28 Eylül 2011 Çarşamba

Keçileri Nerede Kaçırdım?

Keçileri Nerde Kaçırdım?
Nallıhan’da!
Hem de
İki şekilde;
Dağ keçileri gördüm, sürü halinde.
Beni görünce kaçtılar, topluca.


Ve
Öyle etkilendim ki
Aklımı yedim!
Böyle bir yer olamaz., dedim.
Bu kadar mı bakir?
Bu kadar mı doğal?
Bu kadar mı güzel?
Bu kadar mı etkileyici?
Ankara’nın yükselen yıldızı;
Yakında.
Devamı;
Az sonra.
Nallıhan’da her şey var.
Bir tek şeye ihtiyaçları var;
Marş motoru!
Bir çalışırsa,
Kimse durduramaz.




Hanım dedi ki
Rüyamda Evliya Çelebi’yi gördüm.
Tamam, o zaman dedim.
Biz de gezelim.
Atladık, 95 beygirden oluşan motora,
Ver elini Nallıhan.
Ama gezimizin esas nedeni;
Yakıt zamları.
Benim bildiğim,
Devletimiz bu kadar zam yapmaz.
Demek ki
İhtiyaç var.
Pamuk eller cebe.
Bakıyorum büyüklerimize,
Maşallah koruma ordusu.
Arabalar,
Yakıtlar,
Sayısız korumalar.
Tüm bunlar maliyet.
Nasıl karşılanacak?
Valla
Ben büyüklerimizin en iyi şekilde korunmasını isterim.
Bizim için,
Gece gündüz demeden,
Hatta bazı geceler uyumadan,
O ülke senin,
Bu ülke benim geziyorlar.
Güzel Vatanımızı bir güzel pazarlıyorlar.
Bizim itibarımız ve onurumuz için,
En iyi otellerde kalıyorlar.
Ceketimi satarım,
Yine de öderim.
İşte bu nedenle,
Gezelim Hanım dedim.
Yoksa Devletimiz yakıttan niye bu kadar vergi alsın?
Bizim için.
Vatan için ne yapsak azdır.

Yollar arı kovanı.
Kepçeler, durmadan kazıyorlar.
Kamyonlar, çekiyorlar.
Bu kadar asfalt nereden bulunuyor nerden, çözdüm.
Resimdeki gibi asfalt sürülmüş.
Sürülünce ne olur?
Oradan asfalt fışkırır.
Ne kadar akıllıca bir hareket.
Yoksa
Bu kadar asfalta para mı dayanır?
Ne ekerden,
Onu biçersin.

Geldik
Ayaş’a.
Sanki
AY-A.Ş. havası var, Ayaş’ta.
Ayın Anonim Şirketi.
Ayaş deyince aklıma domates geliyor…
Bir de
Rahmetli Barış Manço’dan,
Domates, Biber, Patlıcan.

Ayaş’a girerken,
Sol tarafta dükkanları görüyoruz,
Hediyelik eşyalık ama tutmamış.
Genelde bu tür uygulamalar pek tutmuyor.
Su gibi doğal akışına bırakmak lazım.
Beypazarı,
Alaçatı,
Bodrum Barlar Sokağı,
Kendiliğinden meşhur olmuş yerler.
Mesela,
Milli Kütüphane karşısında yer alan,
Gökkuşağı projesine tutmaz dedim.
Maalesef tutmadı.
Keşke tutsa idi.
Peki şimdi ne yapmalı?
Öyle bırakmalı.
1000 sene sonra,
Romalılar dönemi Agora’sı derler.
Gölbaşı girişi Alışveriş Mağazaları
Hafta sonu tutar,
Hafta içi kurtarmaz.
Bu arada,
Şu Outlet lafından gıcık kapmaya başladım.
Türkçesi varken,
Niye yabancı kelimeler?
Karamanoğlu Mehmet Bey bunu dediğinde,
Yıl; 13 Mayıs 1277 idi.
Ve şöyle idi, ferman;
"BUGÜNDEN SONRA DİVANDA, DERGAHTA,
BARGAHTA, MECLİSTE VE MEYDANDA TÜRKÇEDEN
BAŞKA DİL KULLANILMAYACAKTIR."

Benim müzik zevkim biraz ilginç;
Zavallı eşime resmen işkence.
Orhan, Ferdi ve Müslüm’den ne kadar damar parça varsa;
Bir cd’de topla.
Ve sabahtan akşama sadece onları dinle.
Buna;
Kulak tecavüzü,
Ruh tecavüzü derler.
Ama neden?
Gittim,
Kalp damar cerrahisine;
Dediler ki
Çivi, çiviyi söker,
Damara damar iyi gelir.
O gün,
Bu gün,
Sadece damar parçalar dinler,
Damar çorba içer,
Kanı da
Damardan veririm.

İşte
Tam Ayaş Cezaevinden geçerken,
Ferdi’den Hapishane denk gelmesin mi?
Aklıma;
Tüm kader mahkûmları geliyor.
Allah kimseyi düşürmesin derken,
Yıllarca tutuklu,
Silah bile kalmaz.

Her belediye kendini pazarlama çalışıyor.
Kimi bunu mükemmel yapıyor.
Kimi de
Aman canım,
Gelecek olan gelir.
Kapımız herkese açık diyor.
20-24 Nisan 2011 Altınpark Turizm ve Tatil Fuarını gezerken,
Tokat Niksar’ı çok başarılı buldum.
Nallıhan da broşürü müthiş.
Tüm belediyelere örnek olsun.
Son zamanlarda Gölbaşı da atağa geçmiş
Ama ne yapmalı, etmeli
Tuluntaş Mağarasını açmalılar.
Çünkü halkımız;
Ya
Sivriliğe
Ya da
Derinliğe meraklıdır.
Tıpkı
Şeyler gibi.

Yolda sağlı sollu,
Barakalar…
Domates, biber, patlıcan satış yerleri.
Ama
Daha fideler yeni ekiliyor.
Ayaş domatesi sanki domates değil,
Bildiğimiz kırmızı et.
Evine uzun süredir,
Kırmızı et alamayanlar,
Ayaş domatesini köze bırakın,
Aynı işi görür.

Yolun yanında su kanalları.
Sulama maksatlı.
Özellikle Roma dönemi su kemerleri geliyor gözümün önüne.
Ne kadar şık?
Estetik,
Ve de
Kullanışlı!

Birden kanal dolgusu yaptırdığım dişim geliyor aklıma.
Acaba bu dolguyu bulanlar,
Su kanalı mühendisleri olmasın?

‘’Türk Milleti Zekidir’’ diyen atamız ne kadar haklı.
Yerli otomobil yapalım derken,
Halkımız çoktan yapmış.
Bir su motoru,
Dört teker,
Römork.
Taşımayacağı ot yok!

Sağ tarafta,
Yaşı bir amca eşek ile cebelleşiyor.
Yan tarafta ise
Spa’lı bir termal otel reklamı.
Amca eşek ile boğuşurken,
Birileri de
Spa’da buluyorlar,
Mutluluğu.

Sol tarafta,
Bir termal otel tesisi.
Ama
Kaçak olmalı ki
Öyle duruyor…
Kabası bitmiş.
Ondan sonra çivi çakılmamış.
Ya müsaade edin,
Ya da
Temel attırmayın.
Şimdi ne yapılabilir?
Roma Hamamı denebilir, mesela.
Üzerine tarihi bilgi.
Bilet satış yeri.
Değerlendirmek lazım!

Sağ tarafta,
Termal otel panosu.
Hamama giren terler, diyen halkımız
Termale giren, masaja da uğrar demekte,
Ve yoğun ilgi göstermekte.
Arada bir iş kazası da olmuyor değil,
Erkek masör,
Turist kızımıza masaj yaparken,
Parmağı kremden olsa gerek,
Biraz ileri kaçınca,
Hop dedik demiş.
Ve soluğu mahkemede almış.
Bir deli taş atmış,
Bin akıllı onu çıkarmaya çalışmış dedikleri husus;
Bu olsa gerek.
Şimdi ayıkla pirincin taşını.
Parmak kaymış mı?
Yoksa
Kaydırılmış mı?

Sağ tarafta,
Akyaka deresi.
Şırıl şırıl akıyor.
Kan damarlarım geliyor,
Gözümün önüne.
İnsandaki dolaşım sistemi ile
Doğadaki akarsu rejimi ne kadar benzerlik içindeler.
İşte
Bu nedenle,
Bir dereciğin kuruması,
Kılcal damarlara kan gitmemesidir.
Nasıl kardiyologlar alarma geçiyorsa,
Çevreciler,
Çay bile içmeyin derim.
Çünkü
Maalesef çayları içe içe
Nehirleri kuruttuk!

Tam karşımda saman yığını.
Birden hayvan olasım geldi.
Ne len bu?
Bu gün ne yicez?
Hayvan olsan,
Su içeceksin.
Yiyeceğin;
Ya bir çeşit,
Ya da
İki.
Bizim ise
Sayılamayacak kadar çok.
Bu Allah’ın kullarına,
Diğer canlılara göre,
Ne kadar değer verdiğinin göstergesi olsa gerek.

Karşımda devasa bir elektrik direği.
O an aklımdan,
Ulan her şey kablosuz oluyor da
Bu neden kablosuz olmuyor, sorusu geçiyor.
Olsa?
Kablo olmazdı ama
Sağlıklı olur muydu?
Nerdeyse her şey kablosuza doğru giderken,
Enerji nakil hatları neden, direklerde?
Yoksa
İzdivaç programlarında,
Çok iyi elektrik aldım diyenler,
Yalan mı söylüyor?
Fişi prize sokup çıkarmamdan,
Asla elektrik alamazsınız mı diyor?
Om Kanunu!
Çok iyi elektrik aldım diyenler,
Yalan mı söylüyor?

Karşıdan traktör,
Ve hemen arkasında,
Bir römork.
Sanki
Biri karı,
Biri koca.
Biri nereye,
Diğeri oraya.
Peki
Bu işi sağlayan ne?
Pim!

Yoksa
Boşanmalara neden,
Bu pim olmasın?

Tarlalarda hummalı bir çalışma var.
Fideler ekiliyor.
İşte bu diyorum,
Benim ülkem,
Bu.
Tarım ülkesi.
Boşuna mı dedi,
Orhan Abimiz;
‘’Ben topraktan bir canım’’

Sağ tarafta.
Doğan’ın yeri.
Balıkçı.
Geçtiğimiz yıllarda,
Eşimin ailesi gelmişti.
Herkes çupra,
Ben ise
Sazan’a sazan gibi atlayarak,
Sazan yemiştim.
Ve
Tek mide sıkıntısı ben yaşamamıştım.
Bazen sazan olmak,
Ne kadar faydalı imiş!
Eve gelince ben hariç
Herkes tuvalete taşınmış,
Yetmeyince de serumlar takılmıştı.
Ben sazan ise
Taşımaktan hastaları, hastaneye,
İmanım gevremişti.


Gömleksiz köprüsünden geçiyoruz.
Şeytan diyor ki
Git bir gömlek al,
Yazının altına as.
Ya da
Kravat.
Sulara bakıyorum,
Akıyor.
Aman diyorum,
Aksın,
Aksın.
Sanki
Sen damarlarımda dolaşan kansın diyor.


Keçileri Nerede Kaçırdım-2?

Hayat yola benziyor…
Keşke
Hayat yolunda,
Yoldaki gibi işaretler olsa.

Buradan sağa dön.
Yavaş git.
Tek gidiş.
Viraj…
İnsanlar doğru yolu bulabilirler miydi acaba?
Yoksa
O kadar ikaz olmasına rağmen,
Şimdiki gibi
Sık sık trafik kazaları gibi
Yoldan çıkanlar,
Kötü yola düşenler mi olurdu?

Beypazarı ve Nallıhan bölgesinde de
Kapadokya’da olduğu gibi
Üç tane yanardağ olsa idi
Melendiz, Hasan ve Erciyes gibi
Ve bunlar patlamış olsa idi
Bu bölge de
İkinci Kapadokya idi.
Çünkü
Toprak yapısı çok benzer.

Şans işte.

Kapadokya bana şu mesajı veriyor;
Doğadaki sert ile yumuşak arasındaki mücadele.
Sert kalıcı,
Yumuşak gidici.
Hayatta kalmak istiyorsan,
Sert olacaksın.
Yumuşaksan,
Sadece sahne sanatçılarına ekmek var.
Zaten bunu bilen siyasiler,
Sürekli sert mesaj verirler.
Ve medyada şöyle yer alır;
Sert çıktı.
Ama
Aşırı sert çıkma,
Sertleşme problemine yol açabilir.


Sağ tarafta değişik bir bitki örtüsü.
Ve rehberlerin en sevmediği soru;
Bu ne ağacı?
Bu bitki ne?
Bu böceğin adı ne?
Oranın yerlisine sorarsın,
Bilen çıkmaz.
Eskişehir’de kırk kişiye,
Porsuk Çayı sağlı-sollu yer alan ağaçları sorduk, eşimle.
Bir Allah’ın kulu çıkmadı.
Ama desen ki
Bu organik mi?
Hiç düşünmeden,
-Organik, derler.
Ya da
Endemik mi?
-Endemik.
Nallıhan’da yeşillik aldık.
Milletin efendisi köylü,
Hiç organik demedi.
Ama
Zaten,
Sebzeler’’ben organik’’im diyordu.
Geçenlerde gaz almaya gittim.
Organik gaz istiyorum dedim.
Satıcı;
Ama bizde organik gaz yok,
Doğal gaz var dedi.
Dedim ki
Şu sıralar, organik modası var.
Bizim gaz da organik olsun.
Ya Mehmet Öz’e ne demeli?
Ben her sene yazı dört gözle beklerim.
Bu yaz ne diyecek?
O ne derse, odur arkadaş.
Gerçi geçenlerde, O’nda da kalp sorunları başlamış ama
Olacak o kadar.

Beypazarı’na girmeye başladık.
Ve karşınızda Beypazarı Karasörü.
Karasör;
Sör’ün karası.
Kamyoncuları kamyoncu yapan;
Karasördür.
O olmasa kaçacak delik ararlar.
Karasöre güvenerek, üstüne sürerler.
(Lafımız bu şekilde yapanlara)


Beypazarı sodası.
En sevdiğim soda.
Ama sade olacak.
İlginç olan;
Bizim muhabbet kuşu, görünce çıldırıyor.
Kana kana içiyor.
Sahibine mi çekmiş?
İnözü Vadisi’nde.
Altı kilometre içeride.
Acelemiz olsa idi
Kapısına kadar dayanmak ister,
Fabrikayı incelemek isterdim.
Kaynak çıkış noktasını görmek isterdim.
Ulan bu bizim Boncuk ta bir âlem.
Sen git şarap iç,
Şalgam içme.
Bir mesaj mı veriyor acaba?

Beypazarı’na girmiyoruz.
Adı çıkmış beşe,
İnmez üçe.
Uzun vadede insanlardaki samimiyetin kaybolmaması,
Ve doğanın korunması dileği ile deyip
Devam ediyoruz.
Nallıhan’da her şey var.
Hatta
Beypazarı’na göre
Hem alan,
Hem de
Bakirlik açısından daha da şanslı ama
Henüz patlama yapamadı.
Fakat yakında,
Adriyatik kıyıları gibi olmazsa
Aha buraya yazıyorum.
(Rahmetli Anamın meşhur sözü)
Bence,
Nallıhan yakında Beypazarı’nı geçer.
Aslında
Beypazarı ile Nallıhan gezisi beraber de yapılabilir.
Bakalım,
Zaman neyi gösterecek?

