11 Ekim 2011 Salı

Kefene Girmeden Kefken


Efendim,
Ne zaman hafta sonları boş kalsak,
Eşimle beraber geziyoruz, arabamızla.
Bunu ne için yapıyoruz?
Birincisi;
Büyüklerimizi örnek alıyoruz.
İkincisi;
Dünyanın en pahalı yakıtı bizde.
Gerekmese büyüklerimiz indirir,bize pahalı pahalı satmazlar.
Üçüncüsü;
Büyüklerimiz, dur durak bilmeden geziyorlar, ülkemizi ne güzel pazarlıyorlar.
Tabii ki masraf oluyor, hali ile.
Bizim de çorbada tuzumuz olsun.
Atladık, arabamıza, doksanbeş beygir.Deh de bülbül, deh deh bülbül dedik.
Yol çalışmaları bitince Memlekette artık kimse kötü yola düşemeyecek ama
Yol işaretlemeleri pek sağlıklı değil.
Bence ayrı bir şirket yapmalı.
Ve teknolojinin her imkanı kullanılmalı.
İnsan hayatı, bu.
Geri gelmez ki?
Yeni yapılan yolları anladık ta bir de eski yolların bakım çalışmaları yok mu?
Valla şu sıralar hayatta kalan bir daha kolay kolay ölmaz.
Yol teke mi düştü?
Yoksa çift mi derken ömür geçiyor.
Geçenlerde Sinop’ta Amerikalılardan kalma altmış yıllık yol gördüm.
Gönül Yazar gibi idi, mübarek.
Şimdi soru şu;
Yolu bir kez mi yapmak?
Daha yaparken bakım çalışmalarına başlamak?
Derken Kefken’e geldik.
Kefken balıkçı kasabası.
Ama turizme pek sıcak bakmıyorlar, sanki.
Biz tutarız, Kerpe’dekiler satar, havasındalar.
Sahildeki balıkçı lokantasına oturduk, sıcak sıcak taze taze denize sıfır,
Ayıp değildir, söylemesi hamsi yedik.
Balıkçı ise tuttuğu balıkları satıyor ama çok ucuz değil.
Hatta büyükşehirdekilerle aynı gibi
Ama yakındakiler araçları ile gelip taze taze alıp gidiyorlar.
İşte o an insan anlıyor, neden kartlar taze peşinde?
Üzüm üzüme baka baka kararır,
Kart tazeye baka baka gençleşir.
Balıkçı Kasabası Kefken’den,  çıktık, açık alınla,Kerpe’ye.
Kerpe bu işe gönül vermiş.
Turizm diyor başka bir şey demiyor.
Kefkenliler tutsun balığı, biz satarız diyorlar, lokantada.
Yani kafa dinlemek, sessiz ve sakin bir yer derseniz, Kefken.
Şöyle gözüm gönlüm açılsın derseniz, Kerpe.
Ben salak hayatım boyunca bir balık tutamadım.
Buradaki çocuklar ise sanki anne karnında başlıyorlar, tutmaya.
Tek balık; eşim.
O da maşallah son günlerde, balinaya döndü.
Hâlbuki ilk evlendiğimizde sanki bir çirozdu.
Ve geldik Ağva’ya.
Ne yalan söyliyeyim, Ağva’yı ilk kez Ahmet Kaya’nın bir kasedini alınca duymuştum.
Ve ada zannederdim.
Meğerse yüzü Karadeniz’e bakan, doğusunda Yeşilçay, batısında Göksu bulunan, bir nevi yarımada.
Nehirler bir yerde birleşmiş olsa idi ada olacaktı.
Üşünmedim ölçtüm Google Earth’ten, yaklaşık beşyüz metre, en dar yeri.
Birleştirilse iki akarsu, yüzyılın projesi olur,
Ve Ağva da ada olur.
Ağva ada olsa ne olur?
Ya ayva derler,
Ya da ayvayı.
Ağva’da, broşür aradım.
Tekne sahibi şöyle ucundan gösterdi.
Sormadığım kişi kalmadı, maalesef bulamadım.
Sanki tanıtmamak için özel bir gayret var.
Ya da
Gelmeyin kardeşim, biz yeterince meşhuruz zaten.
Kafa dinleyeceğim diyenlere, Yeşilçay,
Şöyle tesis göreceğim diyenlere, Göksu.
Tekne, elli tele.
Yaklaşık bir saat sürüyor.
Ağva’da, bir çantacıya gittik, valla ben bile beğendim.
O kadar çeşit çanta var ki
Hepsi de birbirinden güzel.
Eşim dayanamadı, aldı elbet.
Tasarımcıyı ise Cemil İpekçi’nin görmesini çok isterdim.
Oturduk, çay içtik dere kenarında.
Ve vidanjörlere iş çıkardık, durduk yere.
Ve geldik, Şile’ye.
Şile deyince, akla Şile bezi geliyor değil mi?
Meğerse bir o kadar Feneri varmış ama
Hemi de Deniz Feneri.
Türkiye’nin en büyük deniz feneri, Abdülmecit zamanında,1859-1860.
Memlekete kim bir çivi çaktı ise
Rahmet ve minnetle anmak lazım, ideolojik takıntılardan uzak.
Zaten ideolojik insan değil, vicdanlı insan lazım.
Çünkü
Bir insanda vicdan yoksa insan mıdır acaba?
Hani şu son zamanlarda, medyada sık sık gündeme gelen Deniz Feneri.
Kardeşlerimiz yapmış.
Gece izlemesi muhteşem.
Işıl ışıl.
Öyle yansımalar ve kırılmalar yaratıyor ki
Görmek lazım.
Hemen yanında, Şile Bezleri.
Hanım dayanır mı?
Hemen daldı, dükkana.
Ay bu ne kadar güzel,
Bunu anama,
Bunu kızıma,
Bunu sana,
Bunu da kendime derken gitti yine bizim paracıklar.
Sıra geldi, nerede kalalım meselesine.
Ulan dedik, battı balık yan gider,
Atın ölümü arpadan olsun,
Dünyaya bir daha mı gelicez?
Denize fısır bir yer, seçtik.
Düğün olmasın mı, otelde?
Bir kere park edecek yer kalmamış.
Hani yerli otomobil yapalım mı?
Yapalım.
Herkes alsın mı?
Alsın.
Peki
Yol var mı?
Hele park?
Daha geçenlerde park sorunu nedeni ile millet birbirine giriyordu.
Hani denizde balıkçı tekneleri limanda yan yana dizilir ya,
Araçlarda da aynısı olmaz ise
Anamın tabiri ile Aha Buraya Yazıyorum;
Milletçe kafayı yemezsek?
Belki de çekilen kliplerin ve de filmlerin en az yüzde ellisinin çekildiği yer;
Şile.
Şöyle Jön ile Güzel’in aralarının en az beş yüz metre açıp şöyle ağır çekimden koşarak birbirlerine,
Doğru koşmaları ve sarılmaları, en az üç beş tur atmaları…
Balıkçı tekneleri balık peşinde.
Haydi rastgele ama
Denizde balık biter mi?
Biter.
Bir yandan denizde balığı bitirecek her türlü şeyi yap
Diğer yandan da eskisi gibi balık çıkmıyor de.
Mesela bu seneki istavritler çok küçük.
Bence erken toplanmış.
Şile’nin İskelesi bir alem.
Özellikle geceleri.
Restoran gibi balıkçı tekneleri tıklım tıklım, balık rakı içerek kadeh tokuşturuyorlar,
Tam karşılarında ise mini teleferikle gidilen kalede ise yazan;
Ata’m İzindeyiz.
Ata’m gerçekten izindeyiz,
Milli ve dini bayramlarda, dokuz günlük tatillerde herkes izinde, Ata’m.
Eski adı ile Riva,
Şimdiki adı ile dere ağzı.
Aslında Karadeniz’in en ilgi çeken yerleri;
Akarsuların denize döküldüğü yerler.
Ormanları yeşil mi yeşil.
Denizi mavi mi mavi.
Hal böyle olunca, manavda kaça?
Bence bu gibi yerleri keşfedenler;
Babalar…
İster adına, mafya babası deyin, ister bildiğimiz baba.
Neden mi?
Çünkü babalar, kızlarını çok sever.
Onları alıp bu gibi ıssız yerlere getirip herkesten uzak ıssız yerlere getirip
Balık-rakı eşliğinde sohbet ederler…
Burası deşifre olunca, yeni bir yer  bulurlar.
Şile’nin en güzel yeri, herkesin bildiği bir baba tarafından kapatılmış mesela.
Riva’da bir emlakçıdan bilgi aldık,
Her kulüp bir yerler kapatmış.
Tesis te yapmış.
Ayrıca kendisinin çok güzel araba koleksiyonu var ama oyuncak arabalardan.
Ve yağmur yağmaya başlamasın mı?
Ama yağsın.
Yağmur yağar, vay aman.
Ne zaman silecekler çalışsa, aklıma gözleri fır fır dönenler gelir,
Ki bu kişiler, sürekli samimiyetten bahsederler,
Siz önce şu gözlerin cam sileceği gibi çalışmasına mani olsanıza?
Hani aşı yaparsanız ya, ağaca,
Sen 19 Mart 1842 yılında, kalk polonya’dan gel buralara,
Hemi de bizim bile 10 Ekim 2011 tarihinde ayak basabildiğimiz yere;
Polonezköy.
Prens Adam gibi Adam Czartoryski  12 Polonyalıyı buraya yerleştiriyor,
Ardından 1856 Kırım Savaşı, Kazak ve Dragon Alaylarından Polonyalılar…
Şu an itibari ile yaklaşık 169 yıl geçmiş.
Kim ölmüş,
Kim kalmış?
Kim nerede?
Burada mı olmak,
Polonya’da mı?
Kimler gelmiş, kimler geçmiş?
Her yere olduğu gibi Amasra hariç, hala sırrını çözemedim,
Atatürk buraya gelmiş.
En çok sevdiğim sanatçıların başında İlhan İrem gelir.
"Çagdas bir ozan" olarak kabul edilen Ilhan Irem, eserlerine yansittigi, mistik, metafizik, dogaüstü, tasavvuf çagrisimlarla, çok özel izleyici kitlesine sahiptir. Sanatçinin tüm üretimleri, duygularini yitirmis sanal dünyaya ve karanliklara alternatif olarak, "isik ve sevgiyle" felsefesinde sekillenen bir evrensel sevgi ve yeniçag ögretisinin izlerini tasimaktadir.
Hep düşünürdüm,
İlhan İrem bu besteleri nasıl bir yerde yapıyor diye?
Polonezköy’ü görünce anladım.
Cennet dedikleri bu yer olsa gerek.
Buraya gelip İlhan İrem şarkıları dinlemek lazım,
Başta ‘’Sazlıklardan Havalanan Bir Ördek Gibi Sesin’’ olmak üzere.
Ve şu anki haleti ruhuyeyi anlatan en güzel kelime;
‘’Konuşamıyorum…’’
Zosia Teyze, Anı Evi.1882.
Hani derler ya,
Canlı tarih.
Zaten geziye buradan başlamazsanız Polonezköy’ü anlayamazsınız.
Bence mükemmel bir tarih müzesi.
Müzede yetmiş yaşlarındaki yeğeninin bulunması da büyük şans.
Leslaw Bey,
Aklınıza gelen her şeyi sorabilir, anında cevaplar alabilirsiniz.
Hele eve bir giriş var, sanki yeşil bir tünelden geçiyorsunuz.
Bayılacaktım ama ambulansları gereksiz yere meşgul etmemek lazım, vaz geçtim.
1905 yılından kalma fotoğraflar mı?
İlk yerleşim krokisi mi?
Bu müze belki de Türkiye’nin en iyi canlı tarih müzesi.
Çünkü
Birçok belge ve fotoğraf var.
Halikarnas Balıkçısı’nın tekne ismi olan Yatağan’ı herkes bilir,
Termik Santralından.
Orayı yapan Polanyalılar, buraya gelmiş ve Meryem Ana Kilise’sinin Çıt’ını yapmışlar.
Yani kapı açma mandalı.
Ben de diyordum ki
Bu çı çıt çetene de çetene nasıl üretildi diye?
Memlekette kaç kişi Kilis’i ziyaret ediyor acaba?
Ama Kilise giden çok.
Özellikle Kapadokya Bölgesi.
Adım başı Kilise.
Bu da Anadolu’nun, Hristiyanlığın geliştiği yer olduğunu gösteriyor.
Anamız Meryem’e gelince;
İsa’nın mucizevi şekilde doğumu gerçekten çok ilginç.
Mucizeleri de
Ama bu şekilde, mucizevi doğan, ve de mucizeler gösteren biri Çarmıha gerilerek fani olmamalı idi?
Kilise’nin içini gezelim dedik ama Istanbul trafiği gibi kilit idi.
Hristiyanlığın + işareti herkese bir şey anlatır ama bana anlattığı;
Toplama işlemi.
Yani her zaman üstüne koymak.
Sayıyı artırmak.
Çoğalmak, çoğalabildiğin kadar.
Zaten Polonezköy’e kabul için iki şart varmış;
Biri, Polonyalı olmak, diğeri Katolik.
Kadastro geçtikten sonra işin içine rant girince,
İsteyen satmış,
İsteyen  kiraya vermiş,
Kapitalizm maalesef bu iki kuralı, tarihin altın sayfalarına göndermiş.
Bu arada, 1995 yılında açılan Camii’ye de gittik ama o da maalesef kapalı idi.
O kadar güzel bir yerde ki
Birden İmam olasım geldi.
Bizi de birileri görür, buradan İngiltere’ye ya da İtalya’ya  götürürlerdi.
Polonezköy’de hala yenileştirmeye ihtiyacı olan evlerin olması ilginç.
Bence bir tane bile kalmamalı.
Ve geldik,
Arı Müzesi’ne;
Hayatımda ilk defa Kraliçe Ana Arı’yı gördüm kovanda.
Hani derler ya,
Her liderin arkasında eşi vardır.
Sanki Ana Kraliçe bu mesajı veriyor, insanlara.
Dünyayı kim yönetirse yönetsin, yönetenin arkasında ben varım.
Bazen eşi, bazen annesi.
Ama ben varım.
Yaklaşık elli yılını arıcılığa adamış beyefendiye dedim ki
Valla benim arılarla ilgili bildiğim;
‘’Arım, Balım Peteğim, Bilsem ki Öleceğim Yine Seni Seveceğim’’
Arı şöyle bir mesaj veriyor insanlara;
Çalış senin de olur.
Bu arada, balcının eline baktım,
Gerçekten bal  tutan parmak yalıyor.
Eme eme sanki biraz diğerine göre daha bir zayıf duruyor, parmak.
Müze gerçekten arıcılık, arılar ve bal nasıl yapılır, sorularına cevap veriyor.
Ben ise şöyle bir soru sordum;
Bayanlar kendilerini çiçeğe benzetir.
Arılar da her çiçekten bal alır.
Bunu bir erkek yapsa,
Kendini çiçeğe benzeten bayanlar neden kızar?
Adamın kötü bir niyeti yok ki
Bal yapmaya çalışıyor?
Balcı Kardeşim baktı baktı, valla bu işi yaklaşık elli yıldır yapıyorum, ilk defa böyle bir soru geldi, dedi.
Zaten ben de böyle sorduğum sorular  yüzünden sözlülerden tam not alırdım.
Demek ki belli bir salaklığım var.
Kiralık bisikletler var, Polonezköy’de.
Kiralık, ev, araba, bisiklet olur da katil nasıl olur, hala anlamış değilim.
Mesleğiniz?
Kiralık Kati!
Netice;
Hoşgörü mizah ile başlar.