Ve dönüşe doğru geçtik.
Netice;
Gümerdiğin’den Ankaralılar için çok güzel mezar yeri olur.
İnsanlarımız ölülerini sık sık ziyaret eder,
Böylece Gümerdiğin kalkınırJ

5 Aralık 2011 Pazartesi

Haymana İsmi Nereden Geliyor?


Haymana’nın adı nereden geliyor?
Yaklaşık on yıl önce gitmiştik.
Ve şöyle demiştik;
Aman Allah’ım biz nereye geldik?
Aradan on yıl geçti, hadi gidelim, bir bakalım dedik.
Haymana ve termal.
Geleceği çok parlak.
Ankara’ya yakın olması büyük avantaj.
Ve termali vatandaş istiyor.
Bilinç oluşmuş durumda.
Peki,
Haymana’nın ismi nereden geliyor?
Çok hızlı bir araba ile seyrederken sizi bir MAN sollarsa, ne dersiniz?
Hay-Man’aJ)
Tabi bu, mitoloji benim uydurduğum.
Ama Haymana çok yakın zamanda,
Ankara’nın tıpkı Diyarbakır gibi yükselen bir yıldızı olabilirJ)
Her yer termal otel.
Rezidansı bile var.
Ve pansiyondan geçilmiyor.
Ve beş yıldızlı otel inşaatı hızla ilerliyor.
Kaynak bir yerden çıkıyor, olduğu gibi otellere dağılıyor, dediler.
Pansiyonlarda kalanlar da hamamlardan yararlanıyor.
Camii, 1968 yılında yapılmış.
Hacı Paşa Camii.
Bundan sonra zor camii yaptırır paşalarJ
Yarısı içeride, yarısı da eli kulağındaL
Çarşıda epey dükkan var, alış-veriş yapılacak.
Yerel bir vatandaş dedi ki
İktidar nereden ise yönünü oraya dönücenJ
Ama dedim bu demokrasi tanımına aykırı.
Valla dedi
Ben onu bunu bilmem;
Rüzgara karşı işemeyeceksinJ
Bu arada Cicim Sultan Türbesi’ne geldik;
Haymana Müftülüğü demiş ki
Kardeşim, buraya bez bağlayamazsınız.
Para atamazsınız,
Mum yakamazsınız.
Yani dinsel mabetlerde ne kadar batıl inanç varsa,
Burada yasak demiş.
Ve Cimcime Sultan yatırı belki de dünyanın en sade türbesi.
Meryem ANA’ya bile çaput bağlanırken, burada sinek bile uçmuyor,
Hangisi doğru acaba?
Aslında bu konu;
Din âlimlerince tartışılmalı,
Hiç değilse medyaya iş çıkar.
Deprem uzmanları gibi din âlimleri de saatlerce konuşurlarJ
Gerçi
Yellemiş kıçın davası olmaz, ama maç bittikten hemen sonra saatlerce neyi neden konuşurlar
Bu yaşa geldim hala anlamış değilimJ

Haymana’dan Oyaca’ya geldik.
Oyaca’da Levent Kırca’ın ex eşi,
Ulan eski eşi deseniz dilinizi eşek arısı mı sokar:)
Oya Başar’ı anasım geldi.
OyacaJ
Oyaca sucukları ile meşhur olabilirJ

Yanına sıcak şarap köşeyi dönerler, valla.
Ama pazarlama şart.
Argo tabir ile satacak adam lazımJ
Bu sucukların özelliği;
Kesinlikle at, eşek, katır, Spa’dan yapılmıyorJ
Çünkü kendileri de yiyorlar
Bi de alan göt kadar.
Birisi yellese hepsi duyuyorJ

Eşimin Amir’ini ziyaret ettik.
Özlemişim be köyümü.
Köy günlerimi.
Tavukları,
Horozları,
Köpekleri…
Traktör ve ziraat aletlerini.
Oturduk bir kahvaltı yaptık.
Ekmek lezzetli, bazlama diyorlar.
Eşi de maşallah çok sıcak ve samimi.
Bazı insanların negatif enerjisi var ve o sana da geçiyor.
Ama burada sanki kendi evimiz gibi rahat hissettik.
Sobayı da özlemişim.
Belki ileride buraları pansiyon ev olur, hafta sonları ailece kalınır ve köy yaşamı yaşanır.
Mangalda sucuk ve sıcak şarap ta cabası.
Neden olmasın?
Gerçi bu gidişle dumansız hava sahası gibi
Alkolsüz ciğer kalmayacak modası da yolda gibiJ


