28 Eylül 2011 Çarşamba

Tura Geldi, Tura Gittik!

Bu sene tatilde ne yapalım dedik?
Ben yazı,
Hanım tura dedi.
Tura çıkınca,
Tura gittik.

Peki, nereleri gezelim deyince,
Dedik ki
Az zamanda çok işler başaracak yerler olsun.
Hollanda, Fransa, Almanya, Lüksemburg ve Belçika.
Yedi günde, beş ülke.
Ön üç büyük şehir,
İki gece, Amsterdam/Hollanda,
İki gece, Paris/Fransa,
Bir gece, Brugge/Belçika,
Bir gece, Köln/Almanya.
Kısaca BENELUX diyorlar,
Ben ise
Bana lüks diyorum!

Gitmeden önce,
Bir toplantı yapıldı.
Şirket sahibi Atilla Bey,
İki şey vurguladı;
Aman hırsızlara dikkat!
Beni bile çarptılar…
Ki
Bu işi yıllardır yaparım.
Her gidene de nasihatlerde bulunurum.
Aklıma gelir başıma gelmez diye düşünürdüm.
Gülme komşuna gelir başına.
İkincisi;
Götürün efendim götürün.
Götürün efendim götürün deyince;
Aklıma götürmekten başka bir şey gelmedi.
Çünkü
Bizim gördüğümüz hep götürenler,
Biz ise neyi götürecektik?







Meğerse
Götüreceğimiz gıda maddeleriymiş!




Başladık hazırlıklara…
Memlekete gelen turistlerin,
Bizim gibi valizler dolusu dolaştıklarını pek görmedim.
Hatta ayıptır söylemesi ama söyleyelim;
Yanlarına yedek don bile almıyorlar ama
Bizler ne bulursak,
O da lazım olur,
Bu da lazım olur derken,
Kişi başına en az iki valiz!
Bizim de öyle oldu.
Üç kişiyiz tam tamamına altmış kilo.
Dedik ki,
İnşallah fazla para almazlar tartıda.
Ya onlar yanlış yapıyor,
Ya da biz?
Ama bence onlar doğru yapıyor.
Tabi bunda gelir seviyesi yüksekliği ile
Bizim buranın oldukça ucuz olması yatıyor.
Bir de kulağımızda Atilla Beyin,
Bir yemeğe yüz Euro verirsiniz dediği kalınca,
Alın efendim, alın,
Götürün, efendim götürün,
Valizler Hollanda ineği gibi şişti de şişti.
Dedik ki
Yapacak bir şey yok!
Bu sefer,
Böyle gidelim,

Bir dahaki sefere tecrübelerden yararlanırız.
Tecrübem;
Sabah kahvaltıları bedava.
Ne yersen ye,
Tıka basa.
Ata’mız ne demişti;
Türk milleti zekidir!
Bir kahvaltıdan,
Öğle ve akşam yemekleri çıkar.
Hatta artar bile!
Yanınıza sadece hazır çorba ile
Birkaç konserve,
Otellerde zaten sıcak su ile
Su ısıtıcısı var.
Kahve ve çay bedava.
Akıllı bir planlama ile
O kadar valize gerek yok!
Gezi ile birlikte,
Benim hamallığım da başladı.
Kim taşıyacak?
Tabi ki ben!
Hırsızlığa karşı da iki önlem aldık;
Birincisi;
Asker para çantası.
İçine pasaport fotokopileri.
Kazara çalınırsa,
Hiç değilse geçici giriş imkânı sağlarmış!




Altı valizi hazırlamak kolay değil,

Ki,
Ben kapatırken yoruldum.

Aman onu unutmayalım,
Aman bunu unutmayalım derken,
Canımız çıktı.
Geçenin üçünde kalktık,
Bir taksiye atladık,
Şirketin önüne geldik,
İki otobüs ve şirket yetkilileri bizleri bekliyordu.

Bizler için ilk heyecan,
Kim bilir onlar için neydi?

Daha valizleri yükleyince,
Otobüs yan yattı, sağa doğru,
Ayıptır söylemesi ama söyleyelim;
Elli iki kişi idik,
Esenboğa’ya gittik,
Havaalanlarında,
Serbest piyasa ekonomisi altında,
Küçük bir pet suyun iki Euro’ya satılması.
Bu fiyatlar,
Benim diyen Avrupa havaalanlarından daha pahalı.
Acaba böyle olunca,
Daha mı Avrupai oluyoruz?

Yoksa
Serbest ekonomi demek;
Vatandaşı bir güzel kazıklamak mı demek?

Tuvaletler desen temiz değil,
Hem de taret muslukları varken,
Demek ki;
Elin gâvuru (lafın gelişi)tareti takmasa da
Bizden daha temiz,
Doğruya doğru.
Zaten AB ile aramızda ilk müzakere;
Tuvalet konusu olmalı.
Bizde taret musluğu var,
Onlarda yok.
Bizde ücretsiz tuvalet var,
Onlarda nerdeyse hiç yok.
Bunu halledersek, gerisi kolay!
Biz klasik tuvalete,
Onlar alafrangaya alışmış.
Bizdeki alafrangalar, nedense,
Onlardaki gibi temiz olamıyor…

Uçağımız Onur air idi.
Onur air bir ara çok gündeme geldi.
Hatta uçuş yasağı bile kondu,
Daha sonra kaldırıldı.
Benim fikrim;
Emniyetli, sağ salim uçalım da
Lüks ve konfor ikinci planda.
Zaten bu kalemler de fiyatı artırıyor…

Eskiden uçak deyince,
Sadece maddi durumu müsait olanlar binebiliyordu.
Son zamanlarda hem dünya da
Hem de güzel memlekette olumlu gelişmeler var...

Görünüşte çok fakir,
Aslında çok zengin dilenciler ise en çok binenler!

Nasıl ki
Dolmuşlar ucuz oluyor,
İmece taşıma usulü,
Bu uçaklar da öyle.
Sürümden kazanıyorlar.
Eskiden kraliçeye benzer hostesler konur,
Yemek ve içkilerin en iyisi servis edilir,
Çoğu kimse binemezdi.
Şimdilerde tam tersi.
Easyjette içecek bile para ile
Bilet satış internet üzerinden,
En ucuz onlar taşıyor.
Yurtdışına giderken aklımdan geçen;
Keşke çalışmaya gidecek vatandaşları,
Bir esas dâhilinde seçip,
Eğitip gönderebilseydik.
Şimdi AB’ye girişte çok olumlu yansımaları olurdu.
Maalesef
İpini koparan,
Eğitim ve kültür seviyesi çok düşük olanlar,
Yasalardan kaçan,
Art niyetliler,
Gittiler…

Eli yüzü düzgün adamlar burada kaldı.
Avrupalı da tanıya tanıya onları tanıdı.
Şimdi gel de hayır biz öyle değil,
Böyleyiz de!
Gördüğüne mi?
Duyduğuna mı?
AB’ye girişte orada yaratılan,
Olumsuz imajların,
Aleyhimize olduğu aşikâr.
İşin ilginci orada yıllardan beri yaşamakla beraber,
Pek değişiklik göremiyorsun.
Bir de neyle övünüyorlar?
Bir kelime bile yabancı dil öğrenmedim!
Bunların adetlerinden tekini bile almadım!