Hemen önümüzde bir kamyon.
Eşya taşıyor.
Evden eve.
Taşınmak;
Dünyanın en zor işlerinden olsa gerek.
Belki de bu nedenle,
Leylekler,
Göç zamanı,
O kadar yeri gezip
Yıllarca aynı yuvaya gelir.

Kuş Cenneti levhası görüyoruz.
Öbür dünyada cenneti,
Ya da
Cehennemi görmek elbette Allah’ın takdiri.
Ama ya göremezsek?
İşte bu nedenle,
Hemen cennete gidiyoruz,
Adı kuş ta olsa.
Ki
Kuşlar uçmasa,
Mutluluk olmaz.
Kuşlar her zaman uçmalı.
Fakat
Bayanlar ayrı sever,
Erkekler ayrı sever, kuşları.
Erkekler paylaşabilir,
Bayanlar, asla.

Kuşlar ne kadar şanslı.
Bu dünyada yaşarken cenneti gören tek canlılar.
Başka
Cenneti olan var mı acaba?
Yatağan Termik Santralını herkes bilir.
Bu arada,
Yatağan rahmetli Halikarnas Balıkçısı,
Cevat Şakir Kabaağaçlı’nı kayığının adıdır.
Neden?
Çünkü
Sık sık gündeme gelir.
Ya Çayırhan’ı?
Valla ben ilk kez yanından geçerken öğrendim.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ay%C4%B1rhan_Termik_Santrali
Burada da termik santral varmış.
Kömürden elektrik elde edilmesi bana pek sıcak gelmiyor, nedense.
Tıpkı
Nükleer santralar gibi.
Enerji mümkün mertebe doğal yöntemlerle elde edilmeli.
Tabi doğayı koruyarak.
Nükleer enerji Japonya’da kendini gösterdi,
Çernobil’den sonra.
HES’ler ise doğanın biraz içine etti.
Kömür desen,
Çevreyi maalesef kirletiyor.
Sarıyar Hidroelektrik Santralı ise
Sempatik geliyor, nedense.

Bacadan tüten dumanları görünce,
Yüzde yüz dumansız hava sahası geliyor aklıma.
Demek ki
Yüzde yüz dumansız hava sahası demek;
Fabrikaların kapanması,
İşsizlik,
Elektrik kesintileri...

Anladığım kadarı ile
Ciner Grubu sahibi.
Gücü Özgürlüğünde.
Hem ticaret,
Hem medya.
Ateşle barut gibi
İkisi bir arada olabilir mi acaba?

Son zamanlarda,
Köy Camiilerine çok merak sardım.
İki nedenle;
İmkânım olsa,
Hepsinin fotoğraflarını çekip bir katalog yapmak,
Ya da
Sergi açmak isterdim.
Neden bir Mimar Sinan daha çıkmıyor, acaba?
Ya da var,
Biz mi bilmiyoruz.
Sergi deyince,
Babamla beraber,
Vakti zamanında az karpuz sergisi açmadık?
Seçmece bunlar, diye diye
Yüce Mevla’mın yaratımlarını az satmadık?
Ki bir sergide,
Sergilenen her şey zor satılır.

Çayırhan’a bayıldım.
Bayıldım.
Bayıldım.
Eşim hemen ambulans çağırdı.
Neden mi?
Çayırhan’da deniz var.
Çayırhan’da kuşlar,
Çayırhan’da huzur.
Doğallık…
Daha ne olsun?

Ey Sakarya Nehri sen nelere kadirsin.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sakarya_Nehri
Nasıl ki
İnsan kalbinde üç tane ana damar varsa
Sende bu ülkenin ana damarlarından birisin.
Sendeki bir tıkanma,
Anjiyo ister,
Stend,
Ya da
Cerrahi bir müdahale.

Ve
Sakarya Meydan Muhaberesi’nde,
Şehit kanları ile sulanmış,
Sakarya Nehri.
Plan ne kadar basit;
Sakarya Nehrinin doğusuna çekilmek.
Ve
Hattı Müdaa Yoktur,
Sattı Müdafaa Vardır,
O Satıh;
Tüm Vatandır.
Şimdi ise
Yollarda şu yazı dikkat çekiyor;
Bozuk satıh.

Çayırhan’da gördüğüm leylekleri, topluca.
Bir başka yerde görmedim.
Yaklaşık yüz kadardılar.
Eşimin müzelik fotoğraf makinesinin yakınlaştırma ünitesi olmayınca,
Sessizce yaklaşmaya çalıştım ama
Haklı olarak, uçtular,
Karşı sahile.
En son beş tane kaldı.
Sanki bana inat, beklediler.
Beklediler…
Biri pır diye uçunca,
Elde kalan sıfır.
Nerden bilsinler,
Benden Onlara zarar gelmez.
Bilseler kaçarlar mı?

Leylek sürüsü içinde,
Neden bir başka tür kuş yok?
Neden hayvanlar âleminde,
Bir tür,
Diğer türe karışmıyor?
Yoksa
Bize bir mesaj mı var?


Şu tür binaları görünce bayılıyorum.
Şeytan diyor ki
Hemen al,
Özünü koruyarak,
Tadilat et.
Rezidans mı?
Burası mı?
Elbette burası.


Keçileri Nerede Kaçırdım-3?

Her şey iyi güzelde,
Doğal yerlere atılan şu naylon ve plastik atıklara ne demeli?
Bunları kim toplayacak?
Neden medeni ülkelerde bu gibi şeylere rastlanmıyor?
Kuran-ı Kerim’deki oku emrinden sonra,
Öğretim ve eğitimde,
Doğayı koru mu olmalı mı ilk cümle?

Baraj doğal.
Bu doğal ortam içinde,
Termik Santralın işi ne diye soruyor,
İnsan ister istemez.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sar%C4%B1yar_Baraj%C4%B1_ve_Hidroelektrik_Santrali
Hâlbuki bu kömürler,
Fakir halkımıza dağıta dağıta bitirilebilirdi.
Hem de
Çevre kirlenmezdi.

Geldik Juliopolis’e.
http://www.cayirhan.bel.tr/sayfa.php?a_goster=4
Kazılar devam ediyor.
Ama biraz yavaş.
Özel yetkili savcılar duruma el mi koysa?
Mahkemece henüz adı tescillenmemiş
Ergenekondu sanıkları,
Buraya da bir şeyler gömün ki
Kazılara hemen başlansın.
Yoksa bitmez valla.
Bilirim bu arkeologları.
Üç günlük işi
Üç asıra yayarlar valla.
Truva’yı kazan,
Henrich Schliemann
Hazineyi bir an için bulmak için,
Burayı mezarlık gibi kazmış.
Ama Batılı kaynaklar da şöyle der;
Modern arkeolojinin babası.
Bu arada işsiz arkeologlar,
Mezarlıklarda görevlendirilsin ki
Kazılar bilimsel olsun.
Ben hayatımda hiçbir şey kazımadım diyen yalan söyler.
Kazımıştır,
Ya kazı kazan,
Ya da
Sakal.
Bayan ise ağda.

Kazılar devam ettiği için,
Kazı Merkezine girmek yasak levhalarına uyup girmedik.
Ama
Burası gerçekten bir antik kent;


Burası da kuş cenneti.
O anda kuşum Aydın geliyor, aklıma.
Şimdi nerelerde?
Bir ara,
Hangi kanalı açsak,
Kuşum Aydın çıkardı, karşımıza.

Kayıp Kent Juliapolis’te gezerken, etrafında.
Aklımdan kim kaybetti?
Kayıp ilanı verildi mi?
Bulana ödül var mı gibi anlamsız cümleler geçiyor.
O zamanlar,
1956 yılında işletmeye açılan Sarıyar Barajı altında kalmış olmasın?
Kütahya’daki
Bergama’nın 18 km kuzey doğusunda, Bergama-İvrindi karayolunun 25.km,sindeki
Allionai yerleşim alanı gibi
Sular altında kalmasın?
Kazı-kazan oynayanlar,
Hiç antik şehir bulmuş mudur?
Amma antikasın diyenler,
İltifat mı ederler?


Çayırhan Çevresi,
Ot kaynıyor.
Özellikle turp otu.
Birden inek olasım geldi.
Ot yiyen hayvanlar, uysal
Et yiyenler vahşi olur.
İşte bu nedenle ben;
Otçuyum.
Okul yıllarımda da
Az otlamamıştım.
Epostamı söylerken bile
@ işaretine et demem, ot derim.
Aslında, vejeteryanlar için, fena fikir değil.
Ali@(ot)yahoo.com


Çayırhan’da toprak;
Yeşil.
Muhtemelen Yeşil buralı olmalı.
Yine yeşillendi fındık dalları yerine;
Yalnız benim için bak yeşil yeşil diyor.
Hani yosun rengi gözlerin olacaktı, senin?

Yeşil’i arayanlar,
İşte Yeşil burada.

Leylekler görüyoruz,
Yuvalarında.
Ama epeyce yüksekte.
Kimse ulaşamaz.
Rahatsız edemez.
Asansöre desen, hiç ihtiyacı yok.
Özellikle antik kentlerdeki sütunların gönüllü sadık bekçisi.

Ağaçlar çiçek açmış.
Ferdi’den,
‘’Çiçekler açtı,
Böcekler öttü,
Seni görmedim huzurum kaçtı geliyor, aklıma.


Yeşil bu kadar mı yeşil olabilir?
Başındaki hece bile
Ye ile başlıyor.
İnsanın içi açılıyor.
İçi açılmışken, apandisit ameliyatı.

Bayılıyorum,
Taş yollara.
Belki hala taş devrindeyim.
Ya da
Yüreğim taş bağladı.
Çayırhan’da 23 Nisan çelenkleri.
Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir, diyor bir kesim,
Diğeri ise
Ama diyor,
Cumhuriyet;
Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.
Bence
Her ikisi.


Çayırhan Turizm Bürosu.
Ama kapalı.
Çünkü
Hafta sonu ve tatil.
Zaten bizde turizm büroları,
Turist varken kapalı,
Yokken açıktır.
Çünkü
Herkes gider, Mersin’e.
Nasrettin Hoca,
Ters biner eşeğe.

Taksicilere diyoruz ki
Yok mu broşür?
Maalesef yok
Ama bir taksici,
Bir dükkana girdi,
Camdaki bronşütü camdan söküp bize getirdi.
Halkımız, bu kadar da yaratıcı.
Ve
Samimi.

Sağda bir inşaat.
Osmanlı dönemi,
Hanlara benziyor.
İşte han,
İşte hamam.
Güller dikkat çekici.
Güller…
Keşke adım Gül olsa idi.
Papağan gibi
‘’Gül’ü seven dikenine katlanır’’ derdim.
Sanki
Aşkını seven şeyine katlanır der gibi.


İşaret diyor ki
Dikkat hayvan çıkabilir.
Muzip halkımızdan biri de şöyle yazmış üzerine;
Dikkat aydın çıkabilir.
Bakıyorum, haritadan;
Aydın yerinde duruyor.

Nallahan Tanıtım Panosu
3 KM diyor.
Böyle bir şeyi ilk kez görüyorum.
Ve Nallıhan’ın rehber broşürü,
Gördüğüm en iyisi.
Kim akıl etti ise
Kim emek harcadı ise
Emeklerine sağlık.


İşte Kuş Cenneti.
Çıplaklar kampında,
Hepsi erkek olan kampta tek dişi geliyor, aklıma.
Ben de yalıçapkını kuşunu üç yıl gözlemledim.
Sonuç;
Çapkınlığın tüm sırlarını veriyor.

Bu kuşlar,
Sünnet oluyor mu diye soruyorum?


İşte Nallıhan Tanıtım Levhası.
İlk kez görüyorum,
Ve tebrik ediyorum.
Ama reklam;
İçten dışa değil,
Dıştan içe mi olmalı?
Pazarlama o kadar önemli ki
Pazartesilime yoktur,
Ya da
Salılama,
Cumalama keza öyle.


Keçileri Nerede Kaçırdım-4?
Önümüzde bir araç.
Arkasında,
Uzun Araç yazıyor.
Ne kadar kompleksli.
Siz hiç uzun boylu bir insanın,
Önünde ve arkasında,
Uzun insan yazısı gördünüz mü?

Koyunları görüyorum,
Otlayan.
Rahmetli Tanju Okan’dan;
O anda,
İşte bu benim halkım şarkısı geliyor,
Radyodan.
Başlarında çoban,
Ve köpekleri.

Gökkuşağının renkleri gibi
Toprak renkleri var,
Nallıhan’da.
Sarı,
Kırmızı,
Yeşil,
Açık kahve,
Koyu kahve…
Ama
Lacivert göremedim.
Doğa da cimbomlu maalesef.
Fenerliler ne der bu işe bilemem.
Ama
Her burunda bir fener var,
Çevresinde bahçesi.
Her insanda bir burun,
Burunda fener.
O halde
Her insan doğuştan Fenerli!

Doğayı koruyamıyoruz maalesef.
Bir kızımız vardı;
Doğa Bekleriz.
Hani şu kulaklarını Japon yapıştırıcı ile yapıştıran.
Birden ortadan kayboldu.
Şimdi kim bilir nerelerde?

Yolda sollama yapmak yasak işareti.
Acaba
Sol bundan mı gelişmiyor, dersiniz?
İngiltere gibi
Sağdan mı versek?
Ağaçlar o kadar güzel çiçek açmış ki
Bu kadar güzel kim süsleyebilir?
Allah’tan başka.
Çiçek açmış ağaç gibi
Bir süsleme yapsın,
Süslemeciler,
Alınlarından öpeyim.

İlk ziyaret yerimiz;
Tabduk Emre Türbesi.
Nallıhan’ı öyle güzel işaretlemişler ki
Yanınıza harita almanıza gerek yok.
Sadece tabelaları takip etmeniz yeterli.

Hani Amerikalılar Kola üzerine yazarlar ya
Buradan açınız.
Ya da
Tahta yola;
Yağışlı havalarda kaygan olur.
Aynen öyle.
Kim akıl etti ise
Bravo.
Şimdiye kadar gördüğüm en güzel uygulama.
Bu gayretlerini dıştan içe doğru getirdikleri anda,
Turizmin yükselen yıldızı;
Nallıhan.
Aha buraya yazıyorum.

Tabduk Emre Türbesine giderken,
Sarıyar Barajı ve Milalıçcık yol üzerindeler.
Yani kendinizi bir anda,
Eskişehir’de de bulabilirsiniz.

Bir tane minik kulübe.
Çevresi duvar yazıları ile dolu.
Ulan ne kadar meraklıyız,
Şu okul sıralarına,
Tuvalet kapı arkalarına yazmaya?
En kötüsü de;
Bir cep numarası,
Kim bilir kimin?
‘’Ben ibneyim’’
Ara beni.
Seni nasıl mutlu ederim?

Yolda sağlı sollu ağaçlar.
Keşke bir yere,
Bunlar ne ağacı?
Kısa bir bilgi.


Karı koca
Tarlalarında çalışıyorlar.
O an aklıma
Orhan’dan,
‘’Ben topraktan bir canım geliyor’’
Biz her zaman tarım ülkesi olmalıyız.
Ve öyle kalmalıyız.
Tarım ülkesi aç kalmaz.
Tamam, sanayi de gelişsin ama
Tarım,
Tarım,
Tarım…
Aç kalan insanlar,
Uçak yemez,
Tank yemez,
Top yemez,
Birbirini yer.
Rahmetli Anam derdi ki
Allah insanları açlıktan terbiye etmesin.
Bu sahne 72nci koğuşta mükemmel canlandırılmış.
Üst katta torpilli mahkûmlar,
Yedikleri tavuk butlarını aşağı atıyorlar,
Avludaki mahkûmlar ise
Onu ele geçirmek için birbirlerini yiyorlar.

Bağcılık çok gelişiyor,
Nallıhan’da.
Ama şarap üretimi yok.
Bir marka yaratmaları lazım.
Kalecik Karası gibi.
Bu işten para kazanmak istiyorlarsa,
Şirince gibi olmaları lazım, mesela.
Ama
Bağcılığa inanılmaz şekilde asılıyorlar.
Bu gidişle maalesef birçok kişi günaha girecek.

Tabduk Emre Türbesi’ne geldik.
Yunus Emre’yi Yunus yapan;
Tabduk Emre.
http://www.emrekoyu.site88.net/tabduk-emre.html

‘’Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.’’
Sanki beni anlatmış,
Tabduk Emre.
Malım az ama
Yalanım epey bol.
Bu kadar yazı içinde,
Kim bilir ne kadar desteksiz atışlarımız vardır?

Sağ tarafta,
Gelincikler.
Genç yaşta evlenenlere ne denir?
Gelincik.
Peki,
Geline gelin de
Damata neden gidin demez halkımız?

Türbeye giderken sağlı sollu
Yunus Emre’ye ait dörtlükler.
İnsan okuyunca irkiliyor.
Öyle derin ki
Bu derinlikte denizaltı bile kaybolur.
http://www.yunusemre.net/


Hani bugünlerde kutuplaşmadan çok bahsediliyor ya
İşte reçetesi.
İşte bu nedenle, Yunus Emre,
Yunus Emre.
Söz kutuplaşmadan açılmış iken
Akü diyor ki
Kutuplaşma olmasa,
Elektrik olmaz.
Ama
Kutup başları belli olmalı,
Pozitif olanlar, canlı uçlara
Negatif olanlar şase.
Yoksa motor çalışmaz.
Ama
Sinsi olmamalı,
Kutup başları.


Bu da
Etiket peşinde koşanlara;
Kapak olsun.


Bu da
Tabduk Emre Naşı.
Nur içinde yatsın.
Ruhuna Fatiha.
Yunus gibi birini yetiştirmiş,
Ne mutlu.
Nasıl ki Mevlana’yı Mevlana yapan Şems
Yunus’u da Yunus yapan;
Tabduk Emre.

Valla millet son zamanlarda
SPA’cı oldu,
Ben ise eşekçi.
Tabduk Emre Türbesi’nin hemen yanında eşeği görünce,
Hemen yanına gittim.
Biraz Eşekçe konuştum.
O da bana;
Güle güle dedi.

Ne para kazanma derdi,
Ne harcama.
Faturalar…
Aidatlar,
Ödemeler…
Tek derdi var;
Ot yemek.
Üstüne su.
Yük vursan,
Bana mısın demez.
İstediği yer ve zamanda anırır.
Kimse bir şey demediği gibi
Üstüne severler,
Bak ne güzel anırıyor.
Ulan sen sesini çıkarsan,
Anında işten atarlar.
Gözler desen?
Lenssiz.
Canını sıkan olursa, teper.
Eşek mi olsak idik acaba?


Nallıhan ot kaynıyor.
Ot.
Bana göre ot turları başlamalı.
Spor kıyafeti,
Bıçak,
Torba.
Otları topluyoruz.
Karnımız acıkınca mola.
Pişiriyoruz,
Otu otların içinde yiyoruz.
Ve geviş getiriyoruz.
Kalanları eve.
Buna ot turizmi diyorum ben.
Sadece vejeterjanlar değil,
Otu seven herkes.

Bölgede o kadar leylek yuvası var ki
Bu da buraların ne kadar huzurlu olduğunun göstergesi.
Sanki
Zülfü’den,
Leylim Ley söyler bir halleri var.

Tabduk Emre’nin bulunduğu Emre Sultan Köyü,
Tam kafa dinleme yeri.
Ben şehirden sıkıldım.
Kafa dinleyeceğim.
Köy hayatı yaşamak isteyenlere duyurulur.


İşte Sakarya nehri.
Huzur var.
Sakinlik.
Doğallık.
Daha ne olsun?
Bir tek balık avlamak yasak.
Tribüne giderken,
Balıkları süzen bir sistem var mı diye sordum.
Süzme işi yokmuş.
Yani
Balık Izgara.


İşte
Bu değirmenin suyu nereden geliyor sorusunun yanıtı.


İşte Sarıyar Barajı’nın elektrik elde edildiği tribünler.
Bu tribünlerde,
Hiç seyirci yok.
Elektrik var.
Senden bir türlü elektrik alamıyorum diyenler,
Buraya gelsin.
Buradan da alamazlarsa,
Valla yapacak bir şey yok.



Toprak renkleri çok etkileyici.
Sanki boyanmış.
Yanına Kırmızı.
Doğa bile GS’lı.

Geldik Sarıyar Barajına,
http://www.varbak.com/sar%C4%B1yar-baraj%C4%B1
1 Mart 1953 yılında başlanmış,
2 Aralık 1956 yılında ikmale başlamış.
Rahmetli Menderes buraya sık sık gelir.


Buradan çalışmaları izlermiş.
Türkiye’nin ilk Hidroelektrik barajı olan Sarıyar,
Atatürk ve Keban’dan sonra hala üçüncü büyük barajı.
Bu izleme yerine,
İnsan not yazar.
Tabela koyar.
Rahmetli Menderes’in resimlerini.
http://urun.gittigidiyor.com/1956-SARIYAR-BARAJI-HIDROELEKTRIK-SANTRAL-KITAP_W0QQidZZ29262294
Ve reklamını yapar.
Acayip ziyaretçi çeker gibi hissettim.
Hatta
Kısa zamanda bir türbeye bile dönüşebilir.
Asılacağını bilse idi,
Kendini buradan atar mıydı acaba?
Efendim bizler ilginç bir milletiz.
Önce asar,
Sonra severiz.
Keşke çamaşır bile asılmasa?
Sadece
Asma olsun,
Üzüm,
Ve şarap.

İşte bu nedenle ben,
Askıya elbiselerimi asmıyorum.
Eşim de haklı olarak kızıyor.
Hep ben mi asacağım?
Sen neden asmıyorsun diyor?
Ben de
Benden olmasa olmasa
Cellât olmaz.
Bırak canlıyı,
Elbise bile asamam ben.


İşte barajda toplanan suların sekiz metre çapındaki boru ile
Tribünlere gittiği yer.
Bir nevi barajda toplanan suların çıkış noktası.
Buradan tribün ve
Sakarya Nehri’ne akış.


İşte keçileri kaçırdığım yer.
İspatı.
Var mı itirazı.
Psikiyatrların bile bu şekilde ispatlamayacağı belge.
Bakın,
Keçiler kaçıyor…
İşte Nallıhan böyle bir yer.
Keçiler hem böyle kaçar,
Hem de
Öyle bir doğa,
Manzara var ki
Bayılır, keçileri kaçırırsınız.


Horoz diyor ki
Bir çöplükte bir horoz olur.
Erken öten horozu hemen keserler.
Silahta en önemli parça;
Horoz.
Var mı bana yan bakan?
Denizli’nin de horozları neymiş?
Sen benim ötüşümü bir görsen.
Bu horoz olmasa?
Yumurta nasıl olur?
Doğal uyandırma servisi.
Çok eşli.
Horoz der ki
Valla ben kıçımı yırtsam,
Uyanmayan, uyanmaz.
Sizi ne kadar uyandırmaya çalışsam,
Uyanmaya niyetiniz yoksa
Ben ne yapayım?
Böyle gelmiş,
Böyle gidersiniz.
Uyumaya devam edin.
Uyuyun,
Uyuyun…
Sizi gidi uykucular.


Şu binlar,
Romalılar döneminden kalmış desem?
Ya da
Romalı Perihan bu evde doğu desem?


Keçileri Nerede Kaçırdım-5


Burası Kayıkbaşı diye adlandırılan yer.
Balıkçıların iş başı yaptıkları sığ koy.
Bu kadar mı sessiz,
Doğal olur?
Fış fış kayıkçı,
Kayıkçının küreği.
Tüm kayıklar kıyıya çekilmiş.
Sadece bir tanesi iş başında.
En çok sazan varmış.
Benim yükselen burcum;
Sazan.
Her şeye atlarım.
Yalnız bir şey eksik.
Devasa bir tuvalet binası yapmışlar.
Kimse dağa taşa yapmıyacak ama
Şöyle bir köy kahvesi,
Ya da
Yöresel yemeklerin yenildiği hiç te fena olmaz.
Cız-bız yerleri hazır,
Kendin pişir,
Eşine yedir ama
Biraz sosyal tesis istiyor,
Doğallığı bozmadan.

Bu kayığı çekerken,
Halikarnas Balıkçısı geliyor, aklıma.
İlk profesyonel rehber.
Bodrum’u Bodrum yapan,
Kayığının ismi ile
Yatağan’a ismini veren.
Birçok eseri ve tercümeleri bulunan;
Cevat Şakir Kabaağaçlı.
Anadolu, Anadolu diyen.
Ama
Hiçbir zaman,
Ben Anadolu çocuğuyum demeyen.
Başta Yunan Uygarlıkları olmak üzere,
Birçok uygarlığın anavatanı;
Anadolu diyen Balıkçı.
Eserlerini okumaktan büyük keyif aldığım,
Bunları ne zaman okumuş?
Bunlar nasıl yorumlar diye hayran kaldığım Balıkçı
Seni, rahmet, minnet ve saygı ile anıyorum.
Nur içinde yat.



Ernest Hemingway,
Burada yazmasın?
Yaşlı Adam ve Deniz’i.
Bu kayık o kayık olmasın?
Büyük balık küçük balığı yutar ama
O da
Zokayı yutar.
Ve böyle bir kayıkla,
Tıngır, mıngır kıyıya gelir.

Halkımız,
Tarihine sahip çıkıyor.
Asmış bayrakları.
Unutturamaz seni hiç kimse diyor,
Ata’sına.
Emperyalist güçler ve de samimi yandaşları,
Ne yapsanız etseniz de
Bazı şeyleri unutturmanız mümkün değil.
Hadi her yeri ele geçirdiniz,
Ruhları ne yapacaksınız?
Tuzruhu değil ki bu.
Dök, tuvalet deliğine.
Aksın gitsin.
Ruh.


İşte burcum;
Ayıtır söylemesi,
Övünmek gibi olmasın,
Öküz burcuyum.
Zaten hemen anladı,
Tatlı tatlı bakmaya başladı.
Ne de olsa
Burç burcu çekiyor.
Yükselenim ise
Merdiven.
Elliye merdiven dayadım.

İşte,
‘’Bağa girdim,
Bağ budanmış,
Bağa bülbül dadanmış.
Onbeş yaşında da
Nazife Hanım,
Kimlere aldanmış’’
Yazıldığı yer.
Bayılıyorum şu türkülerimize.
Allah uzun ömürler versin,
Tatlıses saldırıya uğradıktan sonra,
Kendine gelince şöyle demiş;
Ne Mutlu Türkü Söyleyene.
Tek çözemediğim;
Einstein de çok zorlanırdı;
Minareden at beni, in aşağı tut beni.

Geldik,
Nallıhan şehir merkezine.
İlk gözüme çarpan;
Bu yeşillikler oldu.
Organik demeye gerek var mı?
Ya da
Tarla domatesi.
Bana her şey seni hatırlatıyor, der gibi
Görüntü her şeyi anlatıyor.
Fazla söze ne hacet.

Bu yeşilliği görünce,
Etkilenmemek elde değil;
Dağdaki keçilerden sonra,
Ben yine
Keçileri kaçırdım.
Zaten
Nallıhan’a gelirseniz,
Sürekli keçileri kaçıracaksınız.
Kaçırmamak mümkün değil.
Burada tesadüfen Vahit Hoca ile tanıştık.
Sağolsun,
Kendisi bize gönüllü rehberlik yaptı.
Aracın bagajını yeşillik ile beş lira gibi astronomik bir rakama doldurduk.
Üstüne Vahit Hoca demesin mi?
Fazla almadın değil mi?
Saat 1500 olmuştu,
Ve aç ayı oynamazdı.
Yöresel yemek yiyelim dedik,
Yöresel ama
Nallıhan Beypazarı gibi değil bu konuda.
Ha deyince hemen olmuyor.
Bu bir eksiklik,
Bunu en kısa zamanda gidermeleri gerekir.
Neyse
Dostlar Lokantasına gittik.
Laf lafı açtı,
Fal falı.
Mideler, doldu doldu taştı.
Üstüne şekerli kahveler.
Nallıhan güveci beğendim.


Salatanın manzarası çok güzeldi.
Pilav da henüz pirinç tarlasından yeni toplanmıştı.
Hem karım,
Hem de
Karnım doymuştu.
Hocamızın eşliğinde,
İlk durak;
İpek iğnesi oymaları ile meşhur,

El yapımı göz nuru eserleri görmek.
Bir kitap alalım dedik,
Nallıhan’ı anlatan,
Önce ücretli, sonra ücretsiz dediler.
Bu olmadı.

Valla ben,
İğne oymasından anlamam.
Anladığım tek oyma;
Matkap ile oymak.
Sırf bu nedenle,
Dişçi olmayı çok isterdim.
Ulan hem bir güzel oyuyorsun,
Hem de
Koyuyorsun, dolguyu.
Üstüne teşekkür,
Borcumuz ne kadar?


Şeytan diyor ki
Al şu binayı.
Zaten satılıkmış ama çok istiyorlarmış.
Ne kadar dedim?
300000 TL imiş.
Pansiyonculuk yap.
Aslına uygun iyileştirme çalışmaları.
Şehrin göbeğinde,
Karşısında Dostlar Lokantası.
İşte burada,
Devletin destek olması lazım.
Kredi desteği ile bu gibi yerleri işletmeye dönüştürmek lazım.
Turizm Bakanı mı olsam ne?
Ama
Yerim dar,
Oynamasını bilemem.
Baltayı taşa vurunca vurdum derim.
Baltanın ucu kazara değmiş diyemem ki.

Sonra,
Tavuk döner,
Et döner,
Sucuk döner yiyemem.
İşte bu nedenle
Pek dönemem.
Mevsim çilek mevsimi.
Çile ile başlayan kelime,
Sonuna bir –k- harfi eklenince,
Nasıl da çileğe dönüşüyor.
Sanki
Çilenin sonu çilek der gibi.

Rivayete göre
Köroğlu Hana gelir,
Ve burada atının nalı düşer.
Bu nalı, Hanın üzerine asarlar.
İşte adı buradan geliyor,
Nallıhan’ın.

Bu Han restore edilmiş.
Dükkanlar yapılmış.

Ama şu aşamada pek tuttu denemez.
Ya canlandırılması lazım.
Ya da
Alaçatı,
Beypazarı,
Şirince de olduğu gibi doğal akışında,
Şöyle bir kilometrelik sağlı sollu dükkanlar olacak.
Yöresel ürünler satılacak.
Nallıhan’a özgü ne varsa.
En başa da otları koymak lazım.


Burada Hamiyet Hanım ile tanıştık.
Hem ressam
Hem de
Oymacılık öğretmeni.
Neler yapmışlar ki
Argoda ‘’seni bir oyarsam’’ da geçen,
Oyma eylemini,
O kadar güzel hale getirmişler ki
Hemen orada oyulasım geldi.
Resmen sanat olmuş,
Oyma.
Böyle oymalara can kurban.
Hocamız dünyanın her yerine eserlerini gönderiyor.
Ve büyük övgü alıyor.


Bu eserleri görünce,
Yine keçileri kaçırasım geldi.
Ne denebilir ki
Mükemmel.
Hocamız alkışlar,
Alkışlar…
Ama bu sefer bayılmadım.
Önce ambulans var mı?
Ne kadar zamanda burada olur?
Baktım iş uzayacak,
Bayılmaktan vazgeçtim.
Ama eşimin ağzının suları aktı.
Hemen bir peçete verdim,
Sildi.


Şimdi bir reklâm.
Hamiyet Gürelli.
Nallıhan.
Kime sorsanız bilir,
Gösterir.
Alma niyeti olanlar,
Hamiyet Hocam sizleri bekliyor.



Bendeki tahtaların eksikliğinden olsa gerek,
Tahtadan işleri çok seviyorum.
Bana kalsa hemen almıştım.
İçine su ya da ayran koyup içiyorsun.
Ama eşim istemedi.
Ben de yuvayı dişi kuş yapar diyerek, üstelemedim.
Ama oldukça ilginç ve değişik geldi.

Üç tane balta aldık.
On liraya.
Dedim ki
Ya bu güzel olmuş ta
Hani bizde bir söz vardır;
Baltayı taşa vurmak diye.
Tahta yerine taş koysanız?
Ve bu sözümüzü,
Hem Türkçe
Hem de
İngilizce uygun bir yere yazsanız?



İşte meşhur çıkrık.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87%C4%B1kr%C4%B1k
Aklıma Çıkrıkçılar Yokuşu geliyor.
Ve de
Çıkıkçılar.
Bir yerin mi çıktı.
Gidiyorsun, yerine takıyor.
Hem de bu zamanda, hala.
Ortopedistler ne der bu işe?



Ve kozalaklardan yapılmış,
Bir sepet.
Sepet sepet yumurta,
Beni sakın unutma, der gibi.
Kozalak ve mangal.
Ben sana abayı yaktım diyen Gülben,
Mangalı yaksa,
Evliliğini kurtarır mıydı acaba?



Nesli tükenmek üzere olan,
Bir Anadol görüyoruz,
Anadolu yollarında.
Kim koydu ise
Ne kadar güzel bir isim.
Anadol.
İşte size üretilen yerli araba.
Eskişehir’deki Devrim Arabalarından sonra.
Ben Anadolu Çocuğuyum demiyor da
Sanki
Anadolu Arabasıyım der hali var.



İşte Nasuhpaşa Camii,
1595 yılı yapımı.
Fotoğrafı çekerken, kareye telleri ve kabloları sokmamaya çalışıyorum ama
Nafile.
1911 yılında yol yapımında çalışan Fransız,
Bu camiyi aslına uygun olarak yaptırmış.
Yani
Fransız kalmamış.
Bu Fransız’ı ben rahmet ve minnetle anıyorum.
Fransa nere,
Nallıhan nere?
Sen kalk oralardan buralara gel,
Ve bu camiyi yaptır.
Rahmetli Barış’ın tabiri ile
Alkış.



Akdere Köyü hala Köy.
En son çıkan yasa etkilese idi
Mahalle olacaktı.
Bilinçli olarak bu köyü koruyalım demişler
Ve epey yatırım yapmışlar.
Ben ne zaman Çeşme görsem,
Aklıma;
Ferdi Çeşme’yi burada mı besteledi gelir.


Konakları onarmışlar.
Devlet desteği ile.
Güzel olmuş.
İnşallah en yakın zamanda pansiyon hayatı gelişir.
O esnada çeşme dikkatimi çekti.
Plastik.
Dedim ki
Bunu eski bir çeşme ile değiştirseniz çok daha iyi olacak.
Her şey eski iken,
Yeni bir şey sırıtıyor.

Vahit Hocamızın arkadaşları ile tanıştık.
Sağ olsunlar hemen çay ikram ettiler.
İşte benim,
Anadolu insanım.
Saf ve temiz,
Samimi,
Karşılık beklemez,
Gözünün içine bakar.
Bir dahaki sefere haber verin,
Ne isterseniz yapalım dediler.



Bu lale,
Sadece Nallıhan’da yetişirmiş.
Ve bahçe süslemelerinde de lale desenleri var.
Lale Devri geliyor, aklıma.
O zamanda yaşamak lazımmış.
Çalsın sazlar,
Oynasın kızlar.
Ve Sibel Can’dan Lale Devri İnsanlarıyız…
Ulan Patrona Halil,
Sen de nereden çıktın?
Ne güzel,
Lale Devri devam edecekti.
Hollanda bile hala bizden alacaktı laleleri.
Paraları Leyla’ya değil,
Laleye basacaktık.




Geldik Hoşebe Mesire yerine.
Bu yazıyı okuyan Adanalı varsa,
Mangalları kapın,
Hemen gelin buraya.
Gülben’den
‘’Ben sana mangalı yaktım’’ eşliğinde
Yanında da bıcı bıcı.

Burası özellikle okul turları için ideal.
Atıştırmaların yapılacağı,
En uygun mekânlardan birisi.


Olur olmadık yerlerde bile
Ben
ÖDTÜ’lüyüm diyen,
Bir komşumuz vardı,
ÖDTÜ’nün Eymir’i olur da
Nallıhan’ın olmaz mı?
Saptık, Eymir’e dört kilometre.



Eymir,
Köy.
Bu binaları restore edip
Pansiyonculuk.
Köy hayatını yerinde görecekler.
Tavuk,
Köy yumurtası,
Köy kahvaltısı,
Her şey burada yaşanacak ve hissedilecek,
Eymir’de.


ÖDTÜ Eymir Gölü’ne herkes giremiyor.
ÖDTÜ’lü olmak gerekiyor.
Ulan dedik,
Bari bu Eymir’e girelim dedik.
Aynı zamanda burası da bir kuş cenneti.
Cennetin tabelası yoktu.
Yolu ise kaçırdık.
Az gittik,
Uz gittik,
Dere tepe düz gittik,
Geri döndük.
Yola girdik,
Maalesef kötü yola düştük.
Hemen geri döndük.
Ulan Eymir alacağın olsun,
Bir dahaki sefere
Tabanvay gelmezsem?
O güzelim kuşları görmezsem?



Ne zaman koyunları görsem,
Radyoda Tanju Okan’dan,
İşte bu benim halkım çalmaz mı?
Tesadüfün bu kadarı?
ÖSYM Şifresi mi bunlar?



Ve işte
Adına mahzar salatası olan;
Çoban.
Başka hangi mesleğin salatası var?
Kavalı yoktu ama asası ve köpeği hemen yanında.
Köpek bana şöyle bir baktı;
Kardeşim dedi;
Seni ısırsam,
Dişlerime yazık.

Yönetim karmaşık gibi de görünse,
En basit anlatımını;
Çoban verir.
Kaval,
Aba,
Köpekler,
Ve koyunlar…
Koyunların karnı doyduğu sürece,
Su içtikleri sürece,
Yalaklardan sorun çıkmaz.
Ama
Çakal,
Tilki,
Ve yırtıcı hayvanlara dikkat etmek lazım.



Rezidanslarda yaşamak yerine,
Aha şurada yaşamak isterdim.
Doğa,
Doğal yaşam,
Doğaya bekleriz, der gibiler.
Arkadaş bu doğallık kayboldu mu?
İnsan ilişkilerinde de
Doğallıklar kayboluyor.
Var mı itirazı olan?



Bakın,
Doğada arabalar bile ne kadar doğal?
Ne len bu?
X5’ler, X6’lar…
Matematikte iki bilinmeyenli işlemleri beğenmeyen halkımız,
Arabaya gelince,
X’leri ne kadar bol olursa o kadar iyi olur, demekte.

İçinde Milli Olmayan Milli Parklar

İçinde Milli Olmayan Milli Parklar
http://www.milliparklar.gov.tr/DKMP/AnaSayfa/dogaKorumaHaber/10-02-13/Milli_Parklar.aspx?sflang=tr
Ama tam tamanına kaç tane?
Valla öyle bir yapmışlar ki
Web sayfasını.
Tek tek saymak gerekiyor,
Tahminim Kırka Merdiven dayamış.
Halbuki şöyle bir liste yapsalar?
Bir bakışta anlasak.
Ben salak biraz salağımda.

Çocukluğumda sorarlardı;
Hiç milli oldun mu?
Olmadım derdim.
Ama bir gün olucam.
Valla eşek kadar olduk,
Nerdeyse öbür tarafa doğru valizi hazırlarken,
Hala milli olamadım.
İnşallah son nefesten önce nasip olur da
Bir gün milli olurum.
İşte bu nedenle,
Milli Parklara özel bir ilgim var efendim.
Fırsat buldukça sık sık giderim.
Ve gezerken karşıma çıkanlara;
Hiç milli oldunuz mu?
Diye sorarım.
Bir gün dayak yiyeceğim ama
Şimdiye kadar,
Evet, ben milli oldum diyene rastlamadım.
Parklarımızın adı milli ama
İçinde maalesef Milli olmayan Milli Parklar…

Çıktık açık alınla,
Kızılcahamam’a.
Ama önce
Kurt boğazı Barajı
Bir zamanlar ne kurtlar vardı
Bu boğazda ki?
Adı buradan geliyor olsa gerek.
Kurt boğazı Barajı.
http://www2.dsi.gov.tr/baraj/detay.cfm?BarajID=28

Son durum;
ANFA’cılar var,
Her yerde olduğu gibi.
O an aklımdan,
Güvenlik hizmetlerini özelleştirsek mi geçiyor.
İhaleyi ANFA almasın?
Belediye bir ara epey çalışmış ama şimdilik beklemede.
Çevre düzenlemesi bitince,
Ankara’nın güzel mesire yerlerinden biri olacak.
Kimse içme suyuna ve sabuna dokunmasın diye
Çevresi tel örgü ile çevrilmiş.



Felsefe şöyle güzel,
Doğal bir ortam mesire yeri olacak ama
Bundan baraj olumsuz yönde etkilenmeyecek.
Temennimiz en kısa sürede bitmesi ve halka açılması.
Şimdi rahmetli Ahmet Vardar olsa idi
Muhtemelen şöyle mi derdi;
Çabuk bitirin orayı,
Gelirsem fena olur.




Ve geldik Kızılcahamam’a.
Açıkçası kızacaktım kendi kendime.
Ama küresel ısınma var.
Küre zaten ısınıyor,
Hemen vazgeçtim.
Bir de Sayın Yetkililer sürekli kızmaca halindeler.
Korkarım yakında dünya cehennem olacak.

Patalya Oteller Zinciri
Haberal Grubuna aitmiş.
Kim ne derse desin,
Haberal hakkında,
Cerrahlığına ve yatırımcılığına kimse bir şey diyemez.
Yıllar önce burayı görmüş ve yatırımını yapmış.
Bu konuda diyeceğim tek şey;
Herkes için tek kural;
Tutukluluğun bir sınırı olmalı.


Hani bizim Gülhan Şen hep yurt dışı programları yapıyor ya
Bende oluşan kanaat;
Bir yurt dışı,
Bir de
Yurdum içeri.
Ve
Burnumuzun dibindeki Kızılcahamam’a ilk kez gel.
Hani derler ya
İnsan burnunun dibini görmezmiş.
Aynen öyle.
Utandım kendimden.
Şimdiye kadar neden gelmedim diye







Şöyle yan gelip yatmak varken,
Harem ile mutlu bir şekilde yaşamak varken,
Olabildiğince çocuk yapmak varken,
Bunları elinin tersi ile itmiş
Ve
Memleketin her köşesini adım adım gezen Ata’mız,
Buraya da uğramış(16 Temmuz 1934)
Ve şöyle demiş;
‘’Bu cennet yurt köşesinde mutlusunuz Kızılcahamamlılar’’
Ardından şunu eklemiş;
‘’Bu su altın gibi’’
Biz de tesise girdik,
Bilgi aldık.
Ve birkaç bardak içtik.
Gerçekten lezzetli hissettik.
Ata’mızın uğramadığı tek yer;
Amasra gibi
Sebebini henüz öğrenemedim.
Bilen varsa, memnun olurum.
Belki de
Cihan Fatihi Mehmet Sultan’dan sonra,
O meşhur sözü;
Lala Lala Çeşmi-i Cihan bu mu ola?
Üstüne bir şey söylemek istememiş olabilir mi?

Amasra’ya Fevzi Çakmak,
İsmet İnönü,
Cemal Gürsel,
Cevdet Sunay gelmişler…
Ama
Atatürk gelmemiş.

Hani bazen bir söz görürsünüz,
Altında Atatürk imzası.
İçinizden dersiniz ki
Gerçekten bunu demiş mi?
Ya da
Her konuda bir şey söylemiş
Acaba bu konuda da bir şey demiş mi?
Valla ben ilk kez duyuyorum;
Bu su altın gibi diyerek,
Su konusunda da bir şeyler söylemiş.
Acaba aklına o an;
Kral Midas gelmesin?
Hani şu yediği, içtiği her şey altın olan Midas?



Evet işte,
Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı.
Ama
Milli futbolcu yok,
Milli Atlet,
Kısaca Milli Sporcular…
Neden acaba?
Hemen buraya uğradım;
Şöyle bir harita,
Kroki
Ya da kum sandığı çalışması var mı dedim.
Yan tarafta dediler.
Burada bir müze var.
Orman Bakanlığına bağlı küçük ama sevimli.
Ve
‘’Soğuksu Milli Parkı ve Çevresi Jeositleri, 2007’’
Kitap şu an masamda.
İlk fotoğrafta Atatürk,
Son derece modern kıyafetle toprağa oturmuş bağdaş kurmuş.
Şimdi burası, anıt haline gelmiş ve her sene, 16 Temmuzda, şenlikler var.
Hemen yan sayfada el yazısı ile yer bilimleri hakkında tuttuğu notlar…
Çok güzel hazırlanmış,
Emeği geçen herkesi tebrik ederim.


Ben doğayı çok severim.
Çünkü
Doğa Allah ile baş başa kaldığım yerdir.
Ve insanoğlunun kullandığı bütün buluşlar doğadandır.
Mesela şu;
Bariyer.


Dokunmayınca kalkmıyor…




Ben görmedim ama
Soğuksu Milli Parkı’nın sembolü;
Bu Kara Akbaba imiş.
Çünkü
http://karaakbaba.kad.org.tr/hpopulasyon.html
Bu kuşun nesli maalesef tükenmek üzere.
Kelaynak Kuşları gibi
Onlarda Urfa-Birecik’te.
Ama
Bakıyorum erkeklere;
Kafayı kazıtan kazıtana.

