Türkiye’nin uç noktaları.
Kuzey: İnceburun açığında Tavşan Kayası, Sinop
Güney: Kale Deresi yatağı, Yayladağı, Hatay
Doğu: Dilucu Sınır Kapısı, Aralık, Iğdır
Batı: İncirburnu, Gökçeada, Çanakkale
Burada yaşayan insanlar,
Çok uçuk olmalı.
Biz de bir tanesine,
Uçmaya gittik.
Sibop, olmasa, hava nasıl basılır?
Sinop olmasa, hava nasıl basılır?
Malumunuz, Türkiye’nin en uç noktası.
Karadeniz’de doğal gaz bulunsa,
Nereden basılacak?
Tabii ki Sinop’tan.
İnebolu’dan, kıyıyı takip ederek,
Sinop’a ulaşmaya çalışıyoruz.
Yaklaşık 150 KM ama en az üç saat sürüyor.
Karanlığa kalmadan ama
Pek mümkün görünmüyor.
Sol tarafta, denize sıfır.
Kaya parçası,
Tam tepesinde, Türk Bayrağı.
Aklıma Kardak geliyor, nedense.
Kaya parçası deme,
Nerdeyse savaş çıkıyordu.
Ey Allah’ım,
Keşke şu kullarına,
Kavga etme,
İsteseler de birbirini öldürme iç güdüsünü vermese idin.
İncir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle,
Birbirlerini öldürüp duruyorlar, hala.
Güllüsu Aile Canlı Balık Lokantası.
Ben de şu aile kelimesine taktım.
Şimdi biri çıkıp gelse,
Ben balık yemek istiyorum dese?
Canlı Balık ta pek hoş gelmiyor, kulağa.
Ulan Şu Türkler, var ya
Balığı bile canlı canlı yiyorlar.
Korkulur, valla, demezler mi?
Saat 2200 civarı,
Arkadaşımıza anca varabiliyoruz.
Bazı yerlerde yollar çok bozuk.
Buradan ilgililere duyurulur.
Varır varmaz, yemeğe.
Sağ olsunlar, çok güzel şeyler hazırlamışlar.
Hem afiyetle yedik hem de sohbet ama
Acayip bir yorgunluk hali var,
Uyku, yatın diyor, yatın.
Bir an önce yatın.
Çatı katını hazırlamışlar.
Çok şirin.
Yatağa kendimi bir attım, gerisini hatırlamıyorum.
Sabah ise
Kalkar kalkmaz, balkona.
Karşıda Gerze,
Ama haritaya bakmaz isen orayı Rusya zannedebilirsin.
Çünkülüm
Sinop’ta Boztepe Yarımada’sında, Ada Mahallesi var.
Oradan bakınca, tam karşıda;
Gerze-Samsun.
Ben Rusya ne kadar da yakında derken,
Arkadaşım, orası Gerze deyince,
Kendimi birden çok Gerzek hissettim.
Özü sözü doğru, dobracı, Elizabeth’liğin işe yaramadığı belki de tek erkek;
Arkadaşımız ve bir o kadar tatlı ailesi ile birlikte, başladık gezmeye.
http://www.sinopmolaotel.com.tr/sinopgezi.pdf
Önce Boztepe.
Boztepe’den Sinop Yarımadası çok güzel görünüyor.
Ancak insan haritaya bakmazsa, İnceburun ile Boztepe’yi karıştırabilir.
Onun için ilk iş;
Haritaya bakmak.
Ben neredeyim?
Burası neresi?
Boztepe’nin en dar yeri olan boğazını ölçtüm,
Yaklaşık 250 metre.
Şeytan dedi ki;
Kes şu boğazı,
Yarımada ada olsun,
Adına da çılgın proje de.
Bu durumda, oradan toplanan çaya;
Ada çayı demek çok zor.
Yarımada çayı desen?
Manyak mı bu derler.
En iyisi;
Çılgın proje.
Biz T.C. vatandaşı olarak, buraya ilk kez ayak basarken,
Amerikalı kardeşlerimiz,
1950’lerde buraları keşfedip yerleşmiş ve de
Epey kalmışlar.
Ondan sonra diyoruz ki
Hangi taşı kaldırsak altında, ABD.
Valla adamlar, çalışıyor…
Ve buraya Diyoyen City diyorlarmış.
Biz ise kendi vatanımızı tanımıyoruz.
Bir yol yapmışlar, 60 yıllık, yol, aynı yol,
Bizde ise yol yapıldığı gün çöküyor.
Bence suç;
Duble yol denmesinde.
Duble deyince kafayı buluyor ve yol sarhoş oluyor.
Sonrası malum.
Denge kaybı,
Çökme,
Kusma,
Yıkılma,
Devrilme,
Hatta’’ben sarhoş değilim’’ nidaları…
Deniz dalgalanıyor,
Ona bakan bayrağımız dalgalanıyor.
Sanki dalgalaşıyorlar…
Boztepe’nin en ucuna gittik.
Fener görünmediği zaman korna çalıyorlarmış buradan, çok sisli havalarda.
Demek ki
Fener her zaman işe yaramıyor,
Fener’in yedeği;
Korna Kamil.
O an aklıma;
Ferdi Tayfur, Necla Nazır sahnesi geldi.
Şöyle uzaktan koşa koşa gelecekler, birbirlerine sarılıp, birkaç tur atacaklar,
Ve Ferdi kızı yere yatırıp…
Şaka bir yana,
Film ayağına, memleketin en güzel köşelerini bilenler,
Ferdi ve Necla gibiler.
Ne yapsın, yönetmen?
En güzel yer neresi?
En sakin?
Çekim yeri, orası.
Aşağıda bir kaya bloğu var,
Bir çarpsan kesin karaya oturursun.
Hani derler ya
Yaşa, başa, taşa oturma.
Aynen öyle.
Balıkçı tekneleri balık peşinde.
Balık bile gideceği insanın iyi birisi olmasını ister,
Her halde.
Aslında, denizlerde kapitalist bir sistem kurmuş, Yüce Mevla’m.
Büyük balık, küçüğü yer.
Kahraman Bakkal, Süpermarkete karşı demişti, Ferhan Şensoy.
Ormanlarda ise
Güçlü Haklıdır, adalet nasıl tecelli edere örnek.
Yargı bağımsız nidaları arasında,
Ormanın kralı, aslan.
Kodum mu oturturum diyor.
Havada ise Kartal;
İstikbal göklerde diyor.