11 Ekim 2011 Salı

Kefene Girmeden Kefken


Efendim,
Ne zaman hafta sonları boş kalsak,
Eşimle beraber geziyoruz, arabamızla.
Bunu ne için yapıyoruz?
Birincisi;
Büyüklerimizi örnek alıyoruz.
İkincisi;
Dünyanın en pahalı yakıtı bizde.
Gerekmese büyüklerimiz indirir,bize pahalı pahalı satmazlar.
Üçüncüsü;
Büyüklerimiz, dur durak bilmeden geziyorlar, ülkemizi ne güzel pazarlıyorlar.
Tabii ki masraf oluyor, hali ile.
Bizim de çorbada tuzumuz olsun.
Atladık, arabamıza, doksanbeş beygir.Deh de bülbül, deh deh bülbül dedik.
Yol çalışmaları bitince Memlekette artık kimse kötü yola düşemeyecek ama
Yol işaretlemeleri pek sağlıklı değil.
Bence ayrı bir şirket yapmalı.
Ve teknolojinin her imkanı kullanılmalı.
İnsan hayatı, bu.
Geri gelmez ki?
Yeni yapılan yolları anladık ta bir de eski yolların bakım çalışmaları yok mu?
Valla şu sıralar hayatta kalan bir daha kolay kolay ölmaz.
Yol teke mi düştü?
Yoksa çift mi derken ömür geçiyor.
Geçenlerde Sinop’ta Amerikalılardan kalma altmış yıllık yol gördüm.
Gönül Yazar gibi idi, mübarek.
Şimdi soru şu;
Yolu bir kez mi yapmak?
Daha yaparken bakım çalışmalarına başlamak?
Derken Kefken’e geldik.
Kefken balıkçı kasabası.
Ama turizme pek sıcak bakmıyorlar, sanki.
Biz tutarız, Kerpe’dekiler satar, havasındalar.
Sahildeki balıkçı lokantasına oturduk, sıcak sıcak taze taze denize sıfır,
Ayıp değildir, söylemesi hamsi yedik.
Balıkçı ise tuttuğu balıkları satıyor ama çok ucuz değil.
Hatta büyükşehirdekilerle aynı gibi
Ama yakındakiler araçları ile gelip taze taze alıp gidiyorlar.
İşte o an insan anlıyor, neden kartlar taze peşinde?
Üzüm üzüme baka baka kararır,
Kart tazeye baka baka gençleşir.
Balıkçı Kasabası Kefken’den,  çıktık, açık alınla,Kerpe’ye.
Kerpe bu işe gönül vermiş.
Turizm diyor başka bir şey demiyor.
Kefkenliler tutsun balığı, biz satarız diyorlar, lokantada.
Yani kafa dinlemek, sessiz ve sakin bir yer derseniz, Kefken.
Şöyle gözüm gönlüm açılsın derseniz, Kerpe.
Ben salak hayatım boyunca bir balık tutamadım.
Buradaki çocuklar ise sanki anne karnında başlıyorlar, tutmaya.
Tek balık; eşim.
O da maşallah son günlerde, balinaya döndü.
Hâlbuki ilk evlendiğimizde sanki bir çirozdu.
Ve geldik Ağva’ya.
Ne yalan söyliyeyim, Ağva’yı ilk kez Ahmet Kaya’nın bir kasedini alınca duymuştum.
Ve ada zannederdim.
Meğerse yüzü Karadeniz’e bakan, doğusunda Yeşilçay, batısında Göksu bulunan, bir nevi yarımada.
Nehirler bir yerde birleşmiş olsa idi ada olacaktı.
Üşünmedim ölçtüm Google Earth’ten, yaklaşık beşyüz metre, en dar yeri.
Birleştirilse iki akarsu, yüzyılın projesi olur,
Ve Ağva da ada olur.
Ağva ada olsa ne olur?
Ya ayva derler,
Ya da ayvayı.
Ağva’da, broşür aradım.
Tekne sahibi şöyle ucundan gösterdi.
Sormadığım kişi kalmadı, maalesef bulamadım.
Sanki tanıtmamak için özel bir gayret var.
Ya da
Gelmeyin kardeşim, biz yeterince meşhuruz zaten.
Kafa dinleyeceğim diyenlere, Yeşilçay,
Şöyle tesis göreceğim diyenlere, Göksu.
Tekne, elli tele.
Yaklaşık bir saat sürüyor.
Ağva’da, bir çantacıya gittik, valla ben bile beğendim.
O kadar çeşit çanta var ki
Hepsi de birbirinden güzel.
Eşim dayanamadı, aldı elbet.
Tasarımcıyı ise Cemil İpekçi’nin görmesini çok isterdim.
Oturduk, çay içtik dere kenarında.
Ve vidanjörlere iş çıkardık, durduk yere.
Ve geldik, Şile’ye.
Şile deyince, akla Şile bezi geliyor değil mi?
Meğerse bir o kadar Feneri varmış ama
Hemi de Deniz Feneri.
Türkiye’nin en büyük deniz feneri, Abdülmecit zamanında,1859-1860.
Memlekete kim bir çivi çaktı ise
Rahmet ve minnetle anmak lazım, ideolojik takıntılardan uzak.
Zaten ideolojik insan değil, vicdanlı insan lazım.
Çünkü
Bir insanda vicdan yoksa insan mıdır acaba?
Hani şu son zamanlarda, medyada sık sık gündeme gelen Deniz Feneri.
Kardeşlerimiz yapmış.
Gece izlemesi muhteşem.
Işıl ışıl.
Öyle yansımalar ve kırılmalar yaratıyor ki
Görmek lazım.
Hemen yanında, Şile Bezleri.
Hanım dayanır mı?
Hemen daldı, dükkana.
Ay bu ne kadar güzel,
Bunu anama,
Bunu kızıma,
Bunu sana,
Bunu da kendime derken gitti yine bizim paracıklar.
Sıra geldi, nerede kalalım meselesine.
Ulan dedik, battı balık yan gider,
Atın ölümü arpadan olsun,
Dünyaya bir daha mı gelicez?
Denize fısır bir yer, seçtik.
Düğün olmasın mı, otelde?
Bir kere park edecek yer kalmamış.
Hani yerli otomobil yapalım mı?
Yapalım.
Herkes alsın mı?
Alsın.
Peki
Yol var mı?
Hele park?
Daha geçenlerde park sorunu nedeni ile millet birbirine giriyordu.
Hani denizde balıkçı tekneleri limanda yan yana dizilir ya,
Araçlarda da aynısı olmaz ise
Anamın tabiri ile Aha Buraya Yazıyorum;
Milletçe kafayı yemezsek?
Belki de çekilen kliplerin ve de filmlerin en az yüzde ellisinin çekildiği yer;
Şile.
Şöyle Jön ile Güzel’in aralarının en az beş yüz metre açıp şöyle ağır çekimden koşarak birbirlerine,
Doğru koşmaları ve sarılmaları, en az üç beş tur atmaları…
Balıkçı tekneleri balık peşinde.
Haydi rastgele ama
Denizde balık biter mi?
Biter.
Bir yandan denizde balığı bitirecek her türlü şeyi yap
Diğer yandan da eskisi gibi balık çıkmıyor de.
Mesela bu seneki istavritler çok küçük.
Bence erken toplanmış.
Şile’nin İskelesi bir alem.
Özellikle geceleri.
Restoran gibi balıkçı tekneleri tıklım tıklım, balık rakı içerek kadeh tokuşturuyorlar,
Tam karşılarında ise mini teleferikle gidilen kalede ise yazan;
Ata’m İzindeyiz.
Ata’m gerçekten izindeyiz,
Milli ve dini bayramlarda, dokuz günlük tatillerde herkes izinde, Ata’m.
Eski adı ile Riva,
Şimdiki adı ile dere ağzı.
Aslında Karadeniz’in en ilgi çeken yerleri;
Akarsuların denize döküldüğü yerler.
Ormanları yeşil mi yeşil.
Denizi mavi mi mavi.
Hal böyle olunca, manavda kaça?
Bence bu gibi yerleri keşfedenler;
Babalar…
İster adına, mafya babası deyin, ister bildiğimiz baba.
Neden mi?
Çünkü babalar, kızlarını çok sever.
Onları alıp bu gibi ıssız yerlere getirip herkesten uzak ıssız yerlere getirip
Balık-rakı eşliğinde sohbet ederler…
Burası deşifre olunca, yeni bir yer  bulurlar.
Şile’nin en güzel yeri, herkesin bildiği bir baba tarafından kapatılmış mesela.
Riva’da bir emlakçıdan bilgi aldık,
Her kulüp bir yerler kapatmış.
Tesis te yapmış.
Ayrıca kendisinin çok güzel araba koleksiyonu var ama oyuncak arabalardan.
Ve yağmur yağmaya başlamasın mı?
Ama yağsın.
Yağmur yağar, vay aman.
Ne zaman silecekler çalışsa, aklıma gözleri fır fır dönenler gelir,
Ki bu kişiler, sürekli samimiyetten bahsederler,
Siz önce şu gözlerin cam sileceği gibi çalışmasına mani olsanıza?
Hani aşı yaparsanız ya, ağaca,
Sen 19 Mart 1842 yılında, kalk polonya’dan gel buralara,
Hemi de bizim bile 10 Ekim 2011 tarihinde ayak basabildiğimiz yere;
Polonezköy.
Prens Adam gibi Adam Czartoryski  12 Polonyalıyı buraya yerleştiriyor,
Ardından 1856 Kırım Savaşı, Kazak ve Dragon Alaylarından Polonyalılar…
Şu an itibari ile yaklaşık 169 yıl geçmiş.
Kim ölmüş,
Kim kalmış?
Kim nerede?
Burada mı olmak,
Polonya’da mı?
Kimler gelmiş, kimler geçmiş?
Her yere olduğu gibi Amasra hariç, hala sırrını çözemedim,
Atatürk buraya gelmiş.
En çok sevdiğim sanatçıların başında İlhan İrem gelir.
"Çagdas bir ozan" olarak kabul edilen Ilhan Irem, eserlerine yansittigi, mistik, metafizik, dogaüstü, tasavvuf çagrisimlarla, çok özel izleyici kitlesine sahiptir. Sanatçinin tüm üretimleri, duygularini yitirmis sanal dünyaya ve karanliklara alternatif olarak, "isik ve sevgiyle" felsefesinde sekillenen bir evrensel sevgi ve yeniçag ögretisinin izlerini tasimaktadir.
Hep düşünürdüm,
İlhan İrem bu besteleri nasıl bir yerde yapıyor diye?
Polonezköy’ü görünce anladım.
Cennet dedikleri bu yer olsa gerek.
Buraya gelip İlhan İrem şarkıları dinlemek lazım,
Başta ‘’Sazlıklardan Havalanan Bir Ördek Gibi Sesin’’ olmak üzere.
Ve şu anki haleti ruhuyeyi anlatan en güzel kelime;
‘’Konuşamıyorum…’’
Zosia Teyze, Anı Evi.1882.
Hani derler ya,
Canlı tarih.
Zaten geziye buradan başlamazsanız Polonezköy’ü anlayamazsınız.
Bence mükemmel bir tarih müzesi.
Müzede yetmiş yaşlarındaki yeğeninin bulunması da büyük şans.
Leslaw Bey,
Aklınıza gelen her şeyi sorabilir, anında cevaplar alabilirsiniz.
Hele eve bir giriş var, sanki yeşil bir tünelden geçiyorsunuz.
Bayılacaktım ama ambulansları gereksiz yere meşgul etmemek lazım, vaz geçtim.
1905 yılından kalma fotoğraflar mı?
İlk yerleşim krokisi mi?
Bu müze belki de Türkiye’nin en iyi canlı tarih müzesi.
Çünkü
Birçok belge ve fotoğraf var.
Halikarnas Balıkçısı’nın tekne ismi olan Yatağan’ı herkes bilir,
Termik Santralından.
Orayı yapan Polanyalılar, buraya gelmiş ve Meryem Ana Kilise’sinin Çıt’ını yapmışlar.
Yani kapı açma mandalı.
Ben de diyordum ki
Bu çı çıt çetene de çetene nasıl üretildi diye?
Memlekette kaç kişi Kilis’i ziyaret ediyor acaba?
Ama Kilise giden çok.
Özellikle Kapadokya Bölgesi.
Adım başı Kilise.
Bu da Anadolu’nun, Hristiyanlığın geliştiği yer olduğunu gösteriyor.
Anamız Meryem’e gelince;
İsa’nın mucizevi şekilde doğumu gerçekten çok ilginç.
Mucizeleri de
Ama bu şekilde, mucizevi doğan, ve de mucizeler gösteren biri Çarmıha gerilerek fani olmamalı idi?
Kilise’nin içini gezelim dedik ama Istanbul trafiği gibi kilit idi.
Hristiyanlığın + işareti herkese bir şey anlatır ama bana anlattığı;
Toplama işlemi.
Yani her zaman üstüne koymak.
Sayıyı artırmak.
Çoğalmak, çoğalabildiğin kadar.
Zaten Polonezköy’e kabul için iki şart varmış;
Biri, Polonyalı olmak, diğeri Katolik.
Kadastro geçtikten sonra işin içine rant girince,
İsteyen satmış,
İsteyen  kiraya vermiş,
Kapitalizm maalesef bu iki kuralı, tarihin altın sayfalarına göndermiş.
Bu arada, 1995 yılında açılan Camii’ye de gittik ama o da maalesef kapalı idi.
O kadar güzel bir yerde ki
Birden İmam olasım geldi.
Bizi de birileri görür, buradan İngiltere’ye ya da İtalya’ya  götürürlerdi.
Polonezköy’de hala yenileştirmeye ihtiyacı olan evlerin olması ilginç.
Bence bir tane bile kalmamalı.
Ve geldik,
Arı Müzesi’ne;
Hayatımda ilk defa Kraliçe Ana Arı’yı gördüm kovanda.
Hani derler ya,
Her liderin arkasında eşi vardır.
Sanki Ana Kraliçe bu mesajı veriyor, insanlara.
Dünyayı kim yönetirse yönetsin, yönetenin arkasında ben varım.
Bazen eşi, bazen annesi.
Ama ben varım.
Yaklaşık elli yılını arıcılığa adamış beyefendiye dedim ki
Valla benim arılarla ilgili bildiğim;
‘’Arım, Balım Peteğim, Bilsem ki Öleceğim Yine Seni Seveceğim’’
Arı şöyle bir mesaj veriyor insanlara;
Çalış senin de olur.
Bu arada, balcının eline baktım,
Gerçekten bal  tutan parmak yalıyor.
Eme eme sanki biraz diğerine göre daha bir zayıf duruyor, parmak.
Müze gerçekten arıcılık, arılar ve bal nasıl yapılır, sorularına cevap veriyor.
Ben ise şöyle bir soru sordum;
Bayanlar kendilerini çiçeğe benzetir.
Arılar da her çiçekten bal alır.
Bunu bir erkek yapsa,
Kendini çiçeğe benzeten bayanlar neden kızar?
Adamın kötü bir niyeti yok ki
Bal yapmaya çalışıyor?
Balcı Kardeşim baktı baktı, valla bu işi yaklaşık elli yıldır yapıyorum, ilk defa böyle bir soru geldi, dedi.
Zaten ben de böyle sorduğum sorular  yüzünden sözlülerden tam not alırdım.
Demek ki belli bir salaklığım var.
Kiralık bisikletler var, Polonezköy’de.
Kiralık, ev, araba, bisiklet olur da katil nasıl olur, hala anlamış değilim.
Mesleğiniz?
Kiralık Kati!
Netice;
Hoşgörü mizah ile başlar.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Keçileri Nerede Kaçırdım?

Keçileri Nerde Kaçırdım?
Nallıhan’da!
Hem de
İki şekilde;
Dağ keçileri gördüm, sürü halinde.
Beni görünce kaçtılar, topluca.


Ve
Öyle etkilendim ki
Aklımı yedim!
Böyle bir yer olamaz., dedim.
Bu kadar mı bakir?
Bu kadar mı doğal?
Bu kadar mı güzel?
Bu kadar mı etkileyici?
Ankara’nın yükselen yıldızı;
Yakında.
Devamı;
Az sonra.
Nallıhan’da her şey var.
Bir tek şeye ihtiyaçları var;
Marş motoru!
Bir çalışırsa,
Kimse durduramaz.




Hanım dedi ki
Rüyamda Evliya Çelebi’yi gördüm.
Tamam, o zaman dedim.
Biz de gezelim.
Atladık, 95 beygirden oluşan motora,
Ver elini Nallıhan.
Ama gezimizin esas nedeni;
Yakıt zamları.
Benim bildiğim,
Devletimiz bu kadar zam yapmaz.
Demek ki
İhtiyaç var.
Pamuk eller cebe.
Bakıyorum büyüklerimize,
Maşallah koruma ordusu.
Arabalar,
Yakıtlar,
Sayısız korumalar.
Tüm bunlar maliyet.
Nasıl karşılanacak?
Valla
Ben büyüklerimizin en iyi şekilde korunmasını isterim.
Bizim için,
Gece gündüz demeden,
Hatta bazı geceler uyumadan,
O ülke senin,
Bu ülke benim geziyorlar.
Güzel Vatanımızı bir güzel pazarlıyorlar.
Bizim itibarımız ve onurumuz için,
En iyi otellerde kalıyorlar.
Ceketimi satarım,
Yine de öderim.
İşte bu nedenle,
Gezelim Hanım dedim.
Yoksa Devletimiz yakıttan niye bu kadar vergi alsın?
Bizim için.
Vatan için ne yapsak azdır.

Yollar arı kovanı.
Kepçeler, durmadan kazıyorlar.
Kamyonlar, çekiyorlar.
Bu kadar asfalt nereden bulunuyor nerden, çözdüm.
Resimdeki gibi asfalt sürülmüş.
Sürülünce ne olur?
Oradan asfalt fışkırır.
Ne kadar akıllıca bir hareket.
Yoksa
Bu kadar asfalta para mı dayanır?
Ne ekerden,
Onu biçersin.

Geldik
Ayaş’a.
Sanki
AY-A.Ş. havası var, Ayaş’ta.
Ayın Anonim Şirketi.
Ayaş deyince aklıma domates geliyor…
Bir de
Rahmetli Barış Manço’dan,
Domates, Biber, Patlıcan.

Ayaş’a girerken,
Sol tarafta dükkanları görüyoruz,
Hediyelik eşyalık ama tutmamış.
Genelde bu tür uygulamalar pek tutmuyor.
Su gibi doğal akışına bırakmak lazım.
Beypazarı,
Alaçatı,
Bodrum Barlar Sokağı,
Kendiliğinden meşhur olmuş yerler.
Mesela,
Milli Kütüphane karşısında yer alan,
Gökkuşağı projesine tutmaz dedim.
Maalesef tutmadı.
Keşke tutsa idi.
Peki şimdi ne yapmalı?
Öyle bırakmalı.
1000 sene sonra,
Romalılar dönemi Agora’sı derler.
Gölbaşı girişi Alışveriş Mağazaları
Hafta sonu tutar,
Hafta içi kurtarmaz.
Bu arada,
Şu Outlet lafından gıcık kapmaya başladım.
Türkçesi varken,
Niye yabancı kelimeler?
Karamanoğlu Mehmet Bey bunu dediğinde,
Yıl; 13 Mayıs 1277 idi.
Ve şöyle idi, ferman;
"BUGÜNDEN SONRA DİVANDA, DERGAHTA,
BARGAHTA, MECLİSTE VE MEYDANDA TÜRKÇEDEN
BAŞKA DİL KULLANILMAYACAKTIR."

Benim müzik zevkim biraz ilginç;
Zavallı eşime resmen işkence.
Orhan, Ferdi ve Müslüm’den ne kadar damar parça varsa;
Bir cd’de topla.
Ve sabahtan akşama sadece onları dinle.
Buna;
Kulak tecavüzü,
Ruh tecavüzü derler.
Ama neden?
Gittim,
Kalp damar cerrahisine;
Dediler ki
Çivi, çiviyi söker,
Damara damar iyi gelir.
O gün,
Bu gün,
Sadece damar parçalar dinler,
Damar çorba içer,
Kanı da
Damardan veririm.

İşte
Tam Ayaş Cezaevinden geçerken,
Ferdi’den Hapishane denk gelmesin mi?
Aklıma;
Tüm kader mahkûmları geliyor.
Allah kimseyi düşürmesin derken,
Yıllarca tutuklu,
Silah bile kalmaz.

Her belediye kendini pazarlama çalışıyor.
Kimi bunu mükemmel yapıyor.
Kimi de
Aman canım,
Gelecek olan gelir.
Kapımız herkese açık diyor.
20-24 Nisan 2011 Altınpark Turizm ve Tatil Fuarını gezerken,
Tokat Niksar’ı çok başarılı buldum.
Nallıhan da broşürü müthiş.
Tüm belediyelere örnek olsun.
Son zamanlarda Gölbaşı da atağa geçmiş
Ama ne yapmalı, etmeli
Tuluntaş Mağarasını açmalılar.
Çünkü halkımız;
Ya
Sivriliğe
Ya da
Derinliğe meraklıdır.
Tıpkı
Şeyler gibi.

Yolda sağlı sollu,
Barakalar…
Domates, biber, patlıcan satış yerleri.
Ama
Daha fideler yeni ekiliyor.
Ayaş domatesi sanki domates değil,
Bildiğimiz kırmızı et.
Evine uzun süredir,
Kırmızı et alamayanlar,
Ayaş domatesini köze bırakın,
Aynı işi görür.

Yolun yanında su kanalları.
Sulama maksatlı.
Özellikle Roma dönemi su kemerleri geliyor gözümün önüne.
Ne kadar şık?
Estetik,
Ve de
Kullanışlı!

Birden kanal dolgusu yaptırdığım dişim geliyor aklıma.
Acaba bu dolguyu bulanlar,
Su kanalı mühendisleri olmasın?

‘’Türk Milleti Zekidir’’ diyen atamız ne kadar haklı.
Yerli otomobil yapalım derken,
Halkımız çoktan yapmış.
Bir su motoru,
Dört teker,
Römork.
Taşımayacağı ot yok!

Sağ tarafta,
Yaşı bir amca eşek ile cebelleşiyor.
Yan tarafta ise
Spa’lı bir termal otel reklamı.
Amca eşek ile boğuşurken,
Birileri de
Spa’da buluyorlar,
Mutluluğu.

Sol tarafta,
Bir termal otel tesisi.
Ama
Kaçak olmalı ki
Öyle duruyor…
Kabası bitmiş.
Ondan sonra çivi çakılmamış.
Ya müsaade edin,
Ya da
Temel attırmayın.
Şimdi ne yapılabilir?
Roma Hamamı denebilir, mesela.
Üzerine tarihi bilgi.
Bilet satış yeri.
Değerlendirmek lazım!

Sağ tarafta,
Termal otel panosu.
Hamama giren terler, diyen halkımız
Termale giren, masaja da uğrar demekte,
Ve yoğun ilgi göstermekte.
Arada bir iş kazası da olmuyor değil,
Erkek masör,
Turist kızımıza masaj yaparken,
Parmağı kremden olsa gerek,
Biraz ileri kaçınca,
Hop dedik demiş.
Ve soluğu mahkemede almış.
Bir deli taş atmış,
Bin akıllı onu çıkarmaya çalışmış dedikleri husus;
Bu olsa gerek.
Şimdi ayıkla pirincin taşını.
Parmak kaymış mı?
Yoksa
Kaydırılmış mı?

Sağ tarafta,
Akyaka deresi.
Şırıl şırıl akıyor.
Kan damarlarım geliyor,
Gözümün önüne.
İnsandaki dolaşım sistemi ile
Doğadaki akarsu rejimi ne kadar benzerlik içindeler.
İşte
Bu nedenle,
Bir dereciğin kuruması,
Kılcal damarlara kan gitmemesidir.
Nasıl kardiyologlar alarma geçiyorsa,
Çevreciler,
Çay bile içmeyin derim.
Çünkü
Maalesef çayları içe içe
Nehirleri kuruttuk!

Tam karşımda saman yığını.
Birden hayvan olasım geldi.
Ne len bu?
Bu gün ne yicez?
Hayvan olsan,
Su içeceksin.
Yiyeceğin;
Ya bir çeşit,
Ya da
İki.
Bizim ise
Sayılamayacak kadar çok.
Bu Allah’ın kullarına,
Diğer canlılara göre,
Ne kadar değer verdiğinin göstergesi olsa gerek.

Karşımda devasa bir elektrik direği.
O an aklımdan,
Ulan her şey kablosuz oluyor da
Bu neden kablosuz olmuyor, sorusu geçiyor.
Olsa?
Kablo olmazdı ama
Sağlıklı olur muydu?
Nerdeyse her şey kablosuza doğru giderken,
Enerji nakil hatları neden, direklerde?
Yoksa
İzdivaç programlarında,
Çok iyi elektrik aldım diyenler,
Yalan mı söylüyor?
Fişi prize sokup çıkarmamdan,
Asla elektrik alamazsınız mı diyor?
Om Kanunu!
Çok iyi elektrik aldım diyenler,
Yalan mı söylüyor?

Karşıdan traktör,
Ve hemen arkasında,
Bir römork.
Sanki
Biri karı,
Biri koca.
Biri nereye,
Diğeri oraya.
Peki
Bu işi sağlayan ne?
Pim!

Yoksa
Boşanmalara neden,
Bu pim olmasın?

Tarlalarda hummalı bir çalışma var.
Fideler ekiliyor.
İşte bu diyorum,
Benim ülkem,
Bu.
Tarım ülkesi.
Boşuna mı dedi,
Orhan Abimiz;
‘’Ben topraktan bir canım’’

Sağ tarafta.
Doğan’ın yeri.
Balıkçı.
Geçtiğimiz yıllarda,
Eşimin ailesi gelmişti.
Herkes çupra,
Ben ise
Sazan’a sazan gibi atlayarak,
Sazan yemiştim.
Ve
Tek mide sıkıntısı ben yaşamamıştım.
Bazen sazan olmak,
Ne kadar faydalı imiş!
Eve gelince ben hariç
Herkes tuvalete taşınmış,
Yetmeyince de serumlar takılmıştı.
Ben sazan ise
Taşımaktan hastaları, hastaneye,
İmanım gevremişti.


Gömleksiz köprüsünden geçiyoruz.
Şeytan diyor ki
Git bir gömlek al,
Yazının altına as.
Ya da
Kravat.
Sulara bakıyorum,
Akıyor.
Aman diyorum,
Aksın,
Aksın.
Sanki
Sen damarlarımda dolaşan kansın diyor.


Keçileri Nerede Kaçırdım-2?

Hayat yola benziyor…
Keşke
Hayat yolunda,
Yoldaki gibi işaretler olsa.

Buradan sağa dön.
Yavaş git.
Tek gidiş.
Viraj…
İnsanlar doğru yolu bulabilirler miydi acaba?
Yoksa
O kadar ikaz olmasına rağmen,
Şimdiki gibi
Sık sık trafik kazaları gibi
Yoldan çıkanlar,
Kötü yola düşenler mi olurdu?

Beypazarı ve Nallıhan bölgesinde de
Kapadokya’da olduğu gibi
Üç tane yanardağ olsa idi
Melendiz, Hasan ve Erciyes gibi
Ve bunlar patlamış olsa idi
Bu bölge de
İkinci Kapadokya idi.
Çünkü
Toprak yapısı çok benzer.

Şans işte.

Kapadokya bana şu mesajı veriyor;
Doğadaki sert ile yumuşak arasındaki mücadele.
Sert kalıcı,
Yumuşak gidici.
Hayatta kalmak istiyorsan,
Sert olacaksın.
Yumuşaksan,
Sadece sahne sanatçılarına ekmek var.
Zaten bunu bilen siyasiler,
Sürekli sert mesaj verirler.
Ve medyada şöyle yer alır;
Sert çıktı.
Ama
Aşırı sert çıkma,
Sertleşme problemine yol açabilir.


Sağ tarafta değişik bir bitki örtüsü.
Ve rehberlerin en sevmediği soru;
Bu ne ağacı?
Bu bitki ne?
Bu böceğin adı ne?
Oranın yerlisine sorarsın,
Bilen çıkmaz.
Eskişehir’de kırk kişiye,
Porsuk Çayı sağlı-sollu yer alan ağaçları sorduk, eşimle.
Bir Allah’ın kulu çıkmadı.
Ama desen ki
Bu organik mi?
Hiç düşünmeden,
-Organik, derler.
Ya da
Endemik mi?
-Endemik.
Nallıhan’da yeşillik aldık.
Milletin efendisi köylü,
Hiç organik demedi.
Ama
Zaten,
Sebzeler’’ben organik’’im diyordu.
Geçenlerde gaz almaya gittim.
Organik gaz istiyorum dedim.
Satıcı;
Ama bizde organik gaz yok,
Doğal gaz var dedi.
Dedim ki
Şu sıralar, organik modası var.
Bizim gaz da organik olsun.
Ya Mehmet Öz’e ne demeli?
Ben her sene yazı dört gözle beklerim.
Bu yaz ne diyecek?
O ne derse, odur arkadaş.
Gerçi geçenlerde, O’nda da kalp sorunları başlamış ama
Olacak o kadar.

Beypazarı’na girmeye başladık.
Ve karşınızda Beypazarı Karasörü.
Karasör;
Sör’ün karası.
Kamyoncuları kamyoncu yapan;
Karasördür.
O olmasa kaçacak delik ararlar.
Karasöre güvenerek, üstüne sürerler.
(Lafımız bu şekilde yapanlara)


Beypazarı sodası.
En sevdiğim soda.
Ama sade olacak.
İlginç olan;
Bizim muhabbet kuşu, görünce çıldırıyor.
Kana kana içiyor.
Sahibine mi çekmiş?
İnözü Vadisi’nde.
Altı kilometre içeride.
Acelemiz olsa idi
Kapısına kadar dayanmak ister,
Fabrikayı incelemek isterdim.
Kaynak çıkış noktasını görmek isterdim.
Ulan bu bizim Boncuk ta bir âlem.
Sen git şarap iç,
Şalgam içme.
Bir mesaj mı veriyor acaba?

Beypazarı’na girmiyoruz.
Adı çıkmış beşe,
İnmez üçe.
Uzun vadede insanlardaki samimiyetin kaybolmaması,
Ve doğanın korunması dileği ile deyip
Devam ediyoruz.
Nallıhan’da her şey var.
Hatta
Beypazarı’na göre
Hem alan,
Hem de
Bakirlik açısından daha da şanslı ama
Henüz patlama yapamadı.
Fakat yakında,
Adriyatik kıyıları gibi olmazsa
Aha buraya yazıyorum.
(Rahmetli Anamın meşhur sözü)
Bence,
Nallıhan yakında Beypazarı’nı geçer.
Aslında
Beypazarı ile Nallıhan gezisi beraber de yapılabilir.
Bakalım,
Zaman neyi gösterecek?

Hemen önümüzde bir kamyon.
Eşya taşıyor.
Evden eve.
Taşınmak;
Dünyanın en zor işlerinden olsa gerek.
Belki de bu nedenle,
Leylekler,
Göç zamanı,
O kadar yeri gezip
Yıllarca aynı yuvaya gelir.

Kuş Cenneti levhası görüyoruz.
Öbür dünyada cenneti,
Ya da
Cehennemi görmek elbette Allah’ın takdiri.
Ama ya göremezsek?
İşte bu nedenle,
Hemen cennete gidiyoruz,
Adı kuş ta olsa.
Ki
Kuşlar uçmasa,
Mutluluk olmaz.
Kuşlar her zaman uçmalı.
Fakat
Bayanlar ayrı sever,
Erkekler ayrı sever, kuşları.
Erkekler paylaşabilir,
Bayanlar, asla.

Kuşlar ne kadar şanslı.
Bu dünyada yaşarken cenneti gören tek canlılar.
Başka
Cenneti olan var mı acaba?
Yatağan Termik Santralını herkes bilir.
Bu arada,
Yatağan rahmetli Halikarnas Balıkçısı,
Cevat Şakir Kabaağaçlı’nı kayığının adıdır.
Neden?
Çünkü
Sık sık gündeme gelir.
Ya Çayırhan’ı?
Valla ben ilk kez yanından geçerken öğrendim.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ay%C4%B1rhan_Termik_Santrali
Burada da termik santral varmış.
Kömürden elektrik elde edilmesi bana pek sıcak gelmiyor, nedense.
Tıpkı
Nükleer santralar gibi.
Enerji mümkün mertebe doğal yöntemlerle elde edilmeli.
Tabi doğayı koruyarak.
Nükleer enerji Japonya’da kendini gösterdi,
Çernobil’den sonra.
HES’ler ise doğanın biraz içine etti.
Kömür desen,
Çevreyi maalesef kirletiyor.
Sarıyar Hidroelektrik Santralı ise
Sempatik geliyor, nedense.

Bacadan tüten dumanları görünce,
Yüzde yüz dumansız hava sahası geliyor aklıma.
Demek ki
Yüzde yüz dumansız hava sahası demek;
Fabrikaların kapanması,
İşsizlik,
Elektrik kesintileri...

Anladığım kadarı ile
Ciner Grubu sahibi.
Gücü Özgürlüğünde.
Hem ticaret,
Hem medya.
Ateşle barut gibi
İkisi bir arada olabilir mi acaba?

Son zamanlarda,
Köy Camiilerine çok merak sardım.
İki nedenle;
İmkânım olsa,
Hepsinin fotoğraflarını çekip bir katalog yapmak,
Ya da
Sergi açmak isterdim.
Neden bir Mimar Sinan daha çıkmıyor, acaba?
Ya da var,
Biz mi bilmiyoruz.
Sergi deyince,
Babamla beraber,
Vakti zamanında az karpuz sergisi açmadık?
Seçmece bunlar, diye diye
Yüce Mevla’mın yaratımlarını az satmadık?
Ki bir sergide,
Sergilenen her şey zor satılır.

Çayırhan’a bayıldım.
Bayıldım.
Bayıldım.
Eşim hemen ambulans çağırdı.
Neden mi?
Çayırhan’da deniz var.
Çayırhan’da kuşlar,
Çayırhan’da huzur.
Doğallık…
Daha ne olsun?

Ey Sakarya Nehri sen nelere kadirsin.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sakarya_Nehri
Nasıl ki
İnsan kalbinde üç tane ana damar varsa
Sende bu ülkenin ana damarlarından birisin.
Sendeki bir tıkanma,
Anjiyo ister,
Stend,
Ya da
Cerrahi bir müdahale.

Ve
Sakarya Meydan Muhaberesi’nde,
Şehit kanları ile sulanmış,
Sakarya Nehri.
Plan ne kadar basit;
Sakarya Nehrinin doğusuna çekilmek.
Ve
Hattı Müdaa Yoktur,
Sattı Müdafaa Vardır,
O Satıh;
Tüm Vatandır.
Şimdi ise
Yollarda şu yazı dikkat çekiyor;
Bozuk satıh.

Çayırhan’da gördüğüm leylekleri, topluca.
Bir başka yerde görmedim.
Yaklaşık yüz kadardılar.
Eşimin müzelik fotoğraf makinesinin yakınlaştırma ünitesi olmayınca,
Sessizce yaklaşmaya çalıştım ama
Haklı olarak, uçtular,
Karşı sahile.
En son beş tane kaldı.
Sanki bana inat, beklediler.
Beklediler…
Biri pır diye uçunca,
Elde kalan sıfır.
Nerden bilsinler,
Benden Onlara zarar gelmez.
Bilseler kaçarlar mı?

Leylek sürüsü içinde,
Neden bir başka tür kuş yok?
Neden hayvanlar âleminde,
Bir tür,
Diğer türe karışmıyor?
Yoksa
Bize bir mesaj mı var?


Şu tür binaları görünce bayılıyorum.
Şeytan diyor ki
Hemen al,
Özünü koruyarak,
Tadilat et.
Rezidans mı?
Burası mı?
Elbette burası.


Keçileri Nerede Kaçırdım-3?

Her şey iyi güzelde,
Doğal yerlere atılan şu naylon ve plastik atıklara ne demeli?
Bunları kim toplayacak?
Neden medeni ülkelerde bu gibi şeylere rastlanmıyor?
Kuran-ı Kerim’deki oku emrinden sonra,
Öğretim ve eğitimde,
Doğayı koru mu olmalı mı ilk cümle?

Baraj doğal.
Bu doğal ortam içinde,
Termik Santralın işi ne diye soruyor,
İnsan ister istemez.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sar%C4%B1yar_Baraj%C4%B1_ve_Hidroelektrik_Santrali
Hâlbuki bu kömürler,
Fakir halkımıza dağıta dağıta bitirilebilirdi.
Hem de
Çevre kirlenmezdi.

Geldik Juliopolis’e.
http://www.cayirhan.bel.tr/sayfa.php?a_goster=4
Kazılar devam ediyor.
Ama biraz yavaş.
Özel yetkili savcılar duruma el mi koysa?
Mahkemece henüz adı tescillenmemiş
Ergenekondu sanıkları,
Buraya da bir şeyler gömün ki
Kazılara hemen başlansın.
Yoksa bitmez valla.
Bilirim bu arkeologları.
Üç günlük işi
Üç asıra yayarlar valla.
Truva’yı kazan,
Henrich Schliemann
Hazineyi bir an için bulmak için,
Burayı mezarlık gibi kazmış.
Ama Batılı kaynaklar da şöyle der;
Modern arkeolojinin babası.
Bu arada işsiz arkeologlar,
Mezarlıklarda görevlendirilsin ki
Kazılar bilimsel olsun.
Ben hayatımda hiçbir şey kazımadım diyen yalan söyler.
Kazımıştır,
Ya kazı kazan,
Ya da
Sakal.
Bayan ise ağda.

Kazılar devam ettiği için,
Kazı Merkezine girmek yasak levhalarına uyup girmedik.
Ama
Burası gerçekten bir antik kent;


Burası da kuş cenneti.
O anda kuşum Aydın geliyor, aklıma.
Şimdi nerelerde?
Bir ara,
Hangi kanalı açsak,
Kuşum Aydın çıkardı, karşımıza.

Kayıp Kent Juliapolis’te gezerken, etrafında.
Aklımdan kim kaybetti?
Kayıp ilanı verildi mi?
Bulana ödül var mı gibi anlamsız cümleler geçiyor.
O zamanlar,
1956 yılında işletmeye açılan Sarıyar Barajı altında kalmış olmasın?
Kütahya’daki
Bergama’nın 18 km kuzey doğusunda, Bergama-İvrindi karayolunun 25.km,sindeki
Allionai yerleşim alanı gibi
Sular altında kalmasın?
Kazı-kazan oynayanlar,
Hiç antik şehir bulmuş mudur?
Amma antikasın diyenler,
İltifat mı ederler?


Çayırhan Çevresi,
Ot kaynıyor.
Özellikle turp otu.
Birden inek olasım geldi.
Ot yiyen hayvanlar, uysal
Et yiyenler vahşi olur.
İşte bu nedenle ben;
Otçuyum.
Okul yıllarımda da
Az otlamamıştım.
Epostamı söylerken bile
@ işaretine et demem, ot derim.
Aslında, vejeteryanlar için, fena fikir değil.
Ali@(ot)yahoo.com


Çayırhan’da toprak;
Yeşil.
Muhtemelen Yeşil buralı olmalı.
Yine yeşillendi fındık dalları yerine;
Yalnız benim için bak yeşil yeşil diyor.
Hani yosun rengi gözlerin olacaktı, senin?

Yeşil’i arayanlar,
İşte Yeşil burada.

Leylekler görüyoruz,
Yuvalarında.
Ama epeyce yüksekte.
Kimse ulaşamaz.
Rahatsız edemez.
Asansöre desen, hiç ihtiyacı yok.
Özellikle antik kentlerdeki sütunların gönüllü sadık bekçisi.

Ağaçlar çiçek açmış.
Ferdi’den,
‘’Çiçekler açtı,
Böcekler öttü,
Seni görmedim huzurum kaçtı geliyor, aklıma.


Yeşil bu kadar mı yeşil olabilir?
Başındaki hece bile
Ye ile başlıyor.
İnsanın içi açılıyor.
İçi açılmışken, apandisit ameliyatı.

Bayılıyorum,
Taş yollara.
Belki hala taş devrindeyim.
Ya da
Yüreğim taş bağladı.
Çayırhan’da 23 Nisan çelenkleri.
Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir, diyor bir kesim,
Diğeri ise
Ama diyor,
Cumhuriyet;
Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.
Bence
Her ikisi.


Çayırhan Turizm Bürosu.
Ama kapalı.
Çünkü
Hafta sonu ve tatil.
Zaten bizde turizm büroları,
Turist varken kapalı,
Yokken açıktır.
Çünkü
Herkes gider, Mersin’e.
Nasrettin Hoca,
Ters biner eşeğe.

Taksicilere diyoruz ki
Yok mu broşür?
Maalesef yok
Ama bir taksici,
Bir dükkana girdi,
Camdaki bronşütü camdan söküp bize getirdi.
Halkımız, bu kadar da yaratıcı.
Ve
Samimi.

Sağda bir inşaat.
Osmanlı dönemi,
Hanlara benziyor.
İşte han,
İşte hamam.
Güller dikkat çekici.
Güller…
Keşke adım Gül olsa idi.
Papağan gibi
‘’Gül’ü seven dikenine katlanır’’ derdim.
Sanki
Aşkını seven şeyine katlanır der gibi.


İşaret diyor ki
Dikkat hayvan çıkabilir.
Muzip halkımızdan biri de şöyle yazmış üzerine;
Dikkat aydın çıkabilir.
Bakıyorum, haritadan;
Aydın yerinde duruyor.

Nallahan Tanıtım Panosu
3 KM diyor.
Böyle bir şeyi ilk kez görüyorum.
Ve Nallıhan’ın rehber broşürü,
Gördüğüm en iyisi.
Kim akıl etti ise
Kim emek harcadı ise
Emeklerine sağlık.


İşte Kuş Cenneti.
Çıplaklar kampında,
Hepsi erkek olan kampta tek dişi geliyor, aklıma.
Ben de yalıçapkını kuşunu üç yıl gözlemledim.
Sonuç;
Çapkınlığın tüm sırlarını veriyor.

Bu kuşlar,
Sünnet oluyor mu diye soruyorum?


İşte Nallıhan Tanıtım Levhası.
İlk kez görüyorum,
Ve tebrik ediyorum.
Ama reklam;
İçten dışa değil,
Dıştan içe mi olmalı?
Pazarlama o kadar önemli ki
Pazartesilime yoktur,
Ya da
Salılama,
Cumalama keza öyle.


Keçileri Nerede Kaçırdım-4?
Önümüzde bir araç.
Arkasında,
Uzun Araç yazıyor.
Ne kadar kompleksli.
Siz hiç uzun boylu bir insanın,
Önünde ve arkasında,
Uzun insan yazısı gördünüz mü?

Koyunları görüyorum,
Otlayan.
Rahmetli Tanju Okan’dan;
O anda,
İşte bu benim halkım şarkısı geliyor,
Radyodan.
Başlarında çoban,
Ve köpekleri.

Gökkuşağının renkleri gibi
Toprak renkleri var,
Nallıhan’da.
Sarı,
Kırmızı,
Yeşil,
Açık kahve,
Koyu kahve…
Ama
Lacivert göremedim.
Doğa da cimbomlu maalesef.
Fenerliler ne der bu işe bilemem.
Ama
Her burunda bir fener var,
Çevresinde bahçesi.
Her insanda bir burun,
Burunda fener.
O halde
Her insan doğuştan Fenerli!

Doğayı koruyamıyoruz maalesef.
Bir kızımız vardı;
Doğa Bekleriz.
Hani şu kulaklarını Japon yapıştırıcı ile yapıştıran.
Birden ortadan kayboldu.
Şimdi kim bilir nerelerde?

Yolda sollama yapmak yasak işareti.
Acaba
Sol bundan mı gelişmiyor, dersiniz?
İngiltere gibi
Sağdan mı versek?
Ağaçlar o kadar güzel çiçek açmış ki
Bu kadar güzel kim süsleyebilir?
Allah’tan başka.
Çiçek açmış ağaç gibi
Bir süsleme yapsın,
Süslemeciler,
Alınlarından öpeyim.

İlk ziyaret yerimiz;
Tabduk Emre Türbesi.
Nallıhan’ı öyle güzel işaretlemişler ki
Yanınıza harita almanıza gerek yok.
Sadece tabelaları takip etmeniz yeterli.

Hani Amerikalılar Kola üzerine yazarlar ya
Buradan açınız.
Ya da
Tahta yola;
Yağışlı havalarda kaygan olur.
Aynen öyle.
Kim akıl etti ise
Bravo.
Şimdiye kadar gördüğüm en güzel uygulama.
Bu gayretlerini dıştan içe doğru getirdikleri anda,
Turizmin yükselen yıldızı;
Nallıhan.
Aha buraya yazıyorum.

Tabduk Emre Türbesine giderken,
Sarıyar Barajı ve Milalıçcık yol üzerindeler.
Yani kendinizi bir anda,
Eskişehir’de de bulabilirsiniz.

Bir tane minik kulübe.
Çevresi duvar yazıları ile dolu.
Ulan ne kadar meraklıyız,
Şu okul sıralarına,
Tuvalet kapı arkalarına yazmaya?
En kötüsü de;
Bir cep numarası,
Kim bilir kimin?
‘’Ben ibneyim’’
Ara beni.
Seni nasıl mutlu ederim?

Yolda sağlı sollu ağaçlar.
Keşke bir yere,
Bunlar ne ağacı?
Kısa bir bilgi.


Karı koca
Tarlalarında çalışıyorlar.
O an aklıma
Orhan’dan,
‘’Ben topraktan bir canım geliyor’’
Biz her zaman tarım ülkesi olmalıyız.
Ve öyle kalmalıyız.
Tarım ülkesi aç kalmaz.
Tamam, sanayi de gelişsin ama
Tarım,
Tarım,
Tarım…
Aç kalan insanlar,
Uçak yemez,
Tank yemez,
Top yemez,
Birbirini yer.
Rahmetli Anam derdi ki
Allah insanları açlıktan terbiye etmesin.
Bu sahne 72nci koğuşta mükemmel canlandırılmış.
Üst katta torpilli mahkûmlar,
Yedikleri tavuk butlarını aşağı atıyorlar,
Avludaki mahkûmlar ise
Onu ele geçirmek için birbirlerini yiyorlar.

Bağcılık çok gelişiyor,
Nallıhan’da.
Ama şarap üretimi yok.
Bir marka yaratmaları lazım.
Kalecik Karası gibi.
Bu işten para kazanmak istiyorlarsa,
Şirince gibi olmaları lazım, mesela.
Ama
Bağcılığa inanılmaz şekilde asılıyorlar.
Bu gidişle maalesef birçok kişi günaha girecek.

Tabduk Emre Türbesi’ne geldik.
Yunus Emre’yi Yunus yapan;
Tabduk Emre.
http://www.emrekoyu.site88.net/tabduk-emre.html

‘’Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.’’
Sanki beni anlatmış,
Tabduk Emre.
Malım az ama
Yalanım epey bol.
Bu kadar yazı içinde,
Kim bilir ne kadar desteksiz atışlarımız vardır?

Sağ tarafta,
Gelincikler.
Genç yaşta evlenenlere ne denir?
Gelincik.
Peki,
Geline gelin de
Damata neden gidin demez halkımız?

Türbeye giderken sağlı sollu
Yunus Emre’ye ait dörtlükler.
İnsan okuyunca irkiliyor.
Öyle derin ki
Bu derinlikte denizaltı bile kaybolur.
http://www.yunusemre.net/


Hani bugünlerde kutuplaşmadan çok bahsediliyor ya
İşte reçetesi.
İşte bu nedenle, Yunus Emre,
Yunus Emre.
Söz kutuplaşmadan açılmış iken
Akü diyor ki
Kutuplaşma olmasa,
Elektrik olmaz.
Ama
Kutup başları belli olmalı,
Pozitif olanlar, canlı uçlara
Negatif olanlar şase.
Yoksa motor çalışmaz.
Ama
Sinsi olmamalı,
Kutup başları.


Bu da
Etiket peşinde koşanlara;
Kapak olsun.


Bu da
Tabduk Emre Naşı.
Nur içinde yatsın.
Ruhuna Fatiha.
Yunus gibi birini yetiştirmiş,
Ne mutlu.
Nasıl ki Mevlana’yı Mevlana yapan Şems
Yunus’u da Yunus yapan;
Tabduk Emre.

Valla millet son zamanlarda
SPA’cı oldu,
Ben ise eşekçi.
Tabduk Emre Türbesi’nin hemen yanında eşeği görünce,
Hemen yanına gittim.
Biraz Eşekçe konuştum.
O da bana;
Güle güle dedi.

Ne para kazanma derdi,
Ne harcama.
Faturalar…
Aidatlar,
Ödemeler…
Tek derdi var;
Ot yemek.
Üstüne su.
Yük vursan,
Bana mısın demez.
İstediği yer ve zamanda anırır.
Kimse bir şey demediği gibi
Üstüne severler,
Bak ne güzel anırıyor.
Ulan sen sesini çıkarsan,
Anında işten atarlar.
Gözler desen?
Lenssiz.
Canını sıkan olursa, teper.
Eşek mi olsak idik acaba?


Nallıhan ot kaynıyor.
Ot.
Bana göre ot turları başlamalı.
Spor kıyafeti,
Bıçak,
Torba.
Otları topluyoruz.
Karnımız acıkınca mola.
Pişiriyoruz,
Otu otların içinde yiyoruz.
Ve geviş getiriyoruz.
Kalanları eve.
Buna ot turizmi diyorum ben.
Sadece vejeterjanlar değil,
Otu seven herkes.

Bölgede o kadar leylek yuvası var ki
Bu da buraların ne kadar huzurlu olduğunun göstergesi.
Sanki
Zülfü’den,
Leylim Ley söyler bir halleri var.

Tabduk Emre’nin bulunduğu Emre Sultan Köyü,
Tam kafa dinleme yeri.
Ben şehirden sıkıldım.
Kafa dinleyeceğim.
Köy hayatı yaşamak isteyenlere duyurulur.


İşte Sakarya nehri.
Huzur var.
Sakinlik.
Doğallık.
Daha ne olsun?
Bir tek balık avlamak yasak.
Tribüne giderken,
Balıkları süzen bir sistem var mı diye sordum.
Süzme işi yokmuş.
Yani
Balık Izgara.


İşte
Bu değirmenin suyu nereden geliyor sorusunun yanıtı.


İşte Sarıyar Barajı’nın elektrik elde edildiği tribünler.
Bu tribünlerde,
Hiç seyirci yok.
Elektrik var.
Senden bir türlü elektrik alamıyorum diyenler,
Buraya gelsin.
Buradan da alamazlarsa,
Valla yapacak bir şey yok.



Toprak renkleri çok etkileyici.
Sanki boyanmış.
Yanına Kırmızı.
Doğa bile GS’lı.

Geldik Sarıyar Barajına,
http://www.varbak.com/sar%C4%B1yar-baraj%C4%B1
1 Mart 1953 yılında başlanmış,
2 Aralık 1956 yılında ikmale başlamış.
Rahmetli Menderes buraya sık sık gelir.


Buradan çalışmaları izlermiş.
Türkiye’nin ilk Hidroelektrik barajı olan Sarıyar,
Atatürk ve Keban’dan sonra hala üçüncü büyük barajı.
Bu izleme yerine,
İnsan not yazar.
Tabela koyar.
Rahmetli Menderes’in resimlerini.
http://urun.gittigidiyor.com/1956-SARIYAR-BARAJI-HIDROELEKTRIK-SANTRAL-KITAP_W0QQidZZ29262294
Ve reklamını yapar.
Acayip ziyaretçi çeker gibi hissettim.
Hatta
Kısa zamanda bir türbeye bile dönüşebilir.
Asılacağını bilse idi,
Kendini buradan atar mıydı acaba?
Efendim bizler ilginç bir milletiz.
Önce asar,
Sonra severiz.
Keşke çamaşır bile asılmasa?
Sadece
Asma olsun,
Üzüm,
Ve şarap.

İşte bu nedenle ben,
Askıya elbiselerimi asmıyorum.
Eşim de haklı olarak kızıyor.
Hep ben mi asacağım?
Sen neden asmıyorsun diyor?
Ben de
Benden olmasa olmasa
Cellât olmaz.
Bırak canlıyı,
Elbise bile asamam ben.


İşte barajda toplanan suların sekiz metre çapındaki boru ile
Tribünlere gittiği yer.
Bir nevi barajda toplanan suların çıkış noktası.
Buradan tribün ve
Sakarya Nehri’ne akış.


İşte keçileri kaçırdığım yer.
İspatı.
Var mı itirazı.
Psikiyatrların bile bu şekilde ispatlamayacağı belge.
Bakın,
Keçiler kaçıyor…
İşte Nallıhan böyle bir yer.
Keçiler hem böyle kaçar,
Hem de
Öyle bir doğa,
Manzara var ki
Bayılır, keçileri kaçırırsınız.


Horoz diyor ki
Bir çöplükte bir horoz olur.
Erken öten horozu hemen keserler.
Silahta en önemli parça;
Horoz.
Var mı bana yan bakan?
Denizli’nin de horozları neymiş?
Sen benim ötüşümü bir görsen.
Bu horoz olmasa?
Yumurta nasıl olur?
Doğal uyandırma servisi.
Çok eşli.
Horoz der ki
Valla ben kıçımı yırtsam,
Uyanmayan, uyanmaz.
Sizi ne kadar uyandırmaya çalışsam,
Uyanmaya niyetiniz yoksa
Ben ne yapayım?
Böyle gelmiş,
Böyle gidersiniz.
Uyumaya devam edin.
Uyuyun,
Uyuyun…
Sizi gidi uykucular.


Şu binlar,
Romalılar döneminden kalmış desem?
Ya da
Romalı Perihan bu evde doğu desem?


Keçileri Nerede Kaçırdım-5


Burası Kayıkbaşı diye adlandırılan yer.
Balıkçıların iş başı yaptıkları sığ koy.
Bu kadar mı sessiz,
Doğal olur?
Fış fış kayıkçı,
Kayıkçının küreği.
Tüm kayıklar kıyıya çekilmiş.
Sadece bir tanesi iş başında.
En çok sazan varmış.
Benim yükselen burcum;
Sazan.
Her şeye atlarım.
Yalnız bir şey eksik.
Devasa bir tuvalet binası yapmışlar.
Kimse dağa taşa yapmıyacak ama
Şöyle bir köy kahvesi,
Ya da
Yöresel yemeklerin yenildiği hiç te fena olmaz.
Cız-bız yerleri hazır,
Kendin pişir,
Eşine yedir ama
Biraz sosyal tesis istiyor,
Doğallığı bozmadan.

Bu kayığı çekerken,
Halikarnas Balıkçısı geliyor, aklıma.
İlk profesyonel rehber.
Bodrum’u Bodrum yapan,
Kayığının ismi ile
Yatağan’a ismini veren.
Birçok eseri ve tercümeleri bulunan;
Cevat Şakir Kabaağaçlı.
Anadolu, Anadolu diyen.
Ama
Hiçbir zaman,
Ben Anadolu çocuğuyum demeyen.
Başta Yunan Uygarlıkları olmak üzere,
Birçok uygarlığın anavatanı;
Anadolu diyen Balıkçı.
Eserlerini okumaktan büyük keyif aldığım,
Bunları ne zaman okumuş?
Bunlar nasıl yorumlar diye hayran kaldığım Balıkçı
Seni, rahmet, minnet ve saygı ile anıyorum.
Nur içinde yat.



Ernest Hemingway,
Burada yazmasın?
Yaşlı Adam ve Deniz’i.
Bu kayık o kayık olmasın?
Büyük balık küçük balığı yutar ama
O da
Zokayı yutar.
Ve böyle bir kayıkla,
Tıngır, mıngır kıyıya gelir.

Halkımız,
Tarihine sahip çıkıyor.
Asmış bayrakları.
Unutturamaz seni hiç kimse diyor,
Ata’sına.
Emperyalist güçler ve de samimi yandaşları,
Ne yapsanız etseniz de
Bazı şeyleri unutturmanız mümkün değil.
Hadi her yeri ele geçirdiniz,
Ruhları ne yapacaksınız?
Tuzruhu değil ki bu.
Dök, tuvalet deliğine.
Aksın gitsin.
Ruh.


İşte burcum;
Ayıtır söylemesi,
Övünmek gibi olmasın,
Öküz burcuyum.
Zaten hemen anladı,
Tatlı tatlı bakmaya başladı.
Ne de olsa
Burç burcu çekiyor.
Yükselenim ise
Merdiven.
Elliye merdiven dayadım.

İşte,
‘’Bağa girdim,
Bağ budanmış,
Bağa bülbül dadanmış.
Onbeş yaşında da
Nazife Hanım,
Kimlere aldanmış’’
Yazıldığı yer.
Bayılıyorum şu türkülerimize.
Allah uzun ömürler versin,
Tatlıses saldırıya uğradıktan sonra,
Kendine gelince şöyle demiş;
Ne Mutlu Türkü Söyleyene.
Tek çözemediğim;
Einstein de çok zorlanırdı;
Minareden at beni, in aşağı tut beni.

Geldik,
Nallıhan şehir merkezine.
İlk gözüme çarpan;
Bu yeşillikler oldu.
Organik demeye gerek var mı?
Ya da
Tarla domatesi.
Bana her şey seni hatırlatıyor, der gibi
Görüntü her şeyi anlatıyor.
Fazla söze ne hacet.

Bu yeşilliği görünce,
Etkilenmemek elde değil;
Dağdaki keçilerden sonra,
Ben yine
Keçileri kaçırdım.
Zaten
Nallıhan’a gelirseniz,
Sürekli keçileri kaçıracaksınız.
Kaçırmamak mümkün değil.
Burada tesadüfen Vahit Hoca ile tanıştık.
Sağolsun,
Kendisi bize gönüllü rehberlik yaptı.
Aracın bagajını yeşillik ile beş lira gibi astronomik bir rakama doldurduk.
Üstüne Vahit Hoca demesin mi?
Fazla almadın değil mi?
Saat 1500 olmuştu,
Ve aç ayı oynamazdı.
Yöresel yemek yiyelim dedik,
Yöresel ama
Nallıhan Beypazarı gibi değil bu konuda.
Ha deyince hemen olmuyor.
Bu bir eksiklik,
Bunu en kısa zamanda gidermeleri gerekir.
Neyse
Dostlar Lokantasına gittik.
Laf lafı açtı,
Fal falı.
Mideler, doldu doldu taştı.
Üstüne şekerli kahveler.
Nallıhan güveci beğendim.


Salatanın manzarası çok güzeldi.
Pilav da henüz pirinç tarlasından yeni toplanmıştı.
Hem karım,
Hem de
Karnım doymuştu.
Hocamızın eşliğinde,
İlk durak;
İpek iğnesi oymaları ile meşhur,

El yapımı göz nuru eserleri görmek.
Bir kitap alalım dedik,
Nallıhan’ı anlatan,
Önce ücretli, sonra ücretsiz dediler.
Bu olmadı.

Valla ben,
İğne oymasından anlamam.
Anladığım tek oyma;
Matkap ile oymak.
Sırf bu nedenle,
Dişçi olmayı çok isterdim.
Ulan hem bir güzel oyuyorsun,
Hem de
Koyuyorsun, dolguyu.
Üstüne teşekkür,
Borcumuz ne kadar?


Şeytan diyor ki
Al şu binayı.
Zaten satılıkmış ama çok istiyorlarmış.
Ne kadar dedim?
300000 TL imiş.
Pansiyonculuk yap.
Aslına uygun iyileştirme çalışmaları.
Şehrin göbeğinde,
Karşısında Dostlar Lokantası.
İşte burada,
Devletin destek olması lazım.
Kredi desteği ile bu gibi yerleri işletmeye dönüştürmek lazım.
Turizm Bakanı mı olsam ne?
Ama
Yerim dar,
Oynamasını bilemem.
Baltayı taşa vurunca vurdum derim.
Baltanın ucu kazara değmiş diyemem ki.

Sonra,
Tavuk döner,
Et döner,
Sucuk döner yiyemem.
İşte bu nedenle
Pek dönemem.
Mevsim çilek mevsimi.
Çile ile başlayan kelime,
Sonuna bir –k- harfi eklenince,
Nasıl da çileğe dönüşüyor.
Sanki
Çilenin sonu çilek der gibi.

Rivayete göre
Köroğlu Hana gelir,
Ve burada atının nalı düşer.
Bu nalı, Hanın üzerine asarlar.
İşte adı buradan geliyor,
Nallıhan’ın.

Bu Han restore edilmiş.
Dükkanlar yapılmış.

Ama şu aşamada pek tuttu denemez.
Ya canlandırılması lazım.
Ya da
Alaçatı,
Beypazarı,
Şirince de olduğu gibi doğal akışında,
Şöyle bir kilometrelik sağlı sollu dükkanlar olacak.
Yöresel ürünler satılacak.
Nallıhan’a özgü ne varsa.
En başa da otları koymak lazım.


Burada Hamiyet Hanım ile tanıştık.
Hem ressam
Hem de
Oymacılık öğretmeni.
Neler yapmışlar ki
Argoda ‘’seni bir oyarsam’’ da geçen,
Oyma eylemini,
O kadar güzel hale getirmişler ki
Hemen orada oyulasım geldi.
Resmen sanat olmuş,
Oyma.
Böyle oymalara can kurban.
Hocamız dünyanın her yerine eserlerini gönderiyor.
Ve büyük övgü alıyor.


Bu eserleri görünce,
Yine keçileri kaçırasım geldi.
Ne denebilir ki
Mükemmel.
Hocamız alkışlar,
Alkışlar…
Ama bu sefer bayılmadım.
Önce ambulans var mı?
Ne kadar zamanda burada olur?
Baktım iş uzayacak,
Bayılmaktan vazgeçtim.
Ama eşimin ağzının suları aktı.
Hemen bir peçete verdim,
Sildi.


Şimdi bir reklâm.
Hamiyet Gürelli.
Nallıhan.
Kime sorsanız bilir,
Gösterir.
Alma niyeti olanlar,
Hamiyet Hocam sizleri bekliyor.



Bendeki tahtaların eksikliğinden olsa gerek,
Tahtadan işleri çok seviyorum.
Bana kalsa hemen almıştım.
İçine su ya da ayran koyup içiyorsun.
Ama eşim istemedi.
Ben de yuvayı dişi kuş yapar diyerek, üstelemedim.
Ama oldukça ilginç ve değişik geldi.

Üç tane balta aldık.
On liraya.
Dedim ki
Ya bu güzel olmuş ta
Hani bizde bir söz vardır;
Baltayı taşa vurmak diye.
Tahta yerine taş koysanız?
Ve bu sözümüzü,
Hem Türkçe
Hem de
İngilizce uygun bir yere yazsanız?



İşte meşhur çıkrık.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87%C4%B1kr%C4%B1k
Aklıma Çıkrıkçılar Yokuşu geliyor.
Ve de
Çıkıkçılar.
Bir yerin mi çıktı.
Gidiyorsun, yerine takıyor.
Hem de bu zamanda, hala.
Ortopedistler ne der bu işe?



Ve kozalaklardan yapılmış,
Bir sepet.
Sepet sepet yumurta,
Beni sakın unutma, der gibi.
Kozalak ve mangal.
Ben sana abayı yaktım diyen Gülben,
Mangalı yaksa,
Evliliğini kurtarır mıydı acaba?



Nesli tükenmek üzere olan,
Bir Anadol görüyoruz,
Anadolu yollarında.
Kim koydu ise
Ne kadar güzel bir isim.
Anadol.
İşte size üretilen yerli araba.
Eskişehir’deki Devrim Arabalarından sonra.
Ben Anadolu Çocuğuyum demiyor da
Sanki
Anadolu Arabasıyım der hali var.



İşte Nasuhpaşa Camii,
1595 yılı yapımı.
Fotoğrafı çekerken, kareye telleri ve kabloları sokmamaya çalışıyorum ama
Nafile.
1911 yılında yol yapımında çalışan Fransız,
Bu camiyi aslına uygun olarak yaptırmış.
Yani
Fransız kalmamış.
Bu Fransız’ı ben rahmet ve minnetle anıyorum.
Fransa nere,
Nallıhan nere?
Sen kalk oralardan buralara gel,
Ve bu camiyi yaptır.
Rahmetli Barış’ın tabiri ile
Alkış.



Akdere Köyü hala Köy.
En son çıkan yasa etkilese idi
Mahalle olacaktı.
Bilinçli olarak bu köyü koruyalım demişler
Ve epey yatırım yapmışlar.
Ben ne zaman Çeşme görsem,
Aklıma;
Ferdi Çeşme’yi burada mı besteledi gelir.


Konakları onarmışlar.
Devlet desteği ile.
Güzel olmuş.
İnşallah en yakın zamanda pansiyon hayatı gelişir.
O esnada çeşme dikkatimi çekti.
Plastik.
Dedim ki
Bunu eski bir çeşme ile değiştirseniz çok daha iyi olacak.
Her şey eski iken,
Yeni bir şey sırıtıyor.

Vahit Hocamızın arkadaşları ile tanıştık.
Sağ olsunlar hemen çay ikram ettiler.
İşte benim,
Anadolu insanım.
Saf ve temiz,
Samimi,
Karşılık beklemez,
Gözünün içine bakar.
Bir dahaki sefere haber verin,
Ne isterseniz yapalım dediler.



Bu lale,
Sadece Nallıhan’da yetişirmiş.
Ve bahçe süslemelerinde de lale desenleri var.
Lale Devri geliyor, aklıma.
O zamanda yaşamak lazımmış.
Çalsın sazlar,
Oynasın kızlar.
Ve Sibel Can’dan Lale Devri İnsanlarıyız…
Ulan Patrona Halil,
Sen de nereden çıktın?
Ne güzel,
Lale Devri devam edecekti.
Hollanda bile hala bizden alacaktı laleleri.
Paraları Leyla’ya değil,
Laleye basacaktık.




Geldik Hoşebe Mesire yerine.
Bu yazıyı okuyan Adanalı varsa,
Mangalları kapın,
Hemen gelin buraya.
Gülben’den
‘’Ben sana mangalı yaktım’’ eşliğinde
Yanında da bıcı bıcı.

Burası özellikle okul turları için ideal.
Atıştırmaların yapılacağı,
En uygun mekânlardan birisi.


Olur olmadık yerlerde bile
Ben
ÖDTÜ’lüyüm diyen,
Bir komşumuz vardı,
ÖDTÜ’nün Eymir’i olur da
Nallıhan’ın olmaz mı?
Saptık, Eymir’e dört kilometre.



Eymir,
Köy.
Bu binaları restore edip
Pansiyonculuk.
Köy hayatını yerinde görecekler.
Tavuk,
Köy yumurtası,
Köy kahvaltısı,
Her şey burada yaşanacak ve hissedilecek,
Eymir’de.


ÖDTÜ Eymir Gölü’ne herkes giremiyor.
ÖDTÜ’lü olmak gerekiyor.
Ulan dedik,
Bari bu Eymir’e girelim dedik.
Aynı zamanda burası da bir kuş cenneti.
Cennetin tabelası yoktu.
Yolu ise kaçırdık.
Az gittik,
Uz gittik,
Dere tepe düz gittik,
Geri döndük.
Yola girdik,
Maalesef kötü yola düştük.
Hemen geri döndük.
Ulan Eymir alacağın olsun,
Bir dahaki sefere
Tabanvay gelmezsem?
O güzelim kuşları görmezsem?



Ne zaman koyunları görsem,
Radyoda Tanju Okan’dan,
İşte bu benim halkım çalmaz mı?
Tesadüfün bu kadarı?
ÖSYM Şifresi mi bunlar?



Ve işte
Adına mahzar salatası olan;
Çoban.
Başka hangi mesleğin salatası var?
Kavalı yoktu ama asası ve köpeği hemen yanında.
Köpek bana şöyle bir baktı;
Kardeşim dedi;
Seni ısırsam,
Dişlerime yazık.

Yönetim karmaşık gibi de görünse,
En basit anlatımını;
Çoban verir.
Kaval,
Aba,
Köpekler,
Ve koyunlar…
Koyunların karnı doyduğu sürece,
Su içtikleri sürece,
Yalaklardan sorun çıkmaz.
Ama
Çakal,
Tilki,
Ve yırtıcı hayvanlara dikkat etmek lazım.



Rezidanslarda yaşamak yerine,
Aha şurada yaşamak isterdim.
Doğa,
Doğal yaşam,
Doğaya bekleriz, der gibiler.
Arkadaş bu doğallık kayboldu mu?
İnsan ilişkilerinde de
Doğallıklar kayboluyor.
Var mı itirazı olan?



Bakın,
Doğada arabalar bile ne kadar doğal?
Ne len bu?
X5’ler, X6’lar…
Matematikte iki bilinmeyenli işlemleri beğenmeyen halkımız,
Arabaya gelince,
X’leri ne kadar bol olursa o kadar iyi olur, demekte.