Ve
Kanat açıklığı üç metreyi buluyor.
Karaakbaba’nın.
Ağırlığı da maşallah 7-12.5 Kg arası.
Kuzu deryası bunlar, kuzu.
Ulan ne çevirmesi olur?
ABD’nin insancıl savaş uçaklarına benziyor.
En yoğun olduğu yerler;
Kızılcamam-Soğuksu Milli Parkı
Eskişehir-Türkmenbaba Dağı.
Bu kuşa özellikle bir partimizin sahip çıkması gerekiyor.
Ne de olsa isim benzerliği.
Kuşları çok severim,
Ve izlerim.
Mesela
Bizim Muhabbet Kuşu Boncuk ile Komşularımızın Kuşu Tombiş
Uzun süre sonra birbirlerini görünce yaptıkları o doyumsuz muhabbet;
Bana Şems ile Mevlana’nın ilk karşılaştıkları anı hatırlatır.
Ve hep şöyle derim;
Kuşlar uçmasa,
Bu dünyada kimse mutlu olamaz.
Mutluluk uçmaya bağlı.
Kuşlarımız iyi bakmalıyız,
Ve hep uçurmalıyız.



Yine Ata’mızdan bir söz;
‘’Ormansız ve Ağaçsız Toprak Vatan Değildir’’
Acaba çöle sahip bazı Ortadoğulu ülkeler bu yüzden mi alınganlar?
Anıtkabir’e bile uğramıyorlar.



Askerli yapanlar bilir.
Bu fotoğraf kum sandığı.
Ya da
Bölgenin kabartma haritası.
Görüldüğü gibi
Bir O Harfi ile Soğuksu Milli Parkını gezmeniz mümkün.
Derin bir vadi ile sağa doğru uzanan daha küçük bir vadiden oluşuyor.
Ama
Yolların çok sağlıklı olmadığını,
Mümkünse dört çeker ve yüksek araba ile dolaşın dediler.




İşte Soğuksu Milli Parkı ayılarından biri.
Bir daha dünyaya gelsen ne olmak isterdin deseler?
Ayı derdim, AYI.
Hem armudun iyisini ye,
Hem altı ay deliksiz uyu,
Hem de
Balık ve bal ile beslen,
Ve de
Ormanda yaşa.



Tilki’ye gelince;
Allah’ın yarattığı hayvan ve bitkiler,
Beyinlerine hangi yazılım yüklendi ise
Aynen o şekilde hareket ederler.
Yani
Tilki,
Çakal,
Akrep,
Yılan ve çiyan sinsi hayvanlardır.
Ortak özellikleri sevimsizdirler.
Buradan sinsilere duyurulur.
Yani
Ya olduğunuz gibi olun
Ya da
Göründüğüz gibi
Gereksiz yere, sinsi iken kendinizi sevimli göstermeyin.
Bir tilki ne kadar şaklabanlık yaparsa yapsın
Bu maymuna yakışır.



Efendim,
Bu kavram yeni gelişiyor.
Turizm alanı da.
Fosil ağaçlar.
Yani jeositler…
Ya da
Silişleşmiş Ağaçlar.
http://www.turkjeopark.org/docs/yayin/yedigoller/yedigoller_milli_parki_3.pdf

Öğle yemeğinde,
Köfte yiyelim dedik.
Lokanta önünde kocaman harflerle yazıyor;
İÇKİSİZ.
Geçenlerde bir yazarımız dedi ki
Kalp, yürek ve gönül.
Olumsuzları ise
Kalpsiz, gönülsüz ve de yüreksiz.
Olumluda üçünü de kullandığımız kelimeler,
Olumsuzda başka anlamlara gelebiliyor.
Güzel ve de
Çarpıcı bir örnek.
İnsan da
Hava, su ve de yemek ile yaşar.
Yani
Havasız, susuz ve de yemeksiz yaşayamaz.
Yani
İçki deyince
Su içmek,
Ayran içmek,
Limonata içmek,
Rakı içmek,
Şarap içmek.
İçkisiz deyince
Sanki ben su bile mi içmeyeceğiz gibi algılıyorum?
İÇKİSİZ’i görünce de
Valla diyorum ya boğazıma takılırsa lokmalar,
Su bile mi içmeyeceğiz?

Mesela
‘’İç ki
Susuz kalmayasın’’
Bu arada,
Farz edelim,
Tüm yerlerde Alkollü içecek verilmiyor ama
Yabancı turist istiyor,
Ne olacak?
Geçenlerde içkisiz yazan bir yere girdik,
Turistler yabancı idi,
İşletme sahibi dedi ki
Abi, hiç önemli değil veririz.
O zaman o yazı neye konuyor?
Valla bu konunun bence özellikle,
‘’Turizm açısından’’ bir kez daha düşünülmesi lazım.

İÇKİSİZ’i birebir tercüme etsek İngilizceye;
‘’Without drinking’’ mi olur?
Bunu okuyan yabancı ne düşünür?
İçkisiz lokantada yedik,
Hesabı ödedik,
Bir güzel de kazıklandık.
Bir de içkili olsa idi?

Gelelim diğer konuya;
Şahsen ben okuduğum gazete özelimdir diye düşünür,
Ve de
Kapının girişine herkesin görebileceği şekilde
Sanki gözünün içine sokar gibi para verseler koymam.
Yapmayacağım şey de
Açıkçası itici geliyor.
Buradan ilgililere duyurulur.
Bir ideolojiyi yaymaya çalışan değerli arkadaşlar,
İşin psikolojik etkilerini de iyi düşünün.
Şahsen bende olumsuz bir etki bırakıyor.
En kötüsü de
Fenerbahçeli olmadığı halde
Sırf karşısındaki kişiye şirin görünmek
Ya da
Ağzından birkaç laf alıp
Bir yerlere satmayı marifet sayan;
Sinsi kardeşlerimiz.



Gırbıslı Lehçesi ile
Alın size bir ‘’sulu çember’’
Soğuksu Milli Parkı’na girmeden önceki meydan.




Kızılcahamam’a gelinir de
Maden sodası içilmez mi?
Ama benim favorim;
Beypazarı.

Hoşgörü mizah ile başlar.

Koş Ali Koş Kos'a Koş

Koş Ali Koş, Kos’a Koş.
İlkokula başladığımda,
İlk öğrendiğim cümle;
Koş Ali, Koş idi.
O zamandan beri kim darda olsa koşarım.
Ki
Yunanlı kardeşlerimizin battı batacak haberleri gelince,
Hemen yandan çarksız vapura atladım.
Koş Ali Koş, Kos’a Koş!
Aslında bu geziye, ben, eşim ve de kızım beraber gidecektik.
Tam biletleri alırken,
Ana bir baktım, benim pasaportun süresi geçmesin mi?
Hemen İle gittim.
Biyometrik fotoğraf,
Vergi dairesine git,
İki tane kimlik fotokopisi çektir.
Bunları yapalım da
Hepiciği neden aynı yerde olmasın?
Allah’tan taksiciler var da
Belki de yetkililer taksiciler de kazansın diye düşünüyor olabilir.
Git-gel Emniyet-Şehir Merkezi, hallettik.
Valla ne zaman Devlet Kapısına gitsem,
En korktuğum;
Keyfimin kahyası mısın?
Bu gün git, yarın gel!
Bu sefer öyle olmadı.
Bu gün gittik, yarın gelme, APS ile geliyor dediler.
Valla çağ atlamak dedikleri bu olsa gerek.
Gerçi sağolsun görevli,ne yapacaksınız, Kos’a gidip
Batsın …zevenkler demeyi de ihmal etmedi.
O an elinde yetki olsa,
Kos’a gidersen vermem pasaportu, gözlerinden okudum.
Hemen çevir kazı,
Ne Kos’a mı gitmek?
Kos’a gidenin?
Demeye başladım.
Yanımda Can,
İyi çocuktur, bir kere şu cebinde akrep olmasa?
Eve geldik, iki de bir sms gelmeye başladı;
Pasaport pişiyor,
Pişti,
Kargoda,
Yolda,
Merkezde…
Teslim edilmesini unutmuşlar bir tek.
Neyse bu kadar kusur kadı kızında da olur.
Şu sıralar halkımız iki yere gidiyor;
Bir;
Somali,
İki;
Kos…
Biri açlıktan kırılıyor,
Diğeri;
Batıyor…
Yakında burada ‘’Kimse Yok mu’’ derneğini görürsek şaşmayalım.
Yandan çarksız vapura yetişelim derken,
Döviz almayı unutmayalım mı?
Ulan dedim,
Kos dikleri neresi?
Şurası.
Türk Parası geçer.
Bizdeki gibi her yer döviz bürosu doludur.
Ama nerde?
Bankayı buluncaya kadar canım çıktı.
Tam sıra geldi;
Demesin mi?
Merkez Bankası’na.
O an başımdan aşağı kaynar sular dökülmesin mi?
Hanım da iki de cebi çaldırıyor, gel gari diyor,
Mavi tren kalktı kalkacak.
Ben de gözü kararttım bir sehayat acentesine girdim.
Döviz patladı, kriz geliyordan aklımda kalan,
Euro uçmuştur, şimdi.
Yorgo’da iyi uçurmuş
3.30
Allah’tan çok fazla almadıkta,
20 Euro bize girmiş.
Kendimize ceza verdik,
Öğle yemeği yemedik.
75 Euro elimde, can havli ile
Kendimi Mavi Tren’e attım.
Kos’ta dört renk tren var;
Yeşil,
Şehir içi.
Açık Yeşil;
Ormana,
Mavi;
Asklepion,
Kırmızı;
Sahil kenarı ama ayrı firmaya aitmiş, tam güzergahı söylemiyorlar…
Biz de Asklepion’a doğru yola çıktık.
Yunan müzikleri eşliğinde,
Ulan biz olsak şirin görünmek için,
Yabancı müzikler dinletiriz.
Ve
İngilizce görmek nerdeyse ‘’impossible’’
Bizde ise
İngilizce’nin ‘İ’sini bilmeyenin dilinde;
Check-in,
Boarding,
Outlet,

Geçenlerde, rahmetli Recep Yazıcıoğlu,
Karamanlılar gibi bir ferman yayınlamayı müteakip
Elim bir trafik kazsı neticesi, Hakkın rahmetine kavuştu;
Tesadüf?
Tıpkı,
Eşref Bitlis,
Muhsin Yazıcıoğlu gibi
Tesadüfler tesadüfleri severmiş.
Valla ben ne zaman trene binsem;
Aklıma;
Kara tren,
Sarı gelin,
Tren gelir, hoş gelir,gelir.
Özellikle Yavuz Bingöl’den.

Vapur’daki görevli dedi ki
Beni seven tam saat onda burada olsun.
Eline kitabı aldı,
Aha dedi;
Kos burası.
Ve özellikle camii minarelerinden istifade ederek,
Yol tarifleri yaptı.
İşte o an anladım;
İsviçre’liler neden minare istemiyor?
Elbette minareyi çalan kılıfını hazırlar, değil.
Minareye bakan, kaybolmaz.
Şu yön bulma cihazları üreten yok mu?
Kesin onların işi,bu.
O kadar güzel takdim yaptı ki
Kırk yıllık rehberlerin ağzı açık kalır.
Ve son derece samimi hissettim.
Mastika(sakızlı)dondurmadan yiyin,
Peynirini alın,
Trenlere binin,
Şurada yemek yiyin…
Neskafe üç lira vapurda,
Tam inişe geçtik;
Bizim halatçı mükemmel İngilizce, Fransızca ve diğer dilleri ile
Vapur 16.30’da kalkıyor dedi.
Ve tabii herkesi güldürdü.
Adam, tam bir güldürü ustası, tebrik etmek lazım.
Yandan çarksız geminin büfecisinin tavsiyesine uyarak,
En ön sırayı kaptık,
Demirel’in GAP’ı kaptırmaması gibi
Ve hurra…
Gümrüğe
Fıstık gibi Yunanlı polis kızımız elinde telsizle bize epeyce hava attı.
Ayağındaki botlar da pek havalı duruyordu.
Geçtik, sıraya…
Ve bölücülüğün başladığı an;
Euro Vatandaşları buradan, diğerleri şuradan…
Ulan biz sizi kurtaraya gelmişiz, batmayasınız diye
Reva mı bize bu?
Bir de
Bir kuyruk?
Aman Allah’ım,
O da ne?
Valla gemi hemen dönüşe geçse ilk ben dönerim.
Ne len o?
Biz sizi kurtarmaya geldik.
Sıra beklemeye gelmedik.
Valla gümrükten çıkış;
11.15’i buldu.
Nasıl bir kalabalık?
Türkler,
Katamaranlarla,
Deniz Otobüslerle,
Bodrumlu Kaptan Osman’la geliyorlar…
Çekirge sürüsü gibi.
Kos’lular ise
Valla hiç umurlarında değil.
Sanki erkeksiniz, tek tek gelin der gibi
Tek polis koymasınlar mı?
O da bunalmış garibim.
Birinci çelişki;
Hem batıyoruz,
Hem de ne geliyorsunuz?
İkincisi;
Bölücülük.
AB’liler buradan,
ABC’liler şuradan.

Bu arada,
Bir şey çok rahatsız etti.
Pasaportunda, Kıbrıs vizesi varsa, yandın, içeri almıyorlar.
Neymiş?
Kuzey Kıbrıs’ı tanımıyorlarmış.
Ya kardeşim,
Sen istediğin kadar tanıma,
Ben tanıyorum.
Var mı diyeceğin?
Rahmetli Ahmet Vardar yaşasa idi
Şöyle mi derdi;
Buradan Dışişlerine sesleniyorum,
Bu işi en kısa zamanda çözün.
Komşularla sıfır sorun böyle olacaksa olmaz olsun
Ya da
Kırklareli’de Vize bile kalkarsa,
Böyle vize olmaz olsun.
Aslında,
Şu zamanda pasaportta gereksiz.
Dünya vatandaşlığı sistemi,
Dünya vatandaşlık kimlik kartı,
Okut optiğe,
Kırmızı yanarsa, dur!
Yeşile geç,
Turuncuya dikkat et.
O zaman ne yapacak, pasaporttaki bu kadar görevliler?
Gümrükçüler?
Geldik
Asklepion’a.
Aklıma o an Haydar Dümen geldi.
Neden mi?
Aşklepion diye bir yer olsa idi
Haydar Dümen yakışırdı.
Bu Asklepion İzmir-Bergama’da da var.
Daha iyi durumda.
Güzel de bir tiyatrosu bile var.
Bir gerçek var ki
Bizim arkeolojik yerler daha bakımlı ve daha yaratıcı şeyler yapılmış.
Yunanlı kardeşlerimiz, buraları biraz
Ya kaderine terk etmiş
Ya da
İlk günkü gibi korumaya çalışıyorlar.
Turnikeleri bile çalışmıyor.
Aydınlatıcı bilgileri fazla aydınlatmıyor.
Ama
Asklepion’dan öyle güzel resimler çekiliyor ki
Sanki Kos ile Bodrum arasındaki deniz, bir karış.
Şeytan diyor ki
İkisi arasına, köprü yap.
Asrın projesi olsun.
Böylece Türk Yunan dostluğunun ilk somut köprüsü yapılmış olur.
Kaça patlar?
Valla, Ramazan Davulu patlatmaya benzemez, tabii bu işler.
Adamı şişler.
İnsanın aklından o an,
Neden buraları bizim değil diye geçiyor.
Aynı şey;
Yunanlı kardeşlerimizden de geçiyordur ama
Kimse sesli düşünemiyor.
Benim merak ettiğim;
Gerçekten bizde neden kalmadığı.
Neler oldu da, böyle oldu.
Tam bu esnada,
Polisin üzerinde şöyle yazıyor;
Hellen Polisi.
Hellim Peyniri bir şey.
Malum Hellenizm;
Kocaman İskender Abimizin,
Batı ile Doğu sentezi.
Bunun en güzel örneği de
Nemrut Dağ’ındaki Tanrı ve Tanrıçalar…
Batı Tanrıları/Tanrıçaları Batı’ya,
Doğu Tanrıları/Tanrıçaları Doğu’ya bakıyor ama
Sırt sırta vermişler.
Helal sana Kommanege Krallığı.
Asklepion turunu tamaladık,
Mavi Treni beklemeye başladık.
Taze portakal suyu satıyor, Yorgo.
Kos’la ilgili kitaplar…
Biraz pazarlık edip bir tane Kos kitabı,
Bir bardak ta taze portakal suyu afiyetle mideye indirdik.
O an aklımda,
Açlar geçti,
Susuzlar…
Şahsi görüşüm;
Bunlar küresel sorunlar,
Küresel sorunlar,
Küresel çözümler bekler…
Kalıcı olur,
Sistem tıkır tıkır işler.
Şova dönüşmez.
Sadece bir ideoloji ilgilenmez,
İnsanlık ilgilenmeli.
Bu iş;
Ajda Pekkan ile Nihat Doğan’a da kalmamalı.
Çok ciddi yaklaşılmalı.
Ve Devlet eli ile yapılmalı.
Ayrıca denetlenmeli.
Çünkü
Maalesef insanoğlu savaşlarda, maalesef öldürdüğü kişinin mallarına bile ganimet diyen bir varlıktır.
Ve de
Sizin ananız babanız aç iken
Başkalarına yardım yaparsanız,
Toplum der ki
Kardeşim sen önce,
Anana babana baksana.
Yani
Terzi sökük gezer olmamalı.

Neyse
Konuyu dağıtmayalım, deyip habire dağıtan ben,
Kos’a döneyim.
Tren gelir, Hoş gelir, nidaları eşliğinde,
İndik Şehir Merkezine.
Adamlar, Centrum bile yazmamışlar.
Bizde ise Şehir Merkezi yazısı bile yok.
Varsa yoksa,
CENTRUM yazısı var.
Biraz şöyle dolaşalım dedik,
Başladık, turlamaya.
Hipokrat Ağacı’na geldi sıra.
Ey Hipokrat,
O yemini etmişsin ya
Ve her doktor ediyor,
Valla korkuyorum be Hipokrat.
İdeolojiler, maalesef vicdanın önüne geçmeye başladı.
Hani bile bile lades derler ya
Valla aynen bile bile ölüme bile gidebilirsin güzel memlekette.
Çünkü
Samimiyetin yerini, sinsilik aldı,
Var mı bunun bir ilacı,
Hipokrat?

Asklepion,
O zamanların tam teşekküllü hastanesi.
Meditasyon, yoga, dinsel tedavi, telkin, şimdiki bitkisel şifalar…
Yani şimdiki
SPA’lar da diyebiliriz.
Gerçi ben eşeklerden hoşlanırım,
Ve
En beğendiğim cümle;
Eşek hoşaftan ne anlar sözü?
Ki buradaki eşek ben oluyorum…

Bir mağazaya girdik,
Ana Kız Fatoş, mükemmel Türkçe konuşuyor…
Meğerse bunlar mübadelede en iyi yer;
Doyduğun yerdir, diyenlermiş.
Ama biraz çekingenler,
Ve de
Hafif korku var gibi.
Hediyelik eşya satıyorlar,
İşleri güzel.
Yanımda eski, hareketli Türk Müzikleri vardı,
Dedim ki
Al bu da sana bizden bir armağan olsun.
Aman Allah’ım,
Nasıl sıcak?
Gavur şeyi gibi sıcak.
Şu sıralar, şu gavur şeyine takmışım.
Kim dilimize sokmuş ise
Önüme gelene soruyorum;
Neden gavur şeyi sıcak denir?
Bir gün dayak yiyeceğiz ama
Hadi hayırlısı.

Girdik bir markete;
Allah kabul etmesin,
Bu Ramazan’da bira, su ve de leblebi aldık.
Ama içimiz yanıyor…
Sıra geldi,
Yeşil Trene.
Yeşil Tren, şehir merkezi gezisi.
Önce Yunanca,
Ardından İngilizce bilgiler veriliyor.
Şehrin sokaklarında volta atmak dedikleri bu olsa gerek.
Tam arkamızda, bir araba.
Ha bire korna çalıyor,
Yol verin ağalar, beyler der gibi.
Anne kucağında, bebesi.
Belli ki ateşlenmiş.
İkisi de telaşlı,
Endişeli.
Arkada kızları.
Acile.
Dert her yerde dert.
Hastalık her yerde hastalık.
İncir ağacı her yerde, incir ağacı
Ama lezzet farklı.
Kos’ta da incir var,
Zeytin var,
Sakız var,
Bodrum’da ne var ise Kos’ta da aynısı.
Ama
İnsanlar nedense doğdukları yerin meyve ve sebzeleri ile övünürler.
Aslında, hepsi
Allah’ın nimeti.
Dünyanın en lezzetli inciri;
Aydın-İncirliova diyorlar,
Bu bence de doğru.
Çünkü
O yerin toprağı,
Suyu,
Havası.
Hepsi bir araya gelince, o lezzet oluşuyor.
Araçların bazılarında,
AB rumuzu var,
Bazıları ise hala eski plakalı.
Sanki bize lan AB’ye girdi isek der gibi.
Taksilerin çoğu Mercedes ve de lüks
Ama pahalı diyorlar.
Her yer,
Bisiklet ve de motorsiklet kaynıyor.
Özellikle de bayanlar.
Mini mini etekleri ile pedal çeviriyorlar,
Valla kimse kimsenin umurunda değil.
Bizde bu sorun olur mu?
Olur, valla.
Abla sen Ramazan’da ne yapıyorsun diyen olur mu?
Olur.
Bu hoşgörü
Bizde maalesef hoştgörü olabiliyor.
Arada -t- harfi kadar fark var.
Girdik Kale’ye.
Kalenin Bedenleri Türküsü eşliğinde.
Bazen düşünürüm,
Bu Türk kelimesi nereden geliyor?
Bunun altında, Türkü yatıyor, olmasın?
Kos’ta,
Arkeolojik eserler şehrin tam göbeğinde.
Hatta iç içe geçmiş.
Oralı bir bayana sordum;
Arkandaki arkeolojik yapı ne?
Demesin mi?
Bilmiyorum…
İnanamadım, doğrusu.
İnsan hiç değilse, Agora der,
Ya da
Tiyatro.
Tık yok.
O an aklıma Urfalı minik rehberler geldi,
Dünyadaki her dilden, o yer hakkında bilgileri olan.
Yoksulluk insanı ne kadar yaratıcı yapıyor.
Aslında hepsine ayak basmak,
Tek tek incelemek isterdim ama vakit, sıkıntısı.
Agora,
Odeon,a gidemedik, mesela.
İnşallah bir daha ki sefere.
Bu arada,
Şu sıralar moda;
Kos ve somALİ.
Kimi görsem, ya somALİ’ye
Ya da Kos’a.
Pasaporttaki bayan gönüllü somAli’ye gidiyordu,
Bir aralar Suriye modası vardı,
Sanki birileri yukarılardan üfürüyor;
Şuraya gidin der gibi.
Millet rüzgar nereden eserse, aynen o istikamete.
Ne diyelim?
Hayırlara Vesile Olsun.

Hanım alışverişe
Ben ise Camii’ye.
Defterdar İbrahim Paşa Camii.
İçindeki imam Türkiye’den gelmiş, bir aylığına.
Önünde internet.
Vakit geçiriyor.
Yaklaşık 2000 Türk varmış.
Turizm nedeni ile pek fazla takılamıyorlarmış, Camii’ye.
Altındaki dükkanlardan biri Kafe.
Hemi de içkili.
Ulan bizde olsa yeni bir tartışma konusu idi.
Camii’nin altında, içkili mekan olur mu?
Elin gavuru yapar mı?
Yapar.
İstersen ses çıkar.
Adamı oyarlar, valla.

Alışveriş mekanları bizim Bodrum Barlar sokağına benziyor.
Ama fiyatlar hem pahalı.
Hemi de
Bizdeki gibi
Beş deyip üçe inmiyorlar.
Hangisi doğru?
Düştük Mastika dondurmanın peşine.
Ulan ona sor,
Buna sor,
Sor Allah’ım sor.
Bula bula bir yerde bulduk,
O da
Sanki altın saklıyor, mübarek.
2 Euro’ya, bir kase.
Yarısını hanım, yarısını da ben götürdüm.
Bu arada,
Yorgo gemide cebinden parasını düşürmesin mi?
Hemen yerden alıp kendisine verdim.
Kos’a gezerken kendi kendime salakça şöyle bir şeyler geliyor aklıma;
İnsanın elinde olmayan şeyler var,
Takdiri İlahi.
Mesela,
Anasını seçemez, insan.
Babasını da.
Rengini,
Dilini,
Ana-babaya bağlı dinini.
Doğduğu yeri de.
Şimdi ben burada doğmuş ve buralı olsa idim,
Elin gavuru diyecek miydim?
Bu yazı nasıl yazılacaktı?
Yazdıklarımın tersi mi olacaktı?
Ey Allah’ım,
Ne kadar büyüksün,
Kader dedikleri bu olsa gerek.

Aslında,
Bir daha Kos’a gidersem,
Bir araç kiralayıp, şöyle baştan başa gezmek.
Mesela
Kefal-OS çok ilginç geldi.
Hani şu bizim bildiğimiz kefalı, kefalos yapmışlar.
Kesin kefalı meşhurdur, Kefalos’un.
Baştan başa 50 KM uzunluğunda dediler.
Bir saat gitsen,
Bir saatte dönüş.
Bir-iki saatte oyalan,
Al sana
Kos.
Netice;
Koş Ali Koş, Kos’a koş.