Yani aslında, Allah’ın yarattığı doğa anlayana sürekli mesaj veriyor.
Mesela insan;
Ne sıfırla çalışır,
Ne de birle.
Dolayısı ile
Ürettiği, cihazlar gibi asla güvenilir, değildir, maalesef.
Hesap makinesi şaşmaz,
Yalan makinesi dobracıdır,
Tüm sorun; insanın kendisinde.
Şöyle denize sıfır,
Çay yudumluyoruz, bir iki fırt,
İşte hayat bu, dedirtiyor, insana.
Ve geldik Etnografya Müze’ne.
Ahmet Hakan sevmese de bence siz hiç kaçırmayın.
Hem binası
Hem de içindekiler, belki de Türkiye’nin en iyileri arasında.
Emeği geçen herkesi minnetle anıyorum, huzurlarınızda.
Boyabat Evlerini anlatan bir yazı var, duvarda.
Sanki boyaya batmış gibi, bir hal söz konusu.
Evim, evim, benim güzel evim, kim demez ki?
Herkese evi güzel görünür, nedense.
Sanki yavrusu gibi.
Şehir plancılarına büyük iş düşüyor.
Bir yanda, salyaları akmakta olan rantçılar,
Diğer yanda,
Şehrin eski dokusunu koruma arzusu.
Bunu çok iyi başarmak lazım.
Ve arkeoloji müzesi.
Girişte, Atamız demiş ki
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli;
Kültürdür.
Ah Ata’m, ah!
Valla kültür olduğu doğru da
Son zamanlarda en çok yatırım;
Kültür balıkçılığı ile
Kültür mantarına yapılıyor.
Müzenin mozaikleri ünlü.
Hep diyoruz ya
Türkiye bir mozaik.
Doğru, hem de acayip bir mozaik.
Ama siz hiç mozaiklerin kavga ettiğini gördünüz mü?
Gönlümden geçen Türkiye;
Mozaik müzesindeki gibi
Yan yana, kardeşçe, birbirine yan gözle bile bakmayan, bir Türkiye.
Ve Diyojen (MÖ 413–327)
Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben veririm!
Büyük İskender Korinthos'ta "Bir dileğin var mı?" diye sorunca "Gölge etme, başka ihsan istemem" demiştir.
Çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce "Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti" diye haykırıp su çanağını kırmıştır.
Çok dinlememiz, az konuşmamız için iki kulağımız ve bir dilimiz vardır.
Dİyojen’e bir adamın ne kadar akıllı olduğunun nasıl anlaşıldığını sordular. Yanıtı kısa oldu;
“Konuşmasından” dedi.
Bir soru daha sordular “Peki adam ya hiç konuşmazsa”
Dİyojen’in yanıtı bu kez şöyle oldu
“ O kadar akıllı olanı henüz yok dünyada.”
Büyük İskender Diyojen’i, birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve ne yaptığını sorar. Diyojen, “Babanızın kemiklerini arıyorum, ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum” der.
Bir gün sokak ortasında, “Adamlar! Adamlar! ” diye bağırmaya başlar. Halk etrafına toplanır. Diyojen, “Ben adamları çağırıyorum!” diye sopası ile onları kovar.
Bir eşkıya, fakir olduğu için ona hakaret eder. Diyojen eşkıyaya sadece, “Bir adama, fakir olduğu için hakaret edildiğini hayatımda hiç görmedim ama pek çok insanın hırsızlıklarından ötürü asıldıklarını gördüm” der.
Diyojen, yıkanmak için bir hamama gider. Görür ki hamam pislik içerisinde. Hamamcıya, “Yanılıp da bu hamama yıkanmaya gelenler, daha sonra temizlenmek için nereye giderler?” diye sorar.
Kendisini iyi döşenmiş bir eve götüren bir adam “Bir daha yerlere tükürmemesini” tembihlemeye kalkınca Diyojen derhal adamın yüzüne tükürür ve “Buradan daha kirli bir yer bulamadım” der.
Birisi, "Adam ne vakit evlenmeli?" diye sorduğunda, "Genç ise, henüz evlenme zamanı gelmemiştir. İhtiyar ise, vakti geçmiştir, " der.
Yeryüzünde en iyi şey nedir?" diye sorduklarında, "Hür olmak," diye cevap verdi.
Güpegündüz elinde lambayla dolaşırken kendisine ne yaptığını soranlara cevabı: Adam arıyorum, adam!
Hayvan eti yiyenler insan eti de yiyebilirler.
Bence Sinoplular, kendilerini pazarlamada,
Allah’ın ipine sarılır gibi,
Diyojene sarılmalı.
Çünkü
Bu tür adamlar kolay kola gelmez.
Ben olsam, Sinop Üniversitesi yerine Diyojen Üniversitesi derdim, mesela.
Türkiye’ de belki en zengin amfora sergisi Bodrum’da ama
Sinop’ta, amfora fırını da var.
Ve İsa’nın bir freskosu.
Hani şarkıda geçer ya,
Tanrım beni baştan yarat.
İsa da Allah’ın sevgili kulu.
Bir taş attım, pencereye tık dedi misali Allah tarafından, mucizevî bir şekilde yaratılmış.
Keşke şu çarmıha gerilmede,
Doğumunda mucize yaratan, Yüce Mevla’m,
Ölümünde de devreye girip
Ne yapıyorsunuz, ulan siz benim oğluma?
Bu çarmıha germe hususu,
Şahsen beni çok geriyor.
Ne zaman o resmi görsem, geriliyorum, resmen.
Diyeceksiniz ki
İsa’nın derdi,
Seni mi gerdi?
Evet!
Irmak Tanrısı Asopos’un su perisi kızı,
Sinope’nin de bir büstü var.
Sinope Yunan tanrıçasıdır. Sinop şehrinin eski adıdır. Efsanesi şöyledir: Sinope ırmak tanrısı Osopos'un güzeller güzeli kızıymış. Rivayete göre mutlu bir hayatı varmış. Birgün tanrılar tanrısı Zeus kendisini görmüş ve o anda aşık oluvermiş. zeus bu; gönlünü kaptırdığını elde etmek için yapmadığı üçkağıtçılık yokmuş . ama sinope, zeus'un bile başını döndürecek bir güzellikteymiş. eli ayağı, dili dudağı dolaşmış tanrılar tanrısının sinope'ye. Bir sabah Sinope'yi görmeye ırmak kenarına gitmiş ve çalıların arasında saklanmış, başlamış beklemeye. Sinope geldiğinde haylaz bir rüzgarı yanına çağırmış ve en zarif haliyle Sinope'nin kulağına
"Senin için Olympos'un tahtından vazgeçsem bana gönlünün tahtını açar mısın?" demesini istemiş.
korku içindeki genç kız kendisine dokunmamasını kız oğlan kız kalmak istediğini söylemiş heybetli zeus'a.
tanrılar tanrısı sözüne sadık kalmış ve sinope'ye her dilediğini yerine getirmeye söz vermiş. Genç kızda kızlığına dokunmamasını dilemiş. Tanrıda onu kız bırakmış ve karadeniz kıyılarına bırakmış.