Orada kuzu olan vatandaşlarımız,
Sanki burada yılların acısını çıkarır gibi
Bizden bile beter olabiliyorlar…
Orada hıza riayet ederken,
Yurda,
İsmail YK’ dan bas gaza ile giriyorlar…

Eskiden uçar iken,
Bir bilinmeyene doğru uçardık.
Ama şimdilerde çoklu ortam destekli,
Haritalarla,
Uçak o an nerede,
Hangi yolu izliyor?
Ne kadar yüksekteyiz?
Süratimiz?
Ne kadar zaman sonra varacağız gibi
Soruların cevapları,
Monitörlerden veriliyor.
Bu da çok güzel bir uygulama.

Yanıma bir beyefendi oturdu,
Kendisi danışmanlık yapıyormuş,
Koyu bir muhabbete girdik,
Uçak tekeri yere vurdu,
Kendimize geldik.


Amsterdam Schiphol Havaalanı,
Dünyaca meşhur.
Yüz beş metre ile en yüksek uçak kulesine sahipmiş!
Havada kuş yok!
Uçak sürüsü var!
Birbiri peşi sıra,
İnen binen kalkan uçaklar…
Nedeni de;
Vergilerin düşüklüğü ve hizmet kalitesi.
Temiz mi temiz tertemiz.
Başladık beklemeye valizleri,
Bekle Allah bekle,
Neyse gelsin de,
Bir de çıkmaz ise o zaman yandık!
Hollanda süt ürünlerinde,
Özellikle peynir ve tereyağında dünyaca meşhur.
Gördüler mi valizde el koyuyorlar.
Bunun nedeni;
Bizden daha iyi yapanlar mı var?
Ya da
El koyalım da
Evdekiler ekmek ister,
Yanına,
Peynir ve tereyağ!
Gözümün önünde bir kilo tereyağa el koydular!
İçim gitti ama
İstersen hık de
Adamı anasından doğduğuna pişman ederler!
Elin oğlu acımaz adama!
Şakaya bile gelmez,
Olayı bir büyütürler,
Tur yerine sınır dışı ederler,
İlk uçakla!
Sus sus kimseler duymasın!

Tura katılan elli iki kişi olunca,
Rehberin de işi zor.
Elinde şirket levhası,
O nereye biz peşine,
Hemen çıkışta, baktık otobüs bizi bekliyor…
Bir baktık,
Bir otobüs,
Bir de şoför!
Bizde olsa, iki şoför, bir muavin.
Bir hizmetli en az dört kişi.
Çaylar,
Kahveler,
Kekler,
Pastalar çörekler...
Bunların hiç biri yok!
Çünkü
Hizmet pahalı bir sektör Avrupa’da.
Hepsini aslanlar gibi şoför yapıyor.
Otobüsün iç temizliği dâhil!
Günde yasal süreden fazla süremiyor.
Beş saatte bir, yarım saat, mola veriyor.
Geceleri mutlaka otelde kalıyor,
Belgeleri saklıyor.
Kontrollerde aranıyor, bu belgeler.
İkinci şoför olursa,
En fazla on altı saat!
Ama ikisi de otelde yatmak şartı ile
Otobüs içinde kemerler bağlı olacak.
Şoför bizi bildiği için
Arada bir rehber vasıtası ile anons ettiriyor;
Kemerleri takın!
Dinleyen kim?
Çünkü
Bizler doğuştan Kemerliyiz!
Cezalar çok ağır.
Şoförümüz en az üç dil bilen,
Otuz yıllık tecrübeli biri.
Yaklaşık 2500 km yol kat ettik,
Güzergâhı çok iyi biliyor,
Kurallara hâkim,
Belçikalı.
Biraz soğuk ve ciddi duruyor.
Bizim otobüslerdeki servis havayollarında yok!
Bir de arada bir kaza yapmasalar?
Hele mola yerlerindeki tuvaletler bedava!
Değerini bilelim!
Avrupa’da bu doğal ihtiyaç bile para ile
0,30 ila 0,50 Euro arası değişiyor.
Tavsiyem, yanınızda bozuk para bulundurmanız.
Tuvaletler temiz mi temiz.
Çünkü
Bu konuda kültür oluşmuş.
Çıkan temiz bırakınca, giren de temiz buluyor.
Ben şahsen klasik tuvaletlerin rahatlığını,
Hiç bir yerde bulamıyorum.
Toplu yerlerde yarısı alafranga,
Yarısı klasik,
Özürlü ve engelliler de düşünülse hiç fena olmaz.

Hedefimiz; Amsterdam’dan Paris’e gitmek.
Ve geceyi orada geçirmek.
Hollanda’da dağ yok!
O an aklıma Ferdi geldi.
Burada yaşasa idi
‘’Ben de bu dağların nesine geldim’’
Nasıl bestelenirdi?
Ya da
‘’Dağ başını duman almış, Yürüyelim arkadaşlar’’
Rahmetli Barış Manço;
‘’Dağlar dağlar’’
‘’Dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış’’
‘’Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur’’
Atasözü çıkmazdı, buralardan.
Hangi dağa tırmanırdın?
Laf aramızda dağcılık federasyonu var,
Ve de
Dağa tırmanmaya çok meraklılar.
Ama dağı olan yerlere gidiyorlar.
Abudabililer olsa,
Bastırırlardı parayı,
Şöyle Ağrı Dağı gibi
Yedi yıldızlı bir dağ yaparlardı, valla!
Paranın gözü kör olsun!
İnsan insana kavuşur, dağ dağa kavuşmaz sözünü,
Değiştirdim;
Dağ dağa kavuşmaz,
Devre devreye kavuşur.
Sağ olsun Cem geldi,
Ziyaret etti.
Büyük incelik gösterdi.
Tabi dağ olmayan yerde,
Terör de olmuyor…
Terörün en sevdiği yerler dağlar!
‘’Alır giderim başımı, dağlarla.
Dağa çıkarım bak ha!’’

Askeri harekât olsa
Hedef gösterecek dağ yok!
Rehberimizin dediğine göre;
Yolda araç yavaşlatma yükseltilerine dağ diyorlarmış!
‘’Nasıl ki bizim denizin dibinde Hatçem
Demirden evler’’diye bir türkümüz var,
Onların da su ile başı dertte.
Fakat Allah’ın verdiği aklı kullanınca,
Dezavantaj avantaja dönüşmüş!
Nasıl mı?
Hollanda aslında bir bataklık.
Sık sık su baskınları oluyor.
Bazı yerler deniz seviyesinin de altında!
Eksi altı buçuk metre.
Bu durumda, Kuzey Denizi ne yapacak?
İçeriye doğru akacak!
Nereden?
Nehirlerden.
Bizim ‘’Halime’yi samanlıkta bastılar’’ türkümüz var ama
Onları da ha bire deniz basıyor.
Sanki kalbin ana damarlarından,
İçeriye doğru kılcal damarlar gibi kanal yapmışlar.
Bizler demir ağlarla ördük yurdu,
Onlar da
Her yere kanal yapmışlar.
Kanallara da yel değirmeni.
Yel değirmenleri su taşkınlarını yavaşlatıyor,
Fazla suyu dengeli bir şekilde,
Diğer yel değirmenine aktarıyor.
Bu esnada, tahıl öğütülüyor,
Turistler geziyor.
Bir taşla, üç kuş vurma, buna denir.
Bizler de ağzımız açık bir şekilde vay be derken,
Paralar ceplerine giriyor.
Kanallarda kanal tedavisi bile yapıyorlar!
Her tarlanın etrafı kanallarla çevrilmiş,
Çite gerek yok!
İçine yeteri kadar inek,
Koyun,
At,
Deve(Yok devenin nalı, bu kadar da atılmaz ki!)
Koymuşlar, çobana gerek yok.
Çünkü hayvanların dört bir tarafı düşmanlarla(su ile) çevrilmiş!
Bu durumda ne yapsın hayvanlar?
Ye, iç, yan gel yat!
Üstüne gübre.
Yirmi dört saat geçe gündüz yeşil ot.
Gel keyfim gel,
Oh ne güzel hayat!
Hele vakti gelince bir de kesmeseler!



Hollanda’da adım başı bisiklet!
Yolun her yerinde bisiklet yolu var!
Ama
Bu bisikletler dağ tipi değil,
Düz, klasik tipler.
Bisiklet olur da hırsızlığı olmaz mı?
Bunu duyunca rahatladım.
Malum benimki geçenlerde çalındı da!
Hırsızlık evrensel.
Bu bisikletler, laf olsun diye yok!
Yaşlısı, genci,
Eteklisi, pantolonlusu hepsi biniyor,
Sağlıklı yaşam esas.
Bisiklet park yerleri,
Bazı yerlerde üç beş katlı,
Sadece bisikletler için.
Yollarda asfalttan taşa doğru gidiş var,
Binalarda ise serbest tasarım.
Maksat; yaratıcılığı teşvik etmek.
Binalar tamamen birbirinden farklı,
Özgün yapılar…
Nehirleri ve kanalları yük taşımada, mükemmel kullanıyorlar.
Gemi tasarımları da birbirinden çok farklı.
Rehberin erkek olmasının da çok faydası var,
Halden anlıyor,
Alışveriş merkezlerinden uzak tutuyor!
Bayan rehber olsa
O da gidecek bir şekilde, alışveriş merkezlerine.
Bazı turcuların alışveriş krizi gelmedi değil!
Buna rağmen emellerine ulaşamadılar.
Mümkünse yanınızda faturalı bir cep bulundurun ama
Uluslar arası dolaşım maalesef ucuz değil.
Kısa ve öz konuşun,
Hatta mesajlaşmayı tercih edin,
Rehberin cebini mutlaka alın ve kaydedin.
İnsan kaybolur,
Başına bir iş gelir.

Bilmeden sizi birileri ararsa,
Hemen uyarın,
Yurtdışındayım,
Size de çok yazar.
Acil değilse sonra görüşelim, deyin.
Gruptan kopmayın,
Sürüden ayrılanı kurt kapar!
Yaban ellerde tatil zehir olabilir,
Hollanda’da zenci oldukça çok.
Fakat ayrı bir renk katmışlar,
Ve çok sempatikler.


Amsterdam’dan sonra ilk mola;
Rotterdam!
Eğer rehber, serbest bırakacaksa grubu,
Şehrin en bilinen,
Meydanına götürüyor.
Burada da mutlaka bir Mac’in Donald’ı var.
Bir saat sonra,
Aha burada buluşalım, diyor.
Son derece akıllıca.
Rehberimizin dediğine göre;
Ben böyle grup görmedim dedi.
Son derece uyumlu,
Bu uyum,
Başından sonuna kadar hiç aksamadı.
Şahsen ben,
Mac Donald’ların bu kadar faydalı olduğunu,
Yurtdışında anladım.
En kolay buluşma yeri.
Ekonomik karın doyurma yeri.
Yaklaşık beş Euroya mide tamam.
En önemlisi;
Tuvalet!
Mac Donald’lar olmasa,
Çoğumuz maalesef altımıza yapardık!

Şöyle bir sorun var;
Erkekler tuvaletinde kuyruk yok!
Bayanlarda ise
Aman Allah’ım!
Nedeni;
Erkekler ayakta da
Küçük su döktüklerinden avantajlı.
Çözüm;
Bayanların tuvalet sayısı daha fazla olmalı.
Her molada yapılacak ilk iş;
Tuvalet ihtiyacının giderilmesi.
Bunu yapmazsanız,
Biraz sonra intikamını feci alır!
Normal işyerleri tuvalet olsa bile buyur demiyor,
Varsa da yok diyor.

Rotterdam’da elektronik malzeme satan,
Bir mağazaya girdik.
Karşımıza kahraman bir hemşerimiz çıktı.
Metrekareye bir Türk düşer olma yolunda,
Hızla ilerleniyor.
Dilenci göremedik,
İnsanlar genelde mutlu görünüyor…
Bu yüzlerinden okunuyor,
Düzen var,
Sistem tıkır tıkır işliyor.





Hollanda yeşil mi yeşil!
Su olmayan yer yok.
Su olan yer de yeşil oluyor…
Şemsiye ve yağmurluk,
Sanki milli kıyafetleri.
Obez insanlara pek rastlamadık.
En önemli taşıma vasıtası bisiklet olunca!
O bisikletlere burada biz binsek,
Ne kadar da eski denir.
Ama ne yapsınlar?
Dağ yok ki
Vitesli bisiklete binsinler.
Hızlı tren çok yaygın.
Ama bu trenler raydan çıkmayan tipten.
Önce emniyet tedbiri alınmış,
Test edilmiş.
Bizde ise ilk deneme maalesef,
Sanki üzerine hızlı yazıldı.
O da ilk fırsatta raydan çıktı.
Suçlu kim?
Ölenler…
Neden?
Her şey Allah’tan.
İnsanın kılı değerli olur mu?
Kimse kılına dokunamıyor,
Bizde ise insan hayatı sudan ucuz!
Üreme oranı yüksek.
Birinin başına bir şey gelse,
Hemen arkadan birileri yetişiyor.
Bizde tarihi binaları yıkıp
Yeni bina yapma alışkanlığı var.
Onlar ise tarihi binaları çok iyi koruyor,
Aynı zamanda kullanıyor.

Benim bildiğim Avrupa’da Adanalı göremedim!
Adanalı yasak masak dinlemez,
Kendini atar, kanala.
Arada bir kanal şehitleri olsa da
Hiç bir güç Adanalıya engel olamaz!
Ya Adanalı yok,
Ya da
Kanunlar öyle sıkı ki
Kimse yemiyor.
Kanal olacak,
Ve Adanalı öyle duracak?
Ölümü göze almış asker gibi atlar kanala.
Bu kanalda Adanalılar,
Yüzemez diye bir yazı da görmedim ama
Adana’da bağlasan durmaz halkımızın,
Buralarda bu kurallara
Otomatik uyması ne kadar ilginç değil mi?
İnsan aynı, insan.
Ortam değişik!
Sanki birden kuzu oluyorlar,
Elin diyarında.





Rüzgâr santralleri çok yaygın.
Enerji var ise canlı var.
Enerji var ise hareket var.
En çevreci,
En ucuz enerji, doğal enerji.
Ben bunu doğal gazdan bilirim.
Tarlalarda bol bol mısır gördük.
Aklıma bizim mısırcılar geldi.
Hani şu yürü ya külüm denen mısırcılar.
Hollanda o kadar küçük bir ülke olmasına rağmen,
Tarım ihracatında dünyanın sayılı ülkelerinden biri.
Su var mı, var,
Toprak az ama
Akıl olunca,
İnanılmaz bir tarım ülkesi olmuşlar.
Almak isteyene çok dersler var ama
Benim anlamadığım;
Yurtdışına giden bir sürü resmi yetkili var,
Şimdiye kadar her biri bir güzellik getirseydi,
Hep beraber köşeyi dönerdik!

Bunların yaptığı, benim yaptığım gibi
Ben Paris’teyken...
Tamam, kardeşim sen Paris’te ol,
O güzellikler neden gelmez buralara?
Sadece ben Paris’te iken, demek için mi gidilir, yurtdışına?
Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun,
Gördüklerinizi anlatın, hiç değilse?
Kalın oralarda, kalın,
Harcırahları alın, alın,
Ama bir şeyler de katın!

Mesela ben ne aldım?
Alafranga tuvaletin kapağını temizlemek için
Sıvı kimyasal bir temizlik maddesi koymuşlar,
Tuvaletten önce temizliğini kendin yapıyor ve örtüyorsun,
Çok hoşuma gitti,
Ve
Tam düşündüğüm gibi idi.
Bisiklet kullanımı teşvik edin,
Kullansın herkes.
Bisiklet yolları yapın,
Yöneticiler işe bisiklet ile gidin,
Kampanyalarda bisiklet verin,
Reklâmını yapın,
Sadece hava atmak için gidiyorsanız,
En havalı meslek grubu;
Lastikçiler,
Havanız batsın!


Hollanda da kanal olur da
Bu kanala,
Araç düşmez mi?
Düşer, tabi.
Ama düşemez!
Çepeçevre demirle örmüşler,
İstersen düş?
Zorlasan bile biraz zor.
Biz muhtemelen görünmeyecek şekilde,
Uyarı levhası asar,
Yanına da Fatiha duası.
Bol bol helvalarını yerdik gibi geliyor!

Bisiklete binmek kültür olmuş,
Bizde ise ben bisiklet yolu pek göremiyorum.
Kazara bir kazaya karışsan,
Suçlu da çıkarsın.
Kardeşim niye arabaya binmiyon?
Paran mı yok?
Ölümüne mi susadın?
Git Allah işine,
Adamın başını belaya sokma!
Akşam akşam.
Bu kadar belediye başkanı gider yurtdışına,
Ya benim gördüğümü onlar görmüyor,
Ya da
Bu şeytan icadı deyip vazgeçiyorlar.
Bataklıklar içinden çıkmış Hollanda,
Bir ara yangınlara maruz kalmış.
Onlar da oturmuş bir güzel yeniden yapmışlar.
Sel baskınlarına uğraya uğraya,
Savunma mekanizmaları geliştirmişler.
Akıl var işin içinde, akıl.

Kanaldan evlere eşya çıkarmak,
Kolay değil.
Bu esnada,
Evin tepesindeki kaldıraç sistemi devreye giriyor.
Pencereden içeri alınıyor.
Yağmura karşı eğimli yapılmış evler.
Yağmur daha az çarpsın diye.
Sular daha kolay aksın çatılardan,
Hani derler ya
Saka kuşu gibi küllerimden yarattım kendimi,
Hollanda da bataklıktan.

Dünyanın en eski ve büyük hava yolu şirketi,
KLM ise bir başka gurur kaynakları.
Adı hiç değişmemiş,
Kuruldu kurulalı.
Göklerde süzülüyor.




Rotterdam da bir hamburgerci ye gittik,
Şu bizim Mac Donald var ya
Hani Donald’ın yeri.
Aslında bizde daha yaygın bu ‘’yeri’’ kelimesi.
Nerdeyse dükkânların yarısı,
Ahmet’in yeri,
Mehmet’in yeri.
Ama sevgili halkımıza Donald’ın yeri gibi gelmiyor.
‘’Mac Donald’s’’ olarak benimsemiş durumdalar.
Çünkü marka olmuş!
Bizde en iyi marka;
Çay markası mı acaba?

Donald’ın yerinde,
Biraz çekim yapayım dedim,
No Sir, dedi.
No, no, no…
Nihat Doğan gibi saygı ile karşıladık.
Adamları tebrik etmek lazım,
Dünyanın her yerinde aynı standardı yakalamışlar.
En merkezi yerde olmaları,
Tuvalet hizmeti,
Ekonomik,
Ayaküstü atıştırma,
Molaların kısa olması,
Rehberlerin tercih etmesi,
Randevu için cazip olmaları gibi nedenlerle,
Tercih ediliyorlar.

Mecbur kalmadıkça asla yemem ama
Yaban ellerde aç kalmaktansa…

Zenciler ayrı bir renk katmışlar,
Hollanda’ya…
Onları görünce çikolata geliyor akla, nedense
Genellikle, ağır işleri yapıyorlar.
Bir renk nelere kadir!
Beyazsan, şanslısın.
Şarapta ise kırmızı daha çok tercih sebebi.
Nasıl ki cinsiyetini seçemiyorsun,
Renk te öyle ama
Nasıl da fark ediyor, yaşamda.
Resmi açıklamalarda ayrım yok dense de
Hayat var diyor gibi
Çukulata alırken ise beyaz pek tercih edilmiyor.





Avrupa’da taş yollar revaçta.
Biz ise asfalt aşığıyız.
Asfalt olsun, çamurdan olsun!
Belediye gelse, taş yapsa, kırarız.
Belediye çalışmıyor,
Asfalt alacak paranız mı yok, deriz.

Gönül ferman dinlemiyor,
Beyaz zenci evliliği,
Melez çocuklar,
Sevimli mi, sevimli.
Duygusal bakışlı.

Kafamdaki araç park yerini gördüm,
Yola bir cep yapmışlar,
Arabalar yol akışına birbiri peşi sıra park etmekte.
Hem yol akmakta,
Hem de parktan yola çıkarak,
Hemen trafiğe karışmakta.



Kurallara uyuyorlar…
Kurala uymak kültür olmuş.
Biz de ise
Kurallar yasak gibi algılanıyor.
Yasaklar da çiklet gibi çiğneniyor.
Kurala uymanın eğitim boyutu var,
Anadan babadan çevreden,
Öyle görme boyutu var.
O seviyeye gelmek için
Daha çok fırın ekmek yeme derdimiz var,
Var oğlu var.

Hele trafik kuralları son derece katı,
Ve çok ağır cezaları var.
Bir gerçek var ki
Bizler içeride kurt,
Dışarıda kuzuyuz kuzu.
Yaban ellerde son derece masum,
İçeride işe son derece vahşi.
İnsan aynı insan,
Değişen sadece yer.
Bunu kim yapar?
Kültür sorunu olan milletler.
Yol işaretlemeleri ve ikaz işaretleri,
Olması gereken şekilde.
Bizde ise biraz işimiz Allah’a kalmış.
Geçenlerde tam solladım, karşımda koca bir TIR,
Hata bende ama
Ben de yolun teke düştüğünü anlamadım ki
Allah yardım etti de şu an bu yazıları yazabiliyorum.
Yoksa
Trafik şehidi!

Çünkü onlarda can çok değerli.
Diyelim bir inşaat alanı.
Alınması gereken tedbirler,
En olması gereken şekilde alınmış.
Eşeği sağlam kazığa bağla,
Sonra Allah’a emanet et, ilkesi her yerde geçerli.
Kaza olmuyor mu?
Oluyor…
Ama asgari.
Kişisel hatalardan.
Devlet işi şansa bırakmıyor.

Eczanelerde yeşil bir işaret var,
Sürekli yanıp sönüyor.
Çünkü
Bizdeki gibi adım başı eczane yok.

Şehir içi arabalarda park sorunu nedeniyle,
Minnacık arabalar yaygınlaşıyor.
Bizim tabirle, döt kadar arabalarla.
Park etmek çok kolay,
Kapladığı alan çok komik.

Ağaca bağlıyorlar bisikleti,
Üzerine aşma kilit,
Sanki sarmaş dolaş.

Park yerleri var paralı makine ile
Koluna bir bant bağlayıp,
Ne idüğü belirsiz kişiler haraç toplamıyor.

Avrupa’yı Uzakdoğulular geziyor,
Hem de fark edilecek bir şekilde.
Allah vergisi tiplerinden,
Her yerde belli oluyorlar.
Sadece gezmiyorlar ama dikkatle inceliyorlar,
Film, video çekiyorlar,
Son derece de sempatikler.

Bizim de Uzakdoğu’ya gidip
Suçu olmadığı halde suçlanınca,
Pencereyi açıp neden kendini aşağıya atıyor,
Anlamamız lazım.
Biz de ise
Herkes bu ne vicdansızlık derken,
O kişi pişmiş kelle gibi sırıtıp millete benim vicdanım,
Son derece rahat diyor.
Ya onlarda,
Ya da
Bizde bir hata var ama

Anneler her yerde anne.
Annelikte fark yok.
Bir anne çocuğunu emzirmekle meşgul,
O an dünya umurunda değil!

Kafe kültürü Avrupa’da çok yaygın.
Bu kendini belli ediyor.
Kafe kelimesinin tam manasını orada anlıyorsunuz.
Ben kafeyim diyor.

İlk molada karnı doyurmak gerek,
İnsan aç olunca ve zaman sınırlı,
Karnım doyarsa doysun da
Nasıl doyarsa doysun diyor.

Dikkatimi çeken;
Bizde ekmek masaya bırakılır,
Ye yiyebildiğin kadar,
Onlarda ise her dilimi para ile
Gözünü sevdiğim memleketim!
Çorba ,
Ve makarna,
Üç aşağı beş yukarı her yerde aynı lezzette.

Paralı yollar Onlarda da var.
Ama çok kuyruk yok.
Cep telefonu kullanıyorlar ama bizim gibi manyak değiller.
Malum bizler,
Asla cepsiz yapamayız.
Sanki anamızın karnında cep telefonu vardı!
Emzik gibi alışkanlık yaptı!
Hem cepten hem de cebimizden olur,
Ama banamısın demez,
Ha bire konuşuruz.
Belki boş boş konuşuruz ama konuşuruz!
Hatta son zamanlarda belki herkes dinleniyor,
Halkımızın umurunda değil,
Aman canım,
Dinlerlerse dinlesinler,
Bizim gizlimiz saklımız yok ki!



Diyelim rehber oldunuz,
Size emanet edilen,
Başlarını yaşlarını almış da olsalar,
Sorumluluklarınız var.
Küçükler söz dinlemez görünseler de
Büyükler daha yaman!

Çok gezen mi?
Çok okuyan mı?
Bence her ikisi de.
Şimdi desem ki
Kızım Avrupa şöyle Avrupa böyle,
Kendin çal,
Kendin dinle.
İnanıyorum, bu şekilde alınması gerekenleri aldı.
Uygulamalı eğitim, bu olsa gerek.

Eski araba pek göremedik,
Görseniz de bunlar nostaljik olanlar.
Kamyonlar bizdeki gibi yüklenmiyor.
Geçenlerde Türkiye’de önümüzde, bir kamyon vardı, Allah’a emanet!
Zaten
Şunlar yazılı idi;
Maşallah!
Allah’a emanet!
Ha devrildi ha devrilecek,
Yüreğimiz ağzımıza geldi.
Üzerime her an devrilebilir diye sollayamadım.
Ne zaman düz yola çıktık,
En uzağından, dikkatlice, baka baka sollayabildik.
Kamyon taşımacılığı çeki düzen istiyor.
Otobüste ise Onlardan daha ilerideyiz.
Dikkatimizi çekti,
Nerdeyse çocuk yaştaki kişiler,
Kamyon veya TIR şoförü, Avrupa’da.
Bu kadar genç insanlara,
Koca koca TIR’ların hemen verilmesi ne kadar doğru acaba?
Bizimkiler gibi
Şöyle biraz pala bıyıklı Remzi olmalı!










Her ne kadar Ata’m,
‘’Köylü milletin efendisi’’demişse de
Bizde çiftçiye biraz köylü gibi bakarlar.
Son yıllarda, ekili alanlarda,
Ekmek yerine sanki ekmeyin,
Buraları arsa yapıp satın der gibi
Bir hava var.
Ekili alanlar, tarım alanları ilan edilmez,
Ve buraları muhafaza edilmez ise
İleride aç kalma ihtimalimiz çok yüksek.
Tarım alanı, bir kişinin malı değil,
Milletin bence.
Çünkü
Oradan herkes ekmek yiyecek.
Böyle giderse,
Açlıktan birbirimizi yiyebiliriz.
Elin oğlu, daracık alanda,
Daha nasıl fazla verim elde edebilirim derken,
Bizler, tarım alanlarını nasıl imara açabiliriz,
Açmazı içindeyiz!
Bu konuda sadece ormana kafa yorulmakta,
Tarım alanları hiç gündeme gelmemekte.
Sonsuz hürriyet olmalı mı?
Olmalı diyenler,
Ne zaman millet açlıktan birbirini yiyecek,
O zaman anlayacak.

Araçlarda bisiklet taşıma yeri, sanki olmaz olmaz bir talep.
Ama arkasında ama tepesinde.
Araç nere, bisiklet ora.
Bir yaşam tarzı haline gelmiş.

Başıboş hayvan göremedik.
Hayvan ve sahibi anca beraber, kanca beraber,
Bakımları yerinde.

Fransa’nın sadece Paris’i olsa,
Karınları doyar.
Bazen insan şöyle düşünüyor;
Biz de Paris gibi bir şehir yaratalım,
Önce iflas eder,
Üç beş nesil sonra da kara geçeriz.


Paris’te mıntıka temizliği yok!
Pis bir şehir.
Yerler çer çöp içinde.
Çöpçüler bile bu duruma alışmış!
Kimsenin umurunda değil.
Metrolar da aynı durumda.
Çöpçü çöpün yanından geçiyor, bakmıyor.
Bu pislik yakışmıyor, Paris’e.
Hem medeniyetten bahsetmek,
Hem de çöp içinde yaşamak büyük çelişki!
Sanki Paris parfümleri,
Pis kokularını örtbas etmek isteyenler sayesinde,
Bu kadar meşhur oldu!
Bir yanda insanın başını döndüren tarih,
Diğer yanda pis bir şehir!
Dükkân kepenkleri,
Maksada hizmet ediyor olabilir ama
Göze hoş gelmiyor.
Estetik yok.
Paris’te Mercure Hotelde kaldık,
Otel işletmeciliğinde oldukça iyiler.
Odalar son derece temiz,
Personel eğitimli,
Tek mahzuru internetin ücretli olması.
Bizde olsa dükkân senin.
Odalara lazım olacak her şeyi koymuşlar.
Anket dâhil.
Ama kaç kişi dolduruyor?
Belirtecek hiç bir şey olmasa bile
Kuru bir teşekkürü yazmak lazım diye düşünüyorum.
Kritik şeyleri koymak için oda içinde,
Şifreli bir kasa var.

Hemen yanımızda ana tren istasyonu,
Bu da demiryolu taşımacılığına verilen önemi gösteriyor,
Muhtemelen kara tren diye bir türküleri yok ama
Ya da
Tren gelir hoş gelir.

Hava kararınca,
Sokağa çıkmak biraz riskli,
Bazı tipler,
Sanki belayım diyor.





Lur müzesine gelince,
Gurup ikiye ayrıldı.
Lur’a gitmek isteyenler ve de Disneyland’çiler.
Çoğunluk Disneyland dedi.
Bu da bizim tarih ve sanata verdiğimiz değeri gösteriyor!
Mona Lisa’nın da bulunduğu,
Lur müzesini adam akıllı gezicem derseniz, işiniz iş.
Bu aylar, hatta yıllar sürebilirmiş.
Bunu düşünen halkımız,
Göz atıp çıkmak yerine Disneyland’i tercih etti!

Bir de, parfüm satan alışveriş mağazaları.
Bazıları öyle hazırlıklı gelmişler ki
Ellerinde listeler,
Sepet sepet yumurta misali,
Sepet sepet parfüm aldılar!
Çalışanların da çoğu bizden.
Vergi iadesine de çözüm şöyle çözüm buldu, zeki Halkımız!
Uygulamada, uçağa binmeden yapılıyor, bu işlem.
Bizimkiler demiş ki
Türk halkı böyle şeylere gelmez.
Biz alırken indirelim!
Dahası birkaç kişi birleşip belli bir limiti var,
Onu beraberce geçiyorlar.
Gözünü sevdiğim menfaat!
Nasıl da birleştiriyor insanları?
Tanışın, tanışmayın,
Dili, dini, ırkı, rengi hiç fark etmiyor!
Aslında tüm sorunları çözmede,
En etkili yöntem menfaat!
Siz menfaati koyun,
Kişiler hemen birbirini buluyor.

Hanımlara satılacak en güzel şey de
Parfüm!
Bıraksan sanki hepsini alacakmış gibi saldırıyorlar!
Allah’tan rehberimiz erkekti de,
Bizi anladığı,
Ve hemen yanı başında eşi olduğu için
Özellikle uzak tutmuş olabilir.
O sayede rahat ettik.
Yoksa hep beraber yanmıştık!
Demirel’in tabiri ile
‘’Yetmiş cent’e muhtaç bir şekilde,
Anavatana dönebilirdik.


Yabancı bir ülkeye gittiğinde,
En büyük sorun;
Yüzde doksan dokuz;
Yüznumara!
Yani sosyetik tabir ile
Tuvalet!
Kısaca; WC
Paris’lileri tebrik etmek lazım,
Yolda ilerlerken, hemen yol üzerinde,
İki tane kapalı,
Yana yana tuvalet!
Jeton ile
Dükkâna gitsen sadece tuvalet için
Daha girer girmez yok diyor!
Var ama
Senin şeyin ile mi uğraşacağım diyor, aslında!
Bana ne kardeşim,
Yerken bana mı sordun?
(Bu soruyu çok fazla bağıran doğum yapan annelere bazı hemşireler de diyebiliyor)
Sıçarsan sıç!
Altına yaparsan senin sorunun!
Halka açık tuvalet te pek görünmüyor,
Nereye yapacan?

Bir bayan gördüm,
Elinde sağ ayakkabısı,
Yoldan akıp giden su ile ayağını yıkıyor,
Ne kadar da rahat!
Hem de şehrin tam göbeğinde.

Paris’ten etkilenmiş olabilirim,
Apartmanın önüne,
Demirden bisiklet koyma yeri yaptırdım,
Şimdilik kimse koyamıyor,
İlk akla gelen hırsızlık!
Şahsen benim şimdiye kadar iki tane çalındı.
Helal hoş olsun!
Benimki helal de
Kızımı bilemiyorum!

O arada bir levha;
Fotokopici.
Demek ki
İhtiyaç her yerde
İhtiyaç.

Park etmeler bizdeki gibi değil,
Öylesine aracını bırakıp giden,
Pek görmedim.
Ya da
Kolunda tırıvırı bir kırmızı band,
Elinde sahte fişle,
Park parası toplayan,
Vermeyenin arabasına güzel desenler çizen,
Hatta üzerine bir güzel dayak,
Sen misin vermeyen?




Kavalalı Mehmet Paşa’nın,
Hediye ettiği dikili taşın,
Ucu epey sivri.
Sivri biber mübarek!
Sanki Kazıklı Voyvoda!
Ya da
Uçkurumuza ne kadar düşkün,
Veya
Bizim ne kadar sivri bir millet olduğumuzu mu anlatmak istedi acaba?
Ah be Paşam, ah,
Keşke başka bir şey gönderseydin!
Mesela; güvercin kuşu.

Nerde bir yüksek yer var,
Tepesinde saat.
Ya Avrupalılarda saat takma alışkanlığı yok,
Ya da
Mesaiye geç kaldıklarında,
Yalan söylemeleri çok zor.
Diyemezsin ki
Saatim yanlıştı,
Ya da bozuldu.

Her ne kadar rehber erkek ise de
Paris’te bir yerde,
Alışveriş molası verdi.
Hanımlar gök sevinç.
Erkekler ise
Eyvah şimdi yandık!
Bu da mı başımıza gelecekti?
Gitti paralar.
Bir daha gelirsem,
Alışverişsiz bir tur istiyorum.
Tam karşımızda,
Hatta yanımızda Lur Müzesi var ama
Gören kim?
Alışveriş sanki tüm gözleri kör ediyor.
Lur bile üzülmüştür, bu duruma.
Sen orada yıllanmış çınar ağacı gibi dururken,
Üç kuruşluk alışverişe sattılar be seni Lur!
İşte maalesef insanımız böyle.
Para için babasını bile satar, valla!
Ama sen,
Kalbimin sende kaldığını bil Lur.
İnşallah bir dahaki sefere.
Söz Allah’ın izni ile.
Lur’un bir maketi var.
Sanki o da bir sanat şaheseri.
Bakmak bile insanı yoruyor.
Bir de içine girsek kesin kayboluruz!



Paris’te köprü çok gördüm ama
Köprüden geçen gelin görmedim.
Ya denk gelmedi,
Ya da
Bizim gibi değiller.
Bizde anlaşılmaması mümkün değil!
Son model bir araba,
Ama illa ki lüks olacak!
Sanki öyle olmasa olmuyor,
Ama raconu bu işin be!
Yasakta olsa,
Üzeri evleniyoruz, mutluyuz ile bir güzel kapatılacak,
O an kazaya karışsa,
Ya da
Kötü niyetli kişiler art niyetli kullansa,
Kim bilecek kimin arabası olduğunu,
Abartılı bir şekilde süslenecek,
Arkada kalabalık bir konvoy,
Üstüne insanı sinir eden korna sesleri.
Trafik kurallarının hepsi ihlal edilerek,
Sanki son arzum şudur diyen mahkûm gibi
Bir güzel dolaşılacak,
Bazıları yol kesecek,
Para isteyecek,
Damat numaradan para yok diyecek,
Hatta bazen bu yüzden kavgalar olacak,
Olaya polis karışacak,
Ben de bunları göremeyince,
Ulan bunlar ne biçim millet?
Bari köprüden geçti gelin türküsünü mırıldanayım da
Kendimi hatırlayayım demedim değil!
Bu arada,
Köprülere bir numaratör konsun,
Geçen gelin, o numarayı çevirsin,
Böylece şimdiye kadar kaç gelin geçti,
Belli olur!

Bizimkiler mağazaya bir daldılar,
Sanki aç ve susuzlar,
Kıtlıktan çıkmışlar,
Hayatlarında ilk defa görüyorlar!
Aç kurtlar gibi saldırıyorlar.
Mağaza sahipleri alışmışlar tabi.
Bizim geldiğimizi anlamamaları mümkün değil.
Memlekette daha güzelleri var,
Daha da ucuza,
Ama Paris’ten almazsan,
Havayı nasıl atıcan?
Paris’ten aldım,
Veya ben Paris’teyken...
Nasıl diyeceksin?

Sanki benim şu an yaptığım çok farklı da.
Yazı değil de sanki hava atıyormuşum gibi
Bir his var içimde.
Şimdi durduk yerde Paris desem,
Ne görgüsüz adam diyeceksiniz.

Laf olsun diye Lur’un içine giriş kapısı yapmış,
Fransızlar.
Çam gibi bir piramit,
Ama öyle uyum sağlamış ki
Lur Müzesi ile
Sanki o piramit o tarihlerde yapılmış.

Doğubayazıt’ta bunun ne olduğunu bizzat gördüm.
Restorasyon yapmışlar,
İshak Paşa Saray’ında,
Sanki restorasyon yapmamışlar,
Başka bir şey yapmışlar!
Ehil olmayan kişilere verilince,
Bu gibi ince işler,
Başa bela da olabiliyor.

Bir de şu heyecanlandırıyor insanı,
Filmlerde gördüğün bir yeri,
Veya kişiyi yakından görünce,
Farklı bir heyecan ve duygu oluşuyor.
Bendenizde bu cam piramidi bir filmde izlemiştim.
Görünce dedim ki
Demek ki
O yer, bu yer.
Şimdi sıra hava atmada.
Bir daha izlersem,
O yer, Paris’te.
Lur müzesi içinde,
Gezmiştim bir aralar(havan batsın be)

Heykelin bir aslı var,
Bir de astarı.
Yani taklit olanı.
Bazen o kadar kötü taklit ediyorlar ki
Resmen içine ediyorlar.
Hani ben böyle sanatın içine diyenlerimiz var ya
Onların dediği gibiler.

Uzakdoğulu kardeşlerimiz gezmeyi çok seviyorlar, çok…
Bize çok turist gelir, çok.
Yeter ki tanıtımı iyi yapalım.
Güney Kore’lilerin,
Kore savaşlarından müthiş sempatileri var.
Anzaklar ise Çanakkale’de cirit atabilirler.
Hele o Ata’nın müthiş sözü var ya
Onlar da bizim evlatlarımız,
Müsterih olun analar…
Aman Allah’ım,
O nasıl söz öyle!
Savaş ortamında,
Hangimiz söyleyebilirdik acaba?






Paris’te bazı heykeller,
Sanki saf altından yapılmışlar.
Birçok yerde var,
Işıl ışıl parlıyorlar.
Orada yıllardan beri duruyorlar.
Ya oralarda hırsız yok,
Ya da
Çalmaya müsait değil.
Bizde olsa durur muydu?

Bazı tarihi eserlerin taşları sökülüp,
Bina yapımında kullanılırken.
Kars’ta Rus evleri vardı,
Göz göre göre
Eriyip gidiyordu, koskoca binalar,
Sanki kar gibi.
Dedim ki
İlgililer var mı?
Var.
Ya bunlar tarih dersi okumamış,
Ya da
Bu konu işlenmemiş!

Tarih derslerinde öğretilmesi gereken en önemli konu;
Tarihi eserlerin korunması.
Bu konuda epey sıkıntımız var,
Daha çok yol almamız lazım.
Çok...

Tabi bu arada eserler yerinde kalırsa?
Hani bizim baklava dilimi var ya
Sanki caddelerin tasarımı ona benziyor.
Bizim baklava,
Elin mühendislerine yol göstermiş,
Daha o yıllarda,
Bizim haberimiz yok!

İki katlı otobüsler çok uygun gezmek için.
Hele üst katı açık ve hava güzelse.
En iyi gezme vasıtası.
Oldukça yaygın, Paris caddelerinde.

Geçenlerde Kayseri’ye gittik,
Yolda arka arkaya,
Üç araç düz yolda,
Nasıl becermiş iseler,
Üçü de
Bazıları duymasın,
Resmen yan gelip yatmış!
Yani takla atmışlar!
Biz elin memleketinde yaklaşık 3000 km kat ettik,
Sadece bir kaza gördük.
Onda da aman Allah’ım,
İtfaiyeler,
Ambülânslar,
Polisler,
Tedbir üstüne tedbir,
Bu iş pek sık olmuyor,
Olursa da en iyi şekilde müdahale ediyorlar.


Şehrin merkezi,
Tam merkezde bir anıt.
Ve ne hikmetse bu anıt gidebildiğince,
Dikine gider.
Demek ki
Bu sektörde çalışanların çoğu erkek!
Sanki erkekliklerini belli etmek ister gibi
Yine dikmişler!
Ne zaman kadın eli değer,
Dikine heykeller yerine,
Daha yayvan,
Daha yumuşak heykeller olabilir.
Bunları yapanlar bayan olsa idi
Biraz utanır,
Bu şekilde dikmezlerdi.
Ah erkekler, ah
Ne kadar da meraklısınız, göstermeye!

Paris’in en ünlü bulvarı;
Şanzelize Bulvarı.
Aynı zamanda da dünyanın diyorlar.
Şanzelize bulvarı geniş bir cadde.
Upuzun,
En lüks alışveriş mağazaları,
Jet sosyete, jet uçak, jet motor,
Ve jet skiler söz konusu olunca,
Bunlara; jet sosyete deniyor.

Yeşili her yere koymuşlar.
Bulvarın her iki yanı yeşil ağaçlarla bezenmiş,
Doğa yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuş.
Önce doğa,
Sonra rant der gibi.
Bizde ise maalesef rant gözümüzü bürümüş.
Elimizden gelse,
Her yeri betonla donatacağız,
Sonra da yeşile boyayacağız.
Yani göz boyama.

Bulvar Şanzelize de olsa
Yol bakımı yapılıyor,
Ama emniyet tedbirleri alınmış, en iyi şekilde.
İş şansa bırakılmamış.
Biz, biraz kaderciyiz, bu konuda.

Son derece lüks arabalar ve motosikletler.
Ama mutlaka kasklı,
Allah korur deyip takmamak yok,
Ceza neyse yaz kardeşim diyen de yok.
Kask, motosikletin olmazsa olmaz bir parçası olmuş.


Şanzelize bulvarı bitiminde,
Zafer takı var.
Bu şöyle bir şey;
Askerler savaş dönüşü buradan geçip günahlarından arınırlarmış.
Bir nevi tören geçiş alanı.
Onların takı varsa bizim de tak tak helvası var.
Hatta bir rivayete göre
Bu tak yetişmemiş,
Napolyon maketini yaptırıp kız istemeye öyle gitmiş.
Napolyon sadece adını tarihe yazdırmamış,
Çok önemli izleri var, Fransa’da.
1789 Fransız ihtilalinden tam yüz yıl sonra,
Demişler ki
Yapalım, yapalım,
Öyle bir şey yapalım ki
Eiffel Kulesi çıkmış ortaya.
Eiffel adı da yapan mühendisin adı.
Eiffel’i tebrik etmek lazım.
Daha o zamanlar GSM baz istasyonu yokken,
Belki de dünyanın en büyük, GSM baz istasyonunu yapmış.
Sanki her GSM baz istasyonu, küçük birer Eiffel Kulesi.
Eiffel’e bulutların bekçisi gibi bazı işimler verilmiş.
Benim de aklıma Haydar Abi’nin ekmek teknesi geldi.
Ne yalan söyleyeyim,
Eiffel üstüne ne kadar kişi çıkarsa çıksın,
Çökmez gibi.
Bizdeki çöken platformlara hiç benzemiyor.
Ve darphane gibi para basıyor.
Bende yükseklik korkusu olmasına rağmen,
Hiç korkmadım.
Eiffel’e çıkıp orada kalan hiç olmamış.
Fransızlar her yere, Fransızca yazarken,
Sadece buraya İngilizce yazmışlar;
Aman hırsızlara dikkat edin!
Demek ki
Hırsızlığın, ne dini, ne dili, ne de imanı var!
Her yerde aynı.
Fransızlar işi garantiye almış.
Diyelim soyuldunuz ve Fransızları mahkemeye verdiniz,
Onlar da diyecek ki
Ama biz İngilizce bile yazdık!
Daha ne yapalım?

Eiffel yapılmış ama
O zamanlar da çok tartışılmış,
Bizdeki köprüyü sattırırım,
Hayır, efendim, sattırmam gibi.
Grup ikiye ayrılmış,
Bir grup çok güzel olacak derken,
Diğer grup Paris’in içine edecek demiş.
Yıkalım gitsin diyenler,
Paris demir yığını oldu,
Eskici dükkânına döndü,
Eski havası kalmadı,
Şimdi ise nerdeyse Paris ile aynı değerde.
Demek ki
En iyi gösterge zaman.
Bazı şeyleri zamana bırakmak gerekiyor.
Eiffel de bu işi bu kadar sağlam yapmasaydı,
Bu kadar meşhur olmazdı.
Eseri ayakta durduğu sürece,
O da onunla birlikte anılacak.
Kalıcı eser bırakırsan,
Baş tacı yapar bu millet.

Normal insan sanatçı olamaz,
Biraz uçuk kaçık olması lazım.
Belki de Eiffel
Sapığın teki idi, kim bilir?
Dikeyim, Paris’in göbeğine,
Görsün herkes, benimkini demiş olabilir!

Hani derler ya
Dikine dikine gitmeyin,
Sanki sanat eserlerinde,
Bu pek geçerli değil!
Yatay sanat eseri yok gibi.
Dikkat çekmek istiyorsanız,
İlk yapacağınız şey;
Dikmek!

Dönerken bir şey getirmek lazım,
Tanıdıklara.
Ben de Paris inciri getirdim.
Hem de Eiffel kulesinden topladım.

Ey Eiffel Kulesi,
Kuruldu kurulalı,
Kimler çıktı, kimler indi?
Ama seni kimse indiremedi.
Sen hala orada,
Dimdik duracaksın,
Allah’ın izni ile.
Sen şu dünyada,
Nerdeyse tüm insanları tanıyan,
Tek kulesin.






Paris’te bizdeki kadar,
Kamyon ve otobüs göremedim.
Demek ki
Bu konuda elimize kimse su dökemez.
Birkaç tane olsa da
Nasıl da özlemişim memleketimin derin manalı sözlerini;
Şoförsün dediler, vermediler!
Anan da sollardı!

Taksileri belli bile olmuyor,
Bizdekiler nerdeyse trafiğin yarısı onlar.
Üstüne
Polisimiz ile taksiciler köşe kapmaca oynamakta,
Bazen saatler süren ağız muhabbetine girmekteler,
Rüşvet ilişkileri dersen,
Lafı bile olmaz!
Bu açıdan Avrupa çok monoton.
Sessiz, sakin ve çoğunluk kurallara uyuyor.

Asfalt çıktı,
Mertlik bozuldu.
Nostalji gitti,
Bizde bir zamanlar ne güzel taş yollar vardı.
Şimdi her yer asfalt.
Avrupalı ise çoğunlukla,
Taş yolları muhafaza ediyor.
Nostalji veriyor insana.

Geliyoruz Napolyon’un,
Mezun olduğu topçu okulu önüne,
Topçular övünebilir,
Bu zamanda ya topçu
Ya da
Popçu olacaksın.
Napolyon da bakmış ses yok,
Topçu olmuş!
Ülkenin ve insanların kaderi ile bir güzel oynamış.
Napolyon o kadar eser bıraktıktan sonra,
Ata’nın Anıtkabir’i gibi görkemli bir yerde yatıyor.
Bilmeyenler,
Bu nedir?
Burada kim yatıyor dediklerinde?
Kim olabilir?
Tabi ki
Napolyon.
Kubbesi sanki altın ile kaplı.
Göğe doğru uzanıyor.
Parlıyor, ışıl ışıl.
Yanı başında da Eiffel.
Bizler biliyoruz Eiffel’ i ama
Napolyon nerden bilsin?
Ömür bu!
Vakit gelince kim kalmış ki?
Biz de kim bilir neleri bilmeyeceğiz,
Eiffel gibi?





Tam geçerken rehberimiz dedi ki
Aha Prens Diana burada rahmetli oldu.
Ruhuna bir Fatiha okuduk.
Ne de olsa sevgilisi Müslüman’dı.
Belki de bu yüzden öldürüldü, Kim bilir?
Ah be Diana,
Keşke yaşasaydın,
Müslüman bir babadan evladın olurdu,
Belki de dinler arası diyaloga katkıların çok olurdu.

Bir opera binası yapmışlar,
Sanki bina değil,
Yaş pasta!
Kes kes ye.
Ama kıyamazsın bakmaya,
Gezmeye,dolaşmaya.
Tarihi binaların tam tepesinde,
Haç işareti var,
Oldukça uzun ve ucu sivri,
Kazara biri paraşütle düşerse,
Vay haline!
Redkoskopi olur,
Hatta üstüne endoskopi.

Araçları yol akışına uygun,
Bir şekilde park ediyorlar.
Yol akışına dik park etmiş araç görmedim.
Bizde ise şöyle bir geri geri çıkacan,
O sırada akmakta olan trafik duracak,
Hatta aksayacak,
Arkadakiler, söylenecek,
O zaman zevki çıkar, bu işin.

Fransızca ‘’funiculaire’’ demek;
Eğimi oldukça dik olan tepeye ray üzerinde kayarak,
Yolcu taşıyan teleferik gibi bir sistem demek.
Ben de ilk kez orada duydum,
Ve bindim.
Ağır ağır gidiyor,
Yavaş çalışıyor.
Anlayacağınız biraz ağır abi.