Alçak Hızlı Tren

Bizim baldan tatlı baldız ile
O’nun daha da tatlı kızı Nergis bize gelmesin mi?
Ki bu Nergis’in adını apartmana bile vermişiz.
İnşallah ileride birileri Nergis’in adını bir yerlere verirler.
Bize gelmiş iken ne yapacağız?
Gezicez.
İstikamet;
Karacaahmet değil,
Yenişehir(Eskişehir)
Bindik Yüksek Hızlı Trene…
Valla ben takıntılı,
Taktım Hızlı Trenin Yükseğine.
Nedeni;
Üst Düzey Yönetici var,
Alt Düzey Yönetici yok.
Yüksek Lisans Var,
Alçak Lisans Yok,
Yüksek Hızlı Tren var,
Alçak Hızlı Tren yok derken meğerse varmış.
Hem de Sazova’da.
Moderin ismi ile Bilim ve Kültür Parkı.
Ankara’nın her yerinde havaalanına gider levhaları varken,
Ulan bir tane de tren garına gider levhası görsek ya
Nerde var biliyor musunuz?
Tam garın önünde.
Ah Ahmet Vardar yaşasa idi
Şöyle derdi;
Buradan yetkililere sesleniyorum;
Çabuk o levhaları yerine koyun.
Yoksa gelirim, oraya.
Epey kalabalık, bayram nedeni ile
10’a yer yokmuş, 400 kişilik trende.
11’e bulabildik.
Benim en sevdiğim türküler hep trenle ilgilidir;
Tren gelir, hoş gelir.
Kara Tren…gibi
Bu arada görevliler,
Bayan yanına erkek vermiyorlar.
1.5 saatte neler olmaz ki?
Ne olur, ne olmaz.
Trenimiz, doğal olarak, Sincan ve Polatlı’da duruyor.
Ve sonra,
Bas gaza…
250 görüyor.
Ama bu sürat hissedilmiyor.
Nergis’e vagonda sorduk,
Kim kimdir diye.
Aman Allah’ım,
Hani derler ya
Çocuktan al haberi.
En kısa zamanda, çekip internete koyucam.
Vagon yerlere yattı.
Bu nasıl bir gözlem?
Bu nasıl bir yorum?
Bu nasıl bir akıcılık?
Allah nazarlardan saklasın.
Ana bir bakmışız,
Yenişehir(Eskişehir)
Hemencik bir araba kiralayalım dedik.
Günlüğü 70 TL anlaştık.
Üstüne 30 TL’lik sıvı vergi.
Yani mazot,
Akşam 20’ye kadar turladık.
İlk gezi yeri;
Sazova.
Anlaşılan bir zamanlar, sazlık imiş.
Sağolsun Yılmaz Büyükerşen buraları bir güzel düzenlemiş.
Kim ne derse desin,
Eskişehir’i Yenişehir yapan;
Büyükerşen’dir.
Gerçi taksici, her yere sadece heykel yaptı,
Başka da bir şey yapmadı dese de
Demek ki
Meyve veren ağaç taşlanır,
Ve
Aleyhte propaganda,
Heykele dayandırılmış.
Neymiş?
Her yeri heykel doldurmuş.
Ya Yüce Mevlam,
Bazılarını kel, bazılarını saçlı yaratmış,
Hey!
Kel!
Baksana biraz demiyor muyuz?
Doğruca Sazova’ya gittik.
Tren kara tren değil ama
Sanki O
Bir tek; buharı eksik.
Tıngır mıngır,
Etrafını dolaşıyor, parkın.
İşte bu alçak hızlı tren.
Genlerimde Nasrettin Hoca mı var?
Herkes gider Mersin’e,
Ben tersine mi?
Ya da
Bu memleketi anlamanın en iyi yolu;
Nasrettin Hoca gibi mi düşünmek?
Belki de eskiye Özlem.
Moderin tabir ile nostalji.
Bundan sonra canım sıkılınca atlıyorum,
Yüksek Hızlı Trene,
Doğru Çok Alçak Hızlı Trene…
Park çıkışı,
Yar saçların lüle lüle
Yar benzer,
Beyaz güle şarkısı eşliğinde,
Lüle taşçıları karşılamasın mı?
Pipolar,
Tespihler,
Neler, neler…
Hem sohbet ettik,
Hem de
Alışveriş.
Ve
Kurşunlu Külliyesine…
Sağ tarafta,
Cam ustaları
Ve eserleri…
Bir tek ham madde yok.
Onu da koyun dedim.
Sol taraf;
Nikah salonu.
Hemen Ümit Besen’den,
Beni nikahına çağır sevgilim,
Şahidin olurum, geldi.
Kim bilir kaç kişi,
Büyük bir heyecanla evet deyip
Sonra,
Nahır dedi?
Kaç kişi evcilik oyunu oynadı?
Kaç kişi yalandan mutluluk tablosu?
Kaç kişi mutlu bir yusufçuk gibi havalandı?
Hemen sağda,
Tarihçe
Ve plan.
1520’lere dayanıyor, Kurşunlu Külliyesi.
Allah yaptıran,
Ve de
Yapanlardan bin kere razı olsun.
Biraz ileride,
Sağ taraf lüle taşı satıcıları…
Rafi Usta bir alem.
Bu konuda uzman.
Sergilenen eserleri soruyorum;
Kaç günde yapılabilir, bu eser?
Yaklaşık fiyatı?
Hangisi senin?
Kızı da maşallah çok tatlı.
Rafi usta bu konuda uzman.
Sol taraf ise atölyeler bölümü.
Her ustaya bir oda,
O da ya halı,
Ya kilim,
Ya da iğne oyası.
Sergilenen eserler ise muhteşem.
Mutlaka görülmeli,
Ve incelenmeli.
Camii içi muhteşem.
Ya şadırvan?
Suyunu içmeden olur mu?
Kana kana içtim.
Ve geldik,
Atlıhan’a ama
Mide; aşk değil, aş istiyor.
Ve attık kendimizi,
Köfteci Ahmet’e.
Herkes Mc Donald’s bir marka olarak algılar,
Aslında Donald’ın yeridir.
Köfteci Ahmet te
Başlı başına bir marka.
Kabalak Köftesi diyorlar, adına.
Başta Azra Akın kızımız gelmiş
Ve
Çok Önemli Kişiler(ÇÖK)
Kızıma derim ki
Yaz kızım diyen ile
Kızımız sayılır diyenlerden aman uzak dur.
Anlamadığım yabancı kelime hayranlığı;
VIP ne demek?
Very Important Person.
Yani öz Türkçe ile
Çok Önemli Kişi
ÇÖK
Acaba ÇÖK kısaltması bu kişileri rahatsız mı ediyor?
Çök’sün kardeşim.
Yolunuz düşerse,
Köfteci Ahmet’e mutlaka uğrayın.
Diliniz lezzet tadacak.
Ve bir daha gelirsem,
Yine seni yiyeceğim diyeceksiniz.
Karşıya geçtik,
Atlıhan’a.
Burası da
Başta Lüleciler,
Gümüşçüler,
Gümüş-Lüleciler,
Camcılar…
Şöyle oturun bir çay için.
Hatice Abla neler yapmış, tadına bakın.
Sarmasını iyi sarmış mı?
Bizim dişleri dökük lüleci,
Söz vermişti,
Ama dişleri hala yaptırmamış.
Dişe ve kuşa her zaman iyi bakacaksın,
Lüleci.
Buradan,
İsmail YK eşliğinde,
Şelale Parka bastık.
Anlatılana göre,
Türkiye’nin en büyük yapma şelalesi.
Şu en büyük olayına biraz takmış durumdayım?
Yapılan her şeyin önüne en büyük gelmeyince olmuyor mu?
Hadi Haydar Dümen’e gelen soruların büyük çoğunluğu;
Büyük mü?
Küçük mü?
İle ilgili.
Size ne oluyor, kardeşim?
Sular şarıl şarıl akıyor,
Fazla şarıl şarıl demiyeyim,
Yoksa çişiniz gelir.
Manzara o biçim.
Güzel bir gözetleme kulesi yapılsa imiş asanSÖR’lü daha da iyi olacakmış.
Dürbüne bir lira atıyon,
Gözleme yapıyon.
Ama bu gözleme karın doyurmuyor…
Buradan doğru şehir merkezine.
Bizimkiler,
Gondol,
Tekne,
Ve de
Tekne ile Kent Parka gelecekler,
Ben de
Araçla Kent Parka gelip
19 trenine yetişeceğiz.
O arada.
Kırık masa işletmesine gittim.
Ümit Besen’in o muhteşem şarkısı,
Ayağı kırık o tahta masa var ya
Güzel bir yer.
Anadolu Üniversitesi ile
Havacılık Müzesine yakın.
İşletmeciler profesyonel.
Araba kiralık olduğu için,
Gitmekte acele etmiyorum.
Kanlıpınar’ı duydum.
Ankara Yolu-15 KM
Hadi dedim,
Bas gaza.
Kanlıpınar Köyü şirin bir yer.
Park ta sırtını DSİ sulama mini barajına dayamış.
Mangal için ideal bir yer.
Giderken,
Kanlıpınar Şehitliği hemen sağda.
Görülmeye değer.
http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=57576
Sonracığıma,
Madem bu araba kiralık dedim,
Tadını çıkaralım.
Taksi olsa aman az yazsın,
Kestirmeden git derken,
Kiralık olunca,
Ulan ödedik parasını nasıl olsa,
Tadını çıkaralım bari,
İsmail YK eşliğinde,
Bas gaza,
Turşusunu mu kuracağım?
Psikoloji işte.
Daldım şehrin içine.
O tabela senin,
Bu tabela benim.
Ama tabela dediğin en salak adamı alır,
Götürür doğru yere.
Bunu birkaç taksiciye sordum.
Abi dedi,
Doğru diyon,
Biz bildiğimiz için şaşırmıyoruz ama
Bazı yerlerde eksik işaretlemeler var.
Buradan ilgililere duyurulur…
(Ahmet Vardar)Bir arkadaşımın tavsiyesi ile
Kırıkmasa’ya gittim.
Mekan güzel.
Tavsiye ederim.
Eşim, baldızım ve de tatlı mı tatlı kızı Nergis;
http://www.youtube.com/watch?v=WrpK0sQVvAM
Porsuk Çayı’nda, önce gondol, ardından Amsterdam teknesi ile
Kentpark’a Panama usulü üç kere havuza girerek gelirken,
Ben salak ise
Kiralık araç ile Kentpark’a gelmeye çalışıyordum…
Hatırladığım;
Otogar’ın karşısında,
Ama
Tabela yok.
Ne otogar,
Ne de
Kentpark.
Ve çok bilmiş halkımıza sormaya karar verdim.
İlk sorduğum;
Bana tren gibi baktı.
Anladım.
İkinci sorduğum;
Ne demek abi dedi,
Onbeş yıldır direksiyon sallarım,
Karış karış bilirim,dedi.
Yani yam adamı ama insanlık hali,
Kentpark ile Espark’ı karıştırmış.
Yine de sağ olsun,
Kentpark önüne kadar getirdi,
Ve bir taksi ile geri gitti.
Ama kendine sürekli söylenip durdu,
Ben böyle bir hatayı nasıl yaparım?
Kentpark’a girdim,
İlk gözüme çarpan,
Heykeller…
Ne zaman heykel görsem,
Sanki birileri bana;
Hey!Kel! der gibi geliyor,
Psikolojik olsa gerek.
Hani bazı tiki olanlar,
Şöyle dokununca,
Ana-avrat dümdüz giderler ya
İşte öyle bir şey(Erol Evgin-Çiğdem Talu)
Tabela diyor ki
Lütfen balıklara yiyecek atmayın.
Ama dinleyen kim?
Çünkü halkımız, merhametlidir.
Kıyamaz,
Dayanamaz.
Baksana, kendi halkı aç mı tok mu düşünmeden,
Elinde avucunda ne varsa,
Açlara verir.
Bu para nereye gitti, araştırmaz.
İlgililerin de aklına,
Ulan bu kadar para topladık,
Hele şunu internet üzerinden şeffaf hale getirelim,
Giriş ve çıkışları anında verelim,
Demek gelmez, nedense.
Ta ki
Kokusu çıkıncaya kadar…
Nergis tutturdu,
Ben balık tutucam.
Ama yasak?
Neyse ki
İki tane abla bulduk ta,
Burada balık tutmak yasak dediler,
Tamam dedi Nergis.
Sakalıma baktım, yeni traş olmuşum.
Bir tane balık vardı,
Hani hayvanat bahçesinde,
Şempanzeler şakrabanlık yapar,
Yiyecek ister ya
Bu balık ta aynısı.
Resmen kafayı su yüzüne çıkarıyor,
Bana mama ver diyor.
Ve yem atılan yerde,
Ekmek kavgası başlıyor…
Siyasette başarılı olmanın olmazsa olmaz şartı;
Yemlemek.
Yoksa
Kalabalıklar, toplanmıyor.
Ekmek arası döner ver,
Bak nasıl sıralar oluşuyor?
Tam dönerken,
Araç sahibi aramasın mı?
Abi, süren doldu.
Çabuk gel.
Oldu, gözlerim doldu.
Nergis’te uyumuş.
Dönüş biletlerini henüz almamışız, henüz.
Birkaç saat sonra versek?
Kırk lira var.
Şimdi bu durumda,
Hoşgörü mü?
Hoştgörü mü oluşur?
Al dedik, kardeşim,
Aman al.
Sana kırk vereceğime,
Bir taksiciye yirmi veririm,
Şehir turu attırır, valla.
Koştura koştura,
Gara geldim.
Sıra numarası al,
Sıranı bekle,
Sıra sana gelinceye kadar yer biter mi?
Biter!
Ama
Bayan yeri varmış, Allah’tan.
Sorun;
Ben erkeğim, Allah’a şükür,
Hem de sapına kadar.
O an gitmeye o kadar ihtiyacım var ki
Mutlaka gitmem lazım.
Gerekirse, kökünden kestirmeye bile hazırım, şeyimi.
Görevli baktı olacak gibi değil,
Abi seni hiç değilse, ailenizin yanına vereyim dedi.
Tren zamanında hareket etti.
Ben kafeye gittim.
Zıkkımın kökünü içsinler,
Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar…
Maalesef sizlerle öbür tarafta görüşemeyeceğiz gibi bakanlar ile
Ulan bu dünyada yanacağımız kadar yanmışız
Orada yansak ne olur, diyenler
Birbirlerine sevgi ve muhabbetle bakar bir haldeler…
Öyle bir uykum geldi ki
Uyuya kalmışım,
Gözlerimi açtım,
Angara’dayım.
Yüksek Hızlı Trenden,
Alçak Hızlı Trene,
Ve
Tekrar,
Yüksek Hızlı Tren ile Namık’tan,
Dar geldi, Angara, Dar geldi dinlemeye…

DoğMA BüyüME Ankaralı Değilem


Bu doğma büyüme o kadar dilimize dolanmış ki
Nasrettin Hoca’nın torunu olarak ,
Ben de Doğma Büyüme Angaralı değilim.
Ve Doğma Büyüme Angaralı olmayan birisi olarak,
Ben de Angara’yı gezdim ve
Beni en çok etkileyen yer;
Demir Yolları Müzesi.
http://www.ataturk.net/ata/ankara.html
Ama sırada eski adı ile Ziraat Mektebi,
Devlet Meteroloji İşleri Genel Müdürlüğü var.
Çünkü Atatürk 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelince,
http://www.dmi.gov.tr/site/iletisim.aspx?i=e
‘’ Bugün, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü burada çalışmakta, Atatürk Odası, eşyaları ile birlikte korunmaktadır.’’
Yani demem o ki
İlk fırsatta buraya gidilecek ve görülecek.
Bende bir takıntı var galiba.
Bu takıntı; Kronolojik bir takıntı.
Ankara’ya gelen herkes,İstisnalar kaideyi bozmaz, nereye gider?
Anıtkabir.
İşte bu beni sarmıyor.
Ben, Seymenler Parkı’na gitmeliyim.
Oradan Meteroloji Genel Müdürlüğü’ne.
Ve
Ankara Garının hemen yanında bulunan Devlet Demiryolları Müzesi.
Bir ve İkinci Meclisler,Hatta Orman Çiftliği,
Çankaya Köşküne çıkıpHavayı koklayıp
Ver elini Dolmabahçe Sarayı,Etnoğrafya Müzesi,
Malumunuz naşı burada tam onbeş yıl kaldı,
Ardından,Anıtkabir…
Yani beni sadece Anıtkabir ziyareti kesmiyor,
Kronolojik bir hastalık bu.
Mesela Bizim Çanakkale Gezi Parkurumuz çok iyi.
Afyon da öyle.
Ama Sakarya’da öyle bir şey yok.
Alagöz Karargaından başlamalı işe.
Kronolojik olarak gezdiğinde,
22 gün 22 geceyi yaşamalısın, içinde.
Yollar yapılmalı,Otobüslerin rahatlıkla gireceği.
Çanakkale gibi güzel bir parkur oluşturulmalı.
Sakarya Meydan Muharebesi diyoruz ama
Arazide sadece Dua Tepe var.
Neyse konuyu dağıtmalım
İşe Devlet Demiryolları Müzesi ile başladık.
Bırakın bu müzeyi gösteren bir levha,
Tüm levhalar,
Havaalanı diyor, Gar tabelası ise Garın tam önünde.
Bu işin içinde ya bir iş var,
Ya da Tam bir salaklık.
Afyon-Şuhut’a gidiyorsun,
Atamız bir gün kalmış, müze.
Çanakkale Bigalı Köyü, müze.
Daday’a gidiyorsun, müze.
Benim tespitime göre,
Bir tek Amasra’ya gitmemiş.
Başta Fatih Sultan Mehmet,İsmet İnönü,
Fevzi Çakmak,Cemal Gürsel,Celal Bayar gitmiş,
Neden acaba?
Amasra ses ver!
Neden?

Ankara’da,
Hemi de şehrin göbeğinde,
Meteroloji Binasında yaklaşık dört ay,
Direksiyon(Fransızca yönetim demek) binasında,
Üç yıl kalmış.Hem de Fikriye ile.
Müzenin adı Demiryolları Müzesi.
http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/index0bd8.html?id=306
Ve burada alınan önemli kararlar;
‘’Kurtuluş Savaşının Hareket planları burada hazırlanmış, 21 Ekim 1921 tarihinde, Fransızlarla yapılan anlaşmanın görüşmeleri ve imza töreni bu binada gerçekleşmiş, 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin oluşturulması ile bugünün her yıl Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmasının kararları bu binada alınmıştır’’

Bana göre;
Bu bina ayrı olmalı,
Demiryolları ayrı.
Biri sağda,Biri solda olabilir, mesela.
Ata’mızın eşyaları ise maalesef çok bakımsız kalmış.
Burası ilgi istiyor,Bakım istiyor,
Modern müzecilik istiyor,
Velhasıl çok şey istiyor…

Birinci Meclisi, TBMM işletiyor, fotoğraf çekmek yasak,
İkinci Meclisi,Turizm Bakanlığı işletiyor, fotoğraf çekmek serbest.
İkisi de yan yana.Giriş ücretleri farklı.
Uygulama farklı.
Başta giriş ücretleri olmak üzere,
Müzeler tek yere bağlanmalı,
Ve standart usuller içermeli.Burada,
Bakanlığına çok büyük görevler düşüyor.

Mesela Anadolu Medeniyetleri Müzesi park yeri,
Altındağ Belediyesi tarafından işletiliyor
Okullar dahil bir otobüsün park ücreti;
25 TL.Bunu ödeyen acente;Abooo… diyor,
Ve bir daha buraya getirmiyor.

Halbuki Orada Türkiye’nin tarihi sergileniyor.
Belki basit bir şey ama Ne kadar önemli
Bu müzelerin standartlaştırılması projesine,
Park ücretleri de dahil edilmeli.
Maksimum kar etme anlayışı ile hareket eden acenteler,
Sinekten yağ çıkarmaya çalışırken,
Başlarım, Anadolu Medeniyetleri Müzesine.
Görmeseler de olur, diyebiliyor…
Neyse konuyu dağıtmayalım.

Bence Angaralıların bilmediği yer;
Demiryolları Müzesi.Ve hemen üstünde yer alan,
Atatürk Konutu.Binanın hemen önünde yer alan,
Vagon iseAta’mızın,
Üç yıl ile yurt gezilerinde kullandığı mekan.

Almanya’da yapılan bu vagon o kadar zevkli döşenmiş ki
Mutlaka görülmeli.
Ama Şöyle bir şey var;
Ya aman fazla göstermeyelim, eskir Ya da Sanki özenle saklama gayreti.
Hâlbuki tam tersi olmalı.
Nasıl Hitit Uygarlığı bir gerçek ise
Atatürk te Bu Milletin bir gerçeğidir.
Bir ressamı sevebilir,
Ya da Sevmeyebilirsiniz.
Ama mükemmel eserler yapıyorsa,
Sırf kişiliğini beğenmediniz diye
Muhteşem eserlerini görmezden gelemezsiniz.

Sonuç olarak, Demiryoları Müzesi,
Atatürk Konutunu,
Atatürk Konutu da Demiryollarını gölgeliyor…
Bence ikisi ayrılmalı,
Ve Reklamı çok iyi yapılmalı.
Sanki varlar,Sanki yoklar.
Trene binenler bile
Hani insanlar, Burnunun ucundakini göremez ya
Öyle bir durum var.
Bunları yazarken;
Şimdiye kadar yapılanlar, elbette güzel.
Emeği geçen herkese teşekkürler…
Ama
Eldeki eserler çok daha güzel bir şekilde sergilenebilir.
Ve 27 Aralıklar şöyle kutlanabilir;
Seymenler Parkı,
Eski Ziraat Okulu(Meteoroloji Binası)
Atatürk Konutu(Gar’daki Demiryolları Müzesi)
Çankaya Köşk Müzesi,
Birinci Meclis,
İkinci Meclis,
Atatürk Orman Çiftliği
Etnografya Müzesi,
Anıtkabir.
Fırsat bulabilirseniz,
Dolmabahçe Sarayı.
İşte o zaman daha iyi anlayabilirsiniz, tarihi.

En Güzel Naneyi Nerede Yersiniz?

Naneyi yiyeceğiniz en güzel yer;
Bey’in Pazarı.
Hani bazen hayatta naneler yer,
Asla unutmazsınız ya
Bey’in Pazarının öyle bir nanesi var ki
Bu yediğiniz naneyi hayatınız boyunca asla unutmayacak,
Ve sorulursa,
Hayatınızda yediğiniz en güzel nane hangisi denirse?
Bey’in Pazarı diyeceksiniz.

Bey’in Pazarı
Kel olduğum için,
Her işe
Açık alınla çıkarım…
Baldızı ve Nergis’i aldık,
İstikamet;
Bey’in Pazarı…
Angara’ya yaklaşık 100 KM.
Bey’ in Pazarı güzel de
Ayrı bir yeri vardır,
Ayaş’ın.
Domates en az demokrasi kadar önemlidir.
Birinden,
Salça
Diğerinden neler olmaz ki?
Ya dut?
Dut yemiş bülbüle dönersin.
Bey’in Pazarına gelirken,
Termaller dikkat çekiyor…
Dutlu-Tahtalı en meşhurlarından.
Sanki
Termale giren dut yemiş bülbüle dönüyor,
Ya da
Tahtalı Köye mi gidiyor?

Bey’in Pazarı,
Araç Kasaları ile meşhur.
Zaten,
Araçtaki kasa ile
Bayandaki kasa bir o kadar önemlidir.
Çünkü
Motoru gören yok.

Sağa saptık,
Ama sapıtmadık.
Doğru Beypazarı Soda Fabrikası önüne…
Ama bayram nedeni ile kapalı imiş.
Sağ olsun bekçi tedarikli.
Mideme göre;
Memleketin en güzel sodası.
Kana kana içesi geliyor, insanın.
Tam bu sırada,
Yanımıza Antalya’dan beş genç gelmez mi?
Nerede mangal yapabiliriz?
Görüyorum ki
Birbirinize abayı yakmışsınız ama
Bu mideyi doyurmaz,
Siz en iyisi mangalı yakın da
Aba nasılsa kendiliğinden gelir.
Valla dedim,
Siz en iyisi;
Nallıhan’a gidin.
Hem aba
Hem de
Mangal yakmak için Çayırhan daha müsait gibi,
Barajın kenarı.

İnözü Vadi’sinde bir işletmeye uğradık,
Sağ olsun
Çay ikram ettiler,
Bir kahvenin 40 yıl hatırı varsa,
Çayın kaç yıldır, hatırı?
İşletmede ilk ziyaret edilecek yer;
Tuvalet.
Orası temiz ise
Bu işletme hijyeniktir.

Tam hareket edeceğiz,
El freni kilitlenmesin mi?
Çözmeye çalıştıkça
Affedersiniz şey gibi ha bire yukarı kalkıyor.
Eyvah dedim,
Hapı yuttuk.
Tam o sırada,
Halkımızdan birine eşim rica etti,
Adam oturur oturmaz, çözdü.
Mustafa Ali gibi.

Halkımız hem yardımsever
Hem de
Çok zekidir.
İş başa düştü mü?
Halletmeyeceği şey yoktur.

Şu sıralar,
Bey’in Pazarı kazılıyor…
Hıdırlık Tepe’ye çıkış öyle kolay değil,
Biraz dolaşmak gerekiyor…
Biz de
Bey’in Pazarına yaklaşık 10 KM mesafede bulunan yere gittik.
http://www.beypazariasbalikcilik.com/
Nergis’in balık tutacağı geldi.
Sahibine rica ettik,
Bize bir balık tutma makinesi verdi.
Ucunda, tırıvırı var.
http://www.balikavi.net/dokuman/tiriviri.shtml
Bu tırıvırı var ya
Gerçekten tırıvırı.
Nasıl bilirsin?
Tırıvırının tekidir.
Yalnız tırıvırı deyip geçmeyin,
Bu konu ile ilgili yasa der ki
Tırıvırı YASAK
Ama takan kim?
Halkımız yasayı pek takmıyor ama
Oltanın ucuna takan çok.

Biz de tuttuğumuz iki minik balığı,
Senin ki kaç santim?
Ölçmeden suya geri bıraktık.
Ya balıklar için düzenlenen bu kampanya;
‘’Senin ki kaç santim?’’
İyi güzel de
Benimkinin kaç santim olduğundan sana ne?
Haydar Dümen abimiz bu projenin neresinde?
Boy önemli değil, işlev önemli diyen Haydar Abi’ye göre
Tuttuğumuz balık ne kadar küçük olursa olsun yiyelim mi?

Epey maceradan sonra,
Hıdırlık Tepe’ye çıktık.
Orada bulunan satıcılara,
Bu camii hangisi diye sorduk,
Ya bilmiyorlar,
Ya da
İşkembe.

Burası,
Eski ile yeniyi mukayese etmek için çok güzel bir seyir yeri.
Bir yerde eskiler,
Bir yerde yeniler…
Ve
Eksiye rağbet olsa idi
Bitpazarına nur yağardı, cümlesini sanki yalanlıyor…

Bey’in Pazarı’nı Bey’in Pazarı yapan,
Yaklaşık bir KM uzunluğundaki,
Sağlı sollu, daracık sokaklardaki alışveriş imkanı.
Karşımıza ilk Beypazarı Kurusu çıkıyor.
Çay ile mükemmel gidiyor.
Sonra kuru kuru yendikçe,
Kurulaştırıp zayıflatıyor…
İnsan yerken,
Yaş mı da
Kuru mu?
Ananın hamuru’nu söylüyor, istem dışı.
Ve
Beypazarı simidi.
Susamsız.
Simidin kel hali.
Sabunlar, rengârenk.
Sertap’tan Rengârenk eşliğinde,
Yıkanılacak cinsten.

Akla gelen,
Gelmeyen her türlü bitkiler…
Şu şuna iyi gelir,
Bu buna iyi gelir…
Valla
Onu bunu bilmem de
Allah’ın yarattığı her şeyin mutlaka derin manası vardır.
Zamanı gelince,
Her şeyi yiyeceksin, (zehirliler hariç)
Yeteri kadar…
Bakıyorum ekranlara aman Allah’ım,
Bu çok önemli diye diye
Ha bire atıp tutuyorlar.
Diplomalara gelince ‘’Kozmik’’ten geçilmiyor…
Ne demekse?
Elde Barış Manço usulü yüzükler,
Bu arada malı götürmeler…
Buna sebepsiz zenginleşme mi denir?
İşin ilginci,
Bilim adamları suspus.
Neden acaba?

O ürünleri satan yerel satıcıların açıklamaları daha samimi geliyor bana,
Nedense.
Gitmiş dağa,
Toplamış,
Demet yapmış,
Tezgaha koymuş,
Ekmek parası peşinde.
İstediği de
Demeti bir lira.
Ben en çok kuşa ne iyi gelir, onlarla ilgilendim.
Bizim kuş, Boncuk, bizden ilgi ister.

Hayvanlar alemi Mevlana’nın dediği gibi neden olduk oldukları gibi?
Çünkü ot yiyorlar…
Dikkat edin,
Ot yiyen hayvanlar uysal,
Et yiyenler vahşidir.
Tilki,
Çakal,
Sansar gibi hayvanlar etçidir ve sinsidir.
Demek ki
Sinsiliğe çare;
Ot yemek.
Sinsilik deyince,
Hakkı Bulut yıllar önce ‘’Ben buyum’’diyerek,
Bizlere doğru yolu göstermişti.
Şimdi yeni moda;
Asla ‘’ben buyum’’ dememek,
Karşındakinin moduna geçerek,
Ona şirin görünmek
Ve ağzından laf alıp
Bir yerlere iletmek.
Buradan sinsilere sesleniyorum;
Samimiyet kalıcıdır, sinsilik değil,
Sinsilerin asla sevimli olma şansı da yok.
Allah sizleri samimi kılsın, başka ne diyeyim?

Neyse konuyu dağıtmayalım(sanki dağıtan bir başkası?)
El yapımı, demirden kazma, kürek, çapalar…
Bakırdan üretilen ürünler…
Yöresel ürünler…
Ve havuç.
‘’Siz hiç gözlük takan bir tavşan gördünüz mü?’’
Bu söz havuç suyu satan, bir bayan satıcıya ait.
Hafif çatlak ama
Kavun ve karpuz lezzetinden çatlar.
Bu kişilerin de muhabbetine doyum olmaz.
Bir bardağı; 0.5 TL
Sudan ucuz dedikleri bu olsa gerek.

Dikkatimi çeken,
Satanların bazıları gözlüklü.
Demek ki içmiyorlar, havuç suyundan.
Ben ise ne zaman içsem,
İlk işim;
Hemen gözlüğü çıkarmak!

Et döneri bilirdik,
Tavuk döner derken,
Sucuk döner,
Şimdi de tatlısı;
Havuç Döner…
Mevlana demiş ki
Ey Allah’ım,
Yıllarca sana kavuşmak için döndüm durdum,
Şimdi ki
İnsanlar ise niye ha bire dönüp duruyor?
Tavuk döner,
Et döner,
Sucuk döner,
Şimdi de havuç döner,
Bunu yiyen insanoğlu elbette döner!

Hani deriz ya
Eyvah şimdi naneyi yedik.
Baktım, her yer nane kaynıyor.
Sordum;
Nereden geliyor, bu naneyi yemek?
‘’Nane’nin her şeyden önce önemli bir mizahi yanı vardır. Ünlü kişiler Nane yemişlerdir!... “Aziz Nesin’e 70. yaş gününde neden hala dinç olduğunu böyle kalmak için ‘ne yediğini’ ısrarla soran bir muhabire Nesin’in en sonunda verdiği yanıt ‘Nane yiyorum’ olmuş”1.Muhalif olanlar nane yerler. Naneyi yemek abesle iştikaldir ve herkese tavsiye edilmez.’’
http://tahsinozbek.blogspot.com/2007/05/naneyi-yedinizmi.html

Şunu söyleyebilirim;
Bey’in Pazarı bence en iyi şu şekilde pazarlanabilir;
Buradaki naneyi başka hiçbir yerde yiyemezsiniz.
Gel, kim olursan yine gel,
Nane yemeye gel.
Siz hiç nane yediniz mi?
Yediğiniz naneyi anlatın, size bir demet nane verelim.
Nane Festivali olmalı,
Ve her şey naneye dayandırmalı.
Rahmetli Zeki Müren gibi bir daha çıkmaz Ajdar bile neyle meşhur oldu?
Nane, nane…
http://www.youtube.com/watch?v=LKZcqBxhsT0

Bence,
Bey’in Pazarı her sene Nane Festivali yapılmalı,
Ajdar da
Festival Ağası olmalı.
Kırpınar’dan daha çok ilgi çekmezse?
Aha Buraya Yazıyorum…
Artık halkımız sıkıldı,
Dar-BE
Çok geniş muhabbetlerinden.

Geldik seksen katlı,
Ama bir o kadar asansörsüz, baklavaya.
İnsan bir yerine, yangın merdiveni koyar.
Hadi gençleri anladık ta
Engelliler nasıl çıkacak, o seksen kata.
Benim anlamadığım;
O seksen kata,
Belediye nasıl izin vermiş?
Asansör yok,
Yangın Merdiveni yok?

Karnımız zil çalmaya başladı.
Geldik Taş Mektebe.
http://www.beypazaritasmektep.com/profil.htm
Pedagojik Formasyona sahip yöneticiler tarafından işletilen burası,
Allah için her açıdan çok güzel.
Bir güveç yiyorsun,
Güvece benziyor…
Höşmerim yiyorsun höşmerime benziyor…
Bir de sinek çıkmasa güveçten çok iyi olacaktı emme
Buna, iş kazası diyelim.
Aşçı o kadar lezzetli yapmış ki
Sinek dayanamamış, dalmış içine.
Geçenlerde Maşukiye’ye gittik,
Kiremitte alabalık yedik ama
Lezzet yok.
Bir daha yer miyim bilemiyorum.
Yani maharet bir şeyin meşhur olması değil,
Onun leziz olması.

Yönetici genç bir arkadaş,
Heyecan dolu.
Yerel rehberlikte yapıyor,
Maşallah bu bir teyp bandı gibi konuşuyor,
Korktum bir ara, nefes almayı unutuyor mu diye.
Sağ olsun,
Oldukça güzel bilgiler verdi.
Fiat makul, Reno pahalı.

Hanımlar olur da
Süs eşyası olmaz mı?
Geldik, telkari diyarına.
Önce nasıl yapılır?
Valla el emeği göz nuru.
Eti-Maden işletmelerinden çıkan o torba içindeki gümüşler,
İşlenerek ne hale geliyor?

Hanımlar olmasa,
Ticaret olmaz,
Onlar ekonominin marş motorudur.
İlk hareketi Onlar verir.
Biz salak erkekler de ha babam de babam çalışır, öderiz.
Bayanlar olmasa,
Esnaf iflas eder,
Ticaret micaret olmaz.

Dönerken,
Soda aldık,
24 adedi, altı lira.
Yolda durduk,Ayaş domatesi.
Ama o da doğallığını kaybetmeye başlamış.
Bence en doğal şey;
Anne göbek bağı.
Gerisi, sadece adı;
Organik.