Bu Tanrıları kurgulayan başta Hesiodos olmak üzere,
Bu tanrıları İlyada Destan’ında, mükemmel bir şekilde kullanan,
Homeros, bana göre;
Gelmiş geçmiş en başaralı senaryo yazarları.
Abi, oku oku, bıkmıyorsun.
En son 2004 yılında da Truva filmi çekildi, Malta’da.
Şu bizim Brad Pitt nasıl da rol kesti?
Halbuki o rol,
Cüneyt Narkın’a ne giderdi be.
Şöyle kılıcı bir salladı mı, ordunun yarısı erirdi.
Ok attığında, Eros’un oklarına dönüşür,
Millet savaşı bırakır, aşka başlardı.
Bahçesinde bir alınlık var,
Süper.
Üzerinde yazısı da var.
O an aklıma alın yazım yazıyor,
Kim bilir neler yazıyor?
Okuyabilecek var mı?
Ve damlaya damlaya göl olur misali minik bir göl,
İçinde balıklar…
Şu dağlarda kar olsaydım misali,
Şu gölde balık mı olsaydım?
Bir tane ağaç var, doğu çınarı.184 yaşında.
Allah uzun ömürler versin.
Toprak Ana’yı hatırlatır, bana.
Gelip birisi köklemedikçe, Ana ona bakar, sahip çıkar,
Asla bırakmaz.
İşte analık böyle bir şey.
Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz o ağacın altını şimdi anıyor musun?
30 Kasım 1853 yılında,
Maalesef denizcilerimiz şehit edilmişler, Sinop Koyu’nda.
Sezen Aksu istediği kadar, desin,
Savaşma Seviş benimle.
En çok çalan tam tam;
Savaş Tamtamları…
30 Kasım 1853 Kırım Savaşı sırasında Rus Karadeniz Donanmasının Sinop Limanı'nda bulunan Osmanlı Donanması'na ani bir baskın yapması sonucu Sinop Limanında şehit düşen denizcilerimiz anısını yaşatmak üzere 24 Temmuz 1923'de yapılmış.
1853’te Rusların, Sinop’ta demirleyen Osmanlı donanmasına baskın yaparak, kenti yerle bir edip donanmayı tamamıyla ortadan kaldırması, tarihte Kırım Harbi olarak bilinen savaşın başlamasına neden olmuş.
http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/TarihiMiras/SehitliklerVeAnitlar.php
Pervane Medresesi;
Sinop il merkezinde bulunan Süleyman Pervane Medresesi’ni, Selçuklu Veziri Muinüddin Süleyman Pervani 1262 yılında yaptırmıştır. Medrese, Alaüddin Medresesi, Alaiye Medresesi gibi isimler ile tanınmıştır.
Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç Aslan ile II.İzzüddin Keykavus döneminde yapılan savaşlar sırasında Trabzon Rum İmparatoru I. Manuel bir ara Sinop’u ele geçirmişti. Süleyman Muinüddin Pervane Sinop’u yeniden ele geçirmiş ve bunun anısına şehir merkezinde bu medreseyi yaptırmıştır.
Edebali Hazretleri, Osman Gazi’ye demiş ki
Ey oğul! Beysin... Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...
Güceniklik bize, gönül almak sana...
Suçlamak bize, katlanmak sana...
Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana...
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana...
Ey oğul!
Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana...
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...
Ey oğul!
Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz...
Şunu da unutma!
İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın.
Ey oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıl’a bağlı.
Allah (c.c.) yardımcın olsun!
Mesaj açık.
Ancak Osmanlı akımını savunanlar, acaba tam tersini mi yapıyorlar, dersiniz?
Hele ‘’İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın.
Bakıyorsun, tarihe;
İktidar uğruna,
Boğazlıyan, boğazlayana.
Kendimi bir ara Boğaz’ın serin sularında hissettim, valla.
Ya Fatih’e ne demeli?
Hitit Kralı Telipinu(MÖ-1460)
1.Birinci sıradaki prens kral olsun.
2.Eğer birinci sıradaki prens yoksa kim ikinci sıradaki oğul ise, o kral olsun.
3.Eğer bir prens yoksa, kim birinci sıradaki kız ise, ona bir içgüveyi alsınlar ve o kral olsun."
Bu konuda Fatih ise;
Fatih kanunnamesinde Nizâm-ı Âlem için kardeş katli meselesi ile ilgili madde;‘‘ Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola,karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl etmek münasiptir.Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir.Anınla amil olalar.’’
Yani yaklaşık 3000 yıl sonra,(MÖ1460-MS 1453)
Hitit Kralı Telipinu ne demişse,
Fatih Sultan Mehmet te tam tersini söylemiştir.
Şimdi bunun hangisi doğru?
Kendinizi, katledilen kişinin yerine koyun ve cevaplayın.
Anadolu’nun birçok köşesinde,
Alâeddin Keykubat Camii çıkar.
Başta Konya olmak üzere, Alanya, Sinop, Beypazarı…
http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Alaeddin_Keykubad
(1221-1237)
Her Krallıkta dikkat çeken bir hükümdar vardır,
İşte Anadolu Selçuklu’da bu kişi;
Alâeddin Keykubat(1)
17 yıla sığan hükümdarlığında,
Başta Mevlana’nın babasını Konya’ya davet etmek olmak üzere,
Neler yapmamış ki?
Sinop’taki Camii de oldukça görkemli.
Aktif olarak kullanılıyor.
Yapılış tarihi; 1214 diyor, yani Alâeddin Keykubat hükümdarlığı öncesinde.
Yan tarafta yedi adet türbe var.
En önemlisi de;
İsfendiyar Bey(1439)
Pervane Medresesi;
277 yılında ölen Pervane Muineddin, o zamanlar Anadolu'da en çok sözü geçen bir kişidir.
Konya’da Muînüddîn Pervane’nin eşi Gürcü Hatun, Mevlânâ’nın has mürit[4]lerindendi.
Şimdi burası,
Yöresel el işleri,
Lokanta,
Çay ve kahvehane olarak işletilmekte,
Sağ taraftaki odada ise
Pervane’nin torunu, ünlü deniz komutanı, Gazi Çelebi’ye ait mezarı bulunmaktadır.
Kumda kahve içelim dedik,
Kum ısıtılıyor,
İçine bakır fincan.
Aheste aheste pişiyor,
Ve son derece lezzetli içiliyor.
Karşıda, bir eyvan.
Aklıma eyvanlım eyvanlım türküsü geliyor…
Eski bir ütü görüyorum,
Sanki ütülüyorum.
Cebimde beş para kalmadı.
Ve geldik,
Sinop Cezaevi’ne.
Temelleri 1214’ lere uzanan bu tarihi yerde,
Başta Sabahattin Ali,
Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarakKonya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabahattin_Ali
Kerim Korcan
Babası Murat usta yoksul bir saat tamircisiydi. Bu yüzden Kerim Korcan ancak ilkokul 4. sınıfa kadar okuyabildi. Küçük yaşta kahveci, dondurmacı, köfteci ve berber çıraklığı yaptı. 1938 yılında siyasi polis tarafından gözaltına alındı. Aynı yıl Donanma Kor Askeri Mahkemesinde İsyan Suçlusu olarak yargılandı 12 yıl ağır hapse mahkûm edildi. Sinop Cezaevinde 10 yıl hapis yattıktan sonra serbest kaldı.
http://www.anafilya.org/go.php?go=7d5c36010097b
Ve Osman Deniz olmak üzere kimler yatmadı ki?
21 Mayıs 1963 darbe girişimi hazırlıklarında İstanbul bölgesi temsilcisiydi. Girişim başarısız olunca darbe hazırlayanlardan dört kişi - Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer idama mahkûm oldular. İdam edilen Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'la Mamak Askeri Cezaevi'nde 13 ayı birlikte geçirdi, arkadaşlarının idama götürülüşlerine tanık oldu
http://tr.wikipedia.org/wiki/Osman_Deniz
http://www.ayancuk.com/sinop_cezaevi.asp
Girişte,
Adalet Mülkün Temelidir, yazıyor.
Hâkim, kanun ve vicdanına göre karar verir.
Ama bu vicdanın,
Hâkimin kendi vicdanı olması lazım,
İdeolojilerin değil.
Yoksa istediğiniz kadar, yazın,
Adalet Mülkün Temelidir.
O zamanlar kalebentlik cezası yaygın.
Ya Bodrum’a gönderiyorlar,
Ya da Sinop’a.
Mesela
Cevat Şakir Kabaağaçlı, Halikarnas Balıkçısı da Bodrum’a kalebentlik cezası alanlardan.
Geriye bakınca kalan şu;
Ne bu kişileri yargılanmasını isteyenlerin,
Ne yargıçların ismi,
Kalan;
Bir eser yaratanlar…
Aldırma Gönül,Sabahattin Ali;
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma
Duvarlarda şöyle yazıyor;
Kan öcle değil,
Suyla temizlenir.
William Shakespeare
Şu sıralar, Ankara-Ulucanlar açıldı,
Benzer şekilde.
Benzer bir durum, Silivri’de yaşanıyor.
Acaba tarih neyi yazacak?
Hatıralarda kalan ne olacak?
Geldik, Sinop Fiyorduna.
Gerçekten, mükemmel bir yer.
Zaman darlığı nedeni ile
Tam uca gidemiyoruz.
İnşallah bir başka sefere.
Seyitbilal Türbesi :
Selçuklu Döneminde yapılmıştır. Seyitbilal’ in makam türbesi sonradan Çaça (Çeçe) Türklerinden Tayboğa tarafından tamir ettirilmiştir. Türbe Hz.Hüseyin soyundan ve Arap ordusu komutanlarından Seyyid Bilal’ in şehit olduğu yerde yapılmıştır. Eskiden beri halkın önemli bir ziyaret yeridir.
Karnımız acıktı.
Geldik merkeze.
Teyzemin Yerine.
Mantı yemeye.
Cevizli ama
Mükemmel, ancak bu kadar lezzetli olur, mantı.
Zaten MAN ile başlayan her şey güzel oluyor;
Mantı,
Mantar,
Manav,
Manzara,
Manken…
Hemen yanında,
Mantıcı Hala.
Ne kadar güzel, isimler bulmuşlar?
Sinop’un sakız dondurması,
İnsanın ağzına sakız oluyor, bir güzel.
Bir Anadol marka araç görüyorum,
Kim bilir kaç yıllık?
Keşke benim de böyle bir arabam olsa!
Eskiye özlem hali var, bende.
Meydanda,
Ata’mızın heykeli;
Yurtta Sulh,
Cihanda Sulh.
Ah Ata’m, ah.
Elbette herkesin içini Allah bilir ama
Dünyada en çok suiistimal lider olabilirsin.
Bir kısmı Ata’m izindeyiz diyor,
Tatile gidiyor,
Bir kısmı ise
Ata’m izindeyiz deyip sinsice tam tersini yapıyor.
Ve geldik,
Erfeleğe;
Şansımıza Rasim adlı ilköğretim öğrencisi yerel rehber olarak,
Hizmet vermesin mi?
Rasim’e dedim ki
Karşına kurt çıktı ne olur?
İçine kurt düşer.
Rasim dedi ki
Abi kolay,
Hemen Ankara Havaları dinler,
İçimdeki tüm kurtları dökerim.
Şelale öyle kolay çıkılacak bir yer değil.
Yerel rehber almanızda fayda var.
Risk var,
Kaza ile baş başa kalabilirsiniz.
Köprüden geçiyoruz,
Keşke diyorum tüm köprülere bir sayaç konsa,
Her geçen gelin ile bir tık attırılsa?
Rasim eşliğinde başladık, Erfeleğe…
Tam ortasında bir un değirmeni.
Ama şimdi çalışmıyor.
Değerli bir vatandaşımız dalmış şelaleye.
Soğukmuş, aldırdığı yok.
Birkaç fotoğraf çekelim dedik,
Maşallah, saatlerce kaldı.
Bu gezide bizleri en iyi şekilde ağırlayan, gezdiren
Ve de uğurlayan değerli arkadaşlarımıza çok teşekkürler...
Hoşgörü mizah ile başlar.
Kuzey: İnceburun açığında Tavşan Kayası, Sinop
Güney: Kale Deresi yatağı, Yayladağı, Hatay
Doğu: Dilucu Sınır Kapısı, Aralık, Iğdır
Batı: İncirburnu, Gökçeada, Çanakkale
Burada yaşayan insanlar,
Çok uçuk olmalı.
Biz de bir tanesine,
Uçmaya gittik.
Sibop, olmasa, hava nasıl basılır?
Sinop olmasa, hava nasıl basılır?
Malumunuz, Türkiye’nin en uç noktası.
Karadeniz’de doğal gaz bulunsa,
Nereden basılacak?
Tabii ki Sinop’tan.
İnebolu’dan, kıyıyı takip ederek,
Sinop’a ulaşmaya çalışıyoruz.
Yaklaşık 150 KM ama en az üç saat sürüyor.
Karanlığa kalmadan ama
Pek mümkün görünmüyor.
Sol tarafta, denize sıfır.
Kaya parçası,
Tam tepesinde, Türk Bayrağı.
Aklıma Kardak geliyor, nedense.
Kaya parçası deme,
Nerdeyse savaş çıkıyordu.
Ey Allah’ım,
Keşke şu kullarına,
Kavga etme,
İsteseler de birbirini öldürme iç güdüsünü vermese idin.
İncir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle,
Birbirlerini öldürüp duruyorlar, hala.
Güllüsu Aile Canlı Balık Lokantası.
Ben de şu aile kelimesine taktım.
Şimdi biri çıkıp gelse,
Ben balık yemek istiyorum dese?
Canlı Balık ta pek hoş gelmiyor, kulağa.
Ulan Şu Türkler, var ya
Balığı bile canlı canlı yiyorlar.
Korkulur, valla, demezler mi?
Saat 2200 civarı,
Arkadaşımıza anca varabiliyoruz.
Bazı yerlerde yollar çok bozuk.
Buradan ilgililere duyurulur.
Varır varmaz, yemeğe.
Sağ olsunlar, çok güzel şeyler hazırlamışlar.
Hem afiyetle yedik hem de sohbet ama
Acayip bir yorgunluk hali var,
Uyku, yatın diyor, yatın.
Bir an önce yatın.
Çatı katını hazırlamışlar.
Çok şirin.
Yatağa kendimi bir attım, gerisini hatırlamıyorum.
Sabah ise
Kalkar kalkmaz, balkona.
Karşıda Gerze,
Ama haritaya bakmaz isen orayı Rusya zannedebilirsin.
Çünkülüm
Sinop’ta Boztepe Yarımada’sında, Ada Mahallesi var.
Oradan bakınca, tam karşıda;
Gerze-Samsun.
Ben Rusya ne kadar da yakında derken,
Arkadaşım, orası Gerze deyince,
Kendimi birden çok Gerzek hissettim.
Özü sözü doğru, dobracı, Elizabeth’liğin işe yaramadığı belki de tek erkek;
Arkadaşımız ve bir o kadar tatlı ailesi ile birlikte, başladık gezmeye.
http://www.sinopmolaotel.com.tr/sinopgezi.pdf
Önce Boztepe.
Boztepe’den Sinop Yarımadası çok güzel görünüyor.
Ancak insan haritaya bakmazsa, İnceburun ile Boztepe’yi karıştırabilir.
Onun için ilk iş;
Haritaya bakmak.
Ben neredeyim?
Burası neresi?
Boztepe’nin en dar yeri olan boğazını ölçtüm,
Yaklaşık 250 metre.
Şeytan dedi ki;
Kes şu boğazı,
Yarımada ada olsun,
Adına da çılgın proje de.
Bu durumda, oradan toplanan çaya;
Ada çayı demek çok zor.
Yarımada çayı desen?
Manyak mı bu derler.
En iyisi;
Çılgın proje.
Biz T.C. vatandaşı olarak, buraya ilk kez ayak basarken,
Amerikalı kardeşlerimiz,
1950’lerde buraları keşfedip yerleşmiş ve de
Epey kalmışlar.
Ondan sonra diyoruz ki
Hangi taşı kaldırsak altında, ABD.
Valla adamlar, çalışıyor…
Ve buraya Diyoyen City diyorlarmış.
Biz ise kendi vatanımızı tanımıyoruz.
Bir yol yapmışlar, 60 yıllık, yol, aynı yol,
Bizde ise yol yapıldığı gün çöküyor.
Bence suç;
Duble yol denmesinde.
Duble deyince kafayı buluyor ve yol sarhoş oluyor.
Sonrası malum.
Denge kaybı,
Çökme,
Kusma,
Yıkılma,
Devrilme,
Hatta’’ben sarhoş değilim’’ nidaları…
Deniz dalgalanıyor,
Ona bakan bayrağımız dalgalanıyor.
Sanki dalgalaşıyorlar…
Boztepe’nin en ucuna gittik.
Fener görünmediği zaman korna çalıyorlarmış buradan, çok sisli havalarda.
Demek ki
Fener her zaman işe yaramıyor,
Fener’in yedeği;
Korna Kamil.
O an aklıma;
Ferdi Tayfur, Necla Nazır sahnesi geldi.
Şöyle uzaktan koşa koşa gelecekler, birbirlerine sarılıp, birkaç tur atacaklar,
Ve Ferdi kızı yere yatırıp…
Şaka bir yana,
Film ayağına, memleketin en güzel köşelerini bilenler,
Ferdi ve Necla gibiler.
Ne yapsın, yönetmen?
En güzel yer neresi?
En sakin?
Çekim yeri, orası.
Aşağıda bir kaya bloğu var,
Bir çarpsan kesin karaya oturursun.
Hani derler ya
Yaşa, başa, taşa oturma.
Aynen öyle.
Balıkçı tekneleri balık peşinde.
Balık bile gideceği insanın iyi birisi olmasını ister,
Her halde.
Aslında, denizlerde kapitalist bir sistem kurmuş, Yüce Mevla’m.
Büyük balık, küçüğü yer.
Kahraman Bakkal, Süpermarkete karşı demişti, Ferhan Şensoy.
Ormanlarda ise
Güçlü Haklıdır, adalet nasıl tecelli edere örnek.
Yargı bağımsız nidaları arasında,
Ormanın kralı, aslan.
Kodum mu oturturum diyor.
Havada ise Kartal;
İstikbal göklerde diyor.
Yani aslında, Allah’ın yarattığı doğa anlayana sürekli mesaj veriyor.
Mesela insan;
Ne sıfırla çalışır,
Ne de birle.
Dolayısı ile
Ürettiği, cihazlar gibi asla güvenilir, değildir, maalesef.
Hesap makinesi şaşmaz,
Yalan makinesi dobracıdır,
Tüm sorun; insanın kendisinde.
Şöyle denize sıfır,
Çay yudumluyoruz, bir iki fırt,
İşte hayat bu, dedirtiyor, insana.
Ve geldik Etnografya Müze’ne.
Ahmet Hakan sevmese de bence siz hiç kaçırmayın.
Hem binası
Hem de içindekiler, belki de Türkiye’nin en iyileri arasında.
Emeği geçen herkesi minnetle anıyorum, huzurlarınızda.
Boyabat Evlerini anlatan bir yazı var, duvarda.
Sanki boyaya batmış gibi, bir hal söz konusu.
Evim, evim, benim güzel evim, kim demez ki?
Herkese evi güzel görünür, nedense.
Sanki yavrusu gibi.
Şehir plancılarına büyük iş düşüyor.
Bir yanda, salyaları akmakta olan rantçılar,
Diğer yanda,
Şehrin eski dokusunu koruma arzusu.
Bunu çok iyi başarmak lazım.
Ve arkeoloji müzesi.
Girişte, Atamız demiş ki
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli;
Kültürdür.
Ah Ata’m, ah!
Valla kültür olduğu doğru da
Son zamanlarda en çok yatırım;
Kültür balıkçılığı ile
Kültür mantarına yapılıyor.
Müzenin mozaikleri ünlü.
Hep diyoruz ya
Türkiye bir mozaik.
Doğru, hem de acayip bir mozaik.
Ama siz hiç mozaiklerin kavga ettiğini gördünüz mü?
Gönlümden geçen Türkiye;
Mozaik müzesindeki gibi
Yan yana, kardeşçe, birbirine yan gözle bile bakmayan, bir Türkiye.
Ve Diyojen (MÖ 413–327)
Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben veririm!
Büyük İskender Korinthos'ta "Bir dileğin var mı?" diye sorunca "Gölge etme, başka ihsan istemem" demiştir.
Çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce "Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti" diye haykırıp su çanağını kırmıştır.
Çok dinlememiz, az konuşmamız için iki kulağımız ve bir dilimiz vardır.
Dİyojen’e bir adamın ne kadar akıllı olduğunun nasıl anlaşıldığını sordular. Yanıtı kısa oldu;
“Konuşmasından” dedi.
Bir soru daha sordular “Peki adam ya hiç konuşmazsa”
Dİyojen’in yanıtı bu kez şöyle oldu
“ O kadar akıllı olanı henüz yok dünyada.”
Büyük İskender Diyojen’i, birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve ne yaptığını sorar. Diyojen, “Babanızın kemiklerini arıyorum, ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum” der.
Bir gün sokak ortasında, “Adamlar! Adamlar! ” diye bağırmaya başlar. Halk etrafına toplanır. Diyojen, “Ben adamları çağırıyorum!” diye sopası ile onları kovar.
Bir eşkıya, fakir olduğu için ona hakaret eder. Diyojen eşkıyaya sadece, “Bir adama, fakir olduğu için hakaret edildiğini hayatımda hiç görmedim ama pek çok insanın hırsızlıklarından ötürü asıldıklarını gördüm” der.
Diyojen, yıkanmak için bir hamama gider. Görür ki hamam pislik içerisinde. Hamamcıya, “Yanılıp da bu hamama yıkanmaya gelenler, daha sonra temizlenmek için nereye giderler?” diye sorar.
Kendisini iyi döşenmiş bir eve götüren bir adam “Bir daha yerlere tükürmemesini” tembihlemeye kalkınca Diyojen derhal adamın yüzüne tükürür ve “Buradan daha kirli bir yer bulamadım” der.
Birisi, "Adam ne vakit evlenmeli?" diye sorduğunda, "Genç ise, henüz evlenme zamanı gelmemiştir. İhtiyar ise, vakti geçmiştir, " der.
Yeryüzünde en iyi şey nedir?" diye sorduklarında, "Hür olmak," diye cevap verdi.
Güpegündüz elinde lambayla dolaşırken kendisine ne yaptığını soranlara cevabı: Adam arıyorum, adam!
Hayvan eti yiyenler insan eti de yiyebilirler.
Bence Sinoplular, kendilerini pazarlamada,
Allah’ın ipine sarılır gibi,
Diyojene sarılmalı.
Çünkü
Bu tür adamlar kolay kola gelmez.
Ben olsam, Sinop Üniversitesi yerine Diyojen Üniversitesi derdim, mesela.
Türkiye’ de belki en zengin amfora sergisi Bodrum’da ama
Sinop’ta, amfora fırını da var.
Ve İsa’nın bir freskosu.
Hani şarkıda geçer ya,
Tanrım beni baştan yarat.
İsa da Allah’ın sevgili kulu.
Bir taş attım, pencereye tık dedi misali Allah tarafından, mucizevî bir şekilde yaratılmış.
Keşke şu çarmıha gerilmede,
Doğumunda mucize yaratan, Yüce Mevla’m,
Ölümünde de devreye girip
Ne yapıyorsunuz, ulan siz benim oğluma?
Bu çarmıha germe hususu,
Şahsen beni çok geriyor.
Ne zaman o resmi görsem, geriliyorum, resmen.
Diyeceksiniz ki
İsa’nın derdi,
Seni mi gerdi?
Evet!
Irmak Tanrısı Asopos’un su perisi kızı,
Sinope’nin de bir büstü var.
Sinope Yunan tanrıçasıdır. Sinop şehrinin eski adıdır. Efsanesi şöyledir: Sinope ırmak tanrısı Osopos'un güzeller güzeli kızıymış. Rivayete göre mutlu bir hayatı varmış. Birgün tanrılar tanrısı Zeus kendisini görmüş ve o anda aşık oluvermiş. zeus bu; gönlünü kaptırdığını elde etmek için yapmadığı üçkağıtçılık yokmuş . ama sinope, zeus'un bile başını döndürecek bir güzellikteymiş. eli ayağı, dili dudağı dolaşmış tanrılar tanrısının sinope'ye. Bir sabah Sinope'yi görmeye ırmak kenarına gitmiş ve çalıların arasında saklanmış, başlamış beklemeye. Sinope geldiğinde haylaz bir rüzgarı yanına çağırmış ve en zarif haliyle Sinope'nin kulağına
"Senin için Olympos'un tahtından vazgeçsem bana gönlünün tahtını açar mısın?" demesini istemiş.
korku içindeki genç kız kendisine dokunmamasını kız oğlan kız kalmak istediğini söylemiş heybetli zeus'a.
tanrılar tanrısı sözüne sadık kalmış ve sinope'ye her dilediğini yerine getirmeye söz vermiş. Genç kızda kızlığına dokunmamasını dilemiş. Tanrıda onu kız bırakmış ve karadeniz kıyılarına bırakmış.
Bu Tanrıları kurgulayan başta Hesiodos olmak üzere,
Bu tanrıları İlyada Destan’ında, mükemmel bir şekilde kullanan,
Homeros, bana göre;
Gelmiş geçmiş en başaralı senaryo yazarları.
Abi, oku oku, bıkmıyorsun.
En son 2004 yılında da Truva filmi çekildi, Malta’da.
Şu bizim Brad Pitt nasıl da rol kesti?
Halbuki o rol,
Cüneyt Narkın’a ne giderdi be.
Şöyle kılıcı bir salladı mı, ordunun yarısı erirdi.
Ok attığında, Eros’un oklarına dönüşür,
Millet savaşı bırakır, aşka başlardı.
Bahçesinde bir alınlık var,
Süper.
Üzerinde yazısı da var.
O an aklıma alın yazım yazıyor,
Kim bilir neler yazıyor?
Okuyabilecek var mı?
Ve damlaya damlaya göl olur misali minik bir göl,
İçinde balıklar…
Şu dağlarda kar olsaydım misali,
Şu gölde balık mı olsaydım?
Bir tane ağaç var, doğu çınarı.184 yaşında.
Allah uzun ömürler versin.
Toprak Ana’yı hatırlatır, bana.
Gelip birisi köklemedikçe, Ana ona bakar, sahip çıkar,
Asla bırakmaz.
İşte analık böyle bir şey.
Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz o ağacın altını şimdi anıyor musun?
30 Kasım 1853 yılında,
Maalesef denizcilerimiz şehit edilmişler, Sinop Koyu’nda.
Sezen Aksu istediği kadar, desin,
Savaşma Seviş benimle.
En çok çalan tam tam;
Savaş Tamtamları…
30 Kasım 1853 Kırım Savaşı sırasında Rus Karadeniz Donanmasının Sinop Limanı'nda bulunan Osmanlı Donanması'na ani bir baskın yapması sonucu Sinop Limanında şehit düşen denizcilerimiz anısını yaşatmak üzere 24 Temmuz 1923'de yapılmış.
1853’te Rusların, Sinop’ta demirleyen Osmanlı donanmasına baskın yaparak, kenti yerle bir edip donanmayı tamamıyla ortadan kaldırması, tarihte Kırım Harbi olarak bilinen savaşın başlamasına neden olmuş.
http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/TarihiMiras/SehitliklerVeAnitlar.php
Pervane Medresesi;
Sinop il merkezinde bulunan Süleyman Pervane Medresesi’ni, Selçuklu Veziri Muinüddin Süleyman Pervani 1262 yılında yaptırmıştır. Medrese, Alaüddin Medresesi, Alaiye Medresesi gibi isimler ile tanınmıştır.
Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç Aslan ile II.İzzüddin Keykavus döneminde yapılan savaşlar sırasında Trabzon Rum İmparatoru I. Manuel bir ara Sinop’u ele geçirmişti. Süleyman Muinüddin Pervane Sinop’u yeniden ele geçirmiş ve bunun anısına şehir merkezinde bu medreseyi yaptırmıştır.
Edebali Hazretleri, Osman Gazi’ye demiş ki
Ey oğul! Beysin... Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...
Güceniklik bize, gönül almak sana...
Suçlamak bize, katlanmak sana...
Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana...
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana...
Ey oğul!
Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana...
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...
Ey oğul!
Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz...
Şunu da unutma!
İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın.
Ey oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıl’a bağlı.
Allah (c.c.) yardımcın olsun!
Mesaj açık.
Ancak Osmanlı akımını savunanlar, acaba tam tersini mi yapıyorlar, dersiniz?
Hele ‘’İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın.
Bakıyorsun, tarihe;
İktidar uğruna,
Boğazlıyan, boğazlayana.
Kendimi bir ara Boğaz’ın serin sularında hissettim, valla.
Ya Fatih’e ne demeli?
Hitit Kralı Telipinu(MÖ-1460)
1.Birinci sıradaki prens kral olsun.
2.Eğer birinci sıradaki prens yoksa kim ikinci sıradaki oğul ise, o kral olsun.
3.Eğer bir prens yoksa, kim birinci sıradaki kız ise, ona bir içgüveyi alsınlar ve o kral olsun."
Bu konuda Fatih ise;
Fatih kanunnamesinde Nizâm-ı Âlem için kardeş katli meselesi ile ilgili madde;‘‘ Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola,karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl etmek münasiptir.Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir.Anınla amil olalar.’’
Yani yaklaşık 3000 yıl sonra,(MÖ1460-MS 1453)
Hitit Kralı Telipinu ne demişse,
Fatih Sultan Mehmet te tam tersini söylemiştir.
Şimdi bunun hangisi doğru?
Kendinizi, katledilen kişinin yerine koyun ve cevaplayın.
Anadolu’nun birçok köşesinde,
Alâeddin Keykubat Camii çıkar.
Başta Konya olmak üzere, Alanya, Sinop, Beypazarı…
http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Alaeddin_Keykubad
(1221-1237)
Her Krallıkta dikkat çeken bir hükümdar vardır,
İşte Anadolu Selçuklu’da bu kişi;
Alâeddin Keykubat(1)
17 yıla sığan hükümdarlığında,
Başta Mevlana’nın babasını Konya’ya davet etmek olmak üzere,
Neler yapmamış ki?
Sinop’taki Camii de oldukça görkemli.
Aktif olarak kullanılıyor.
Yapılış tarihi; 1214 diyor, yani Alâeddin Keykubat hükümdarlığı öncesinde.
Yan tarafta yedi adet türbe var.
En önemlisi de;
İsfendiyar Bey(1439)
Pervane Medresesi;
277 yılında ölen Pervane Muineddin, o zamanlar Anadolu'da en çok sözü geçen bir kişidir.
Konya’da Muînüddîn Pervane’nin eşi Gürcü Hatun, Mevlânâ’nın has mürit[4]lerindendi.
Şimdi burası,
Yöresel el işleri,
Lokanta,
Çay ve kahvehane olarak işletilmekte,
Sağ taraftaki odada ise
Pervane’nin torunu, ünlü deniz komutanı, Gazi Çelebi’ye ait mezarı bulunmaktadır.
Kumda kahve içelim dedik,
Kum ısıtılıyor,
İçine bakır fincan.
Aheste aheste pişiyor,
Ve son derece lezzetli içiliyor.
Karşıda, bir eyvan.
Aklıma eyvanlım eyvanlım türküsü geliyor…
Eski bir ütü görüyorum,
Sanki ütülüyorum.
Cebimde beş para kalmadı.
Ve geldik,
Sinop Cezaevi’ne.
Temelleri 1214’ lere uzanan bu tarihi yerde,
Başta Sabahattin Ali,
Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarakKonya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabahattin_Ali
Kerim Korcan
Babası Murat usta yoksul bir saat tamircisiydi. Bu yüzden Kerim Korcan ancak ilkokul 4. sınıfa kadar okuyabildi. Küçük yaşta kahveci, dondurmacı, köfteci ve berber çıraklığı yaptı. 1938 yılında siyasi polis tarafından gözaltına alındı. Aynı yıl Donanma Kor Askeri Mahkemesinde İsyan Suçlusu olarak yargılandı 12 yıl ağır hapse mahkûm edildi. Sinop Cezaevinde 10 yıl hapis yattıktan sonra serbest kaldı.
http://www.anafilya.org/go.php?go=7d5c36010097b
Ve Osman Deniz olmak üzere kimler yatmadı ki?
21 Mayıs 1963 darbe girişimi hazırlıklarında İstanbul bölgesi temsilcisiydi. Girişim başarısız olunca darbe hazırlayanlardan dört kişi - Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer idama mahkûm oldular. İdam edilen Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'la Mamak Askeri Cezaevi'nde 13 ayı birlikte geçirdi, arkadaşlarının idama götürülüşlerine tanık oldu
http://tr.wikipedia.org/wiki/Osman_Deniz
http://www.ayancuk.com/sinop_cezaevi.asp
Girişte,
Adalet Mülkün Temelidir, yazıyor.
Hâkim, kanun ve vicdanına göre karar verir.
Ama bu vicdanın,
Hâkimin kendi vicdanı olması lazım,
İdeolojilerin değil.
Yoksa istediğiniz kadar, yazın,
Adalet Mülkün Temelidir.
O zamanlar kalebentlik cezası yaygın.
Ya Bodrum’a gönderiyorlar,
Ya da Sinop’a.
Mesela
Cevat Şakir Kabaağaçlı, Halikarnas Balıkçısı da Bodrum’a kalebentlik cezası alanlardan.
Geriye bakınca kalan şu;
Ne bu kişileri yargılanmasını isteyenlerin,
Ne yargıçların ismi,
Kalan;
Bir eser yaratanlar…
Aldırma Gönül,Sabahattin Ali;
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma
Duvarlarda şöyle yazıyor;
Kan öcle değil,
Suyla temizlenir.
William Shakespeare
Şu sıralar, Ankara-Ulucanlar açıldı,
Benzer şekilde.
Benzer bir durum, Silivri’de yaşanıyor.
Acaba tarih neyi yazacak?
Hatıralarda kalan ne olacak?
Geldik, Sinop Fiyorduna.
Gerçekten, mükemmel bir yer.
Zaman darlığı nedeni ile
Tam uca gidemiyoruz.
İnşallah bir başka sefere.
Seyitbilal Türbesi :
Selçuklu Döneminde yapılmıştır. Seyitbilal’ in makam türbesi sonradan Çaça (Çeçe) Türklerinden Tayboğa tarafından tamir ettirilmiştir. Türbe Hz.Hüseyin soyundan ve Arap ordusu komutanlarından Seyyid Bilal’ in şehit olduğu yerde yapılmıştır. Eskiden beri halkın önemli bir ziyaret yeridir.
Karnımız acıktı.
Geldik merkeze.
Teyzemin Yerine.
Mantı yemeye.
Cevizli ama
Mükemmel, ancak bu kadar lezzetli olur, mantı.
Zaten MAN ile başlayan her şey güzel oluyor;
Mantı,
Mantar,
Manav,
Manzara,
Manken…
Hemen yanında,
Mantıcı Hala.
Ne kadar güzel, isimler bulmuşlar?
Sinop’un sakız dondurması,
İnsanın ağzına sakız oluyor, bir güzel.
Bir Anadol marka araç görüyorum,
Kim bilir kaç yıllık?
Keşke benim de böyle bir arabam olsa!
Eskiye özlem hali var, bende.
Meydanda,
Ata’mızın heykeli;
Yurtta Sulh,
Cihanda Sulh.
Ah Ata’m, ah.
Elbette herkesin içini Allah bilir ama
Dünyada en çok suiistimal lider olabilirsin.
Bir kısmı Ata’m izindeyiz diyor,
Tatile gidiyor,
Bir kısmı ise
Ata’m izindeyiz deyip sinsice tam tersini yapıyor.
Ve geldik,
Erfeleğe;
Şansımıza Rasim adlı ilköğretim öğrencisi yerel rehber olarak,
Hizmet vermesin mi?
Rasim’e dedim ki
Karşına kurt çıktı ne olur?
İçine kurt düşer.
Rasim dedi ki
Abi kolay,
Hemen Ankara Havaları dinler,
İçimdeki tüm kurtları dökerim.
Şelale öyle kolay çıkılacak bir yer değil.
Yerel rehber almanızda fayda var.
Risk var,
Kaza ile baş başa kalabilirsiniz.
Köprüden geçiyoruz,
Keşke diyorum tüm köprülere bir sayaç konsa,
Her geçen gelin ile bir tık attırılsa?
Rasim eşliğinde başladık, Erfeleğe…
Tam ortasında bir un değirmeni.
Ama şimdi çalışmıyor.
Değerli bir vatandaşımız dalmış şelaleye.
Soğukmuş, aldırdığı yok.
Birkaç fotoğraf çekelim dedik,
Maşallah, saatlerce kaldı.
Bu gezide bizleri en iyi şekilde ağırlayan, gezdiren
Ve de uğurlayan değerli arkadaşlarımıza çok teşekkürler...
Hoşgörü mizah ile başlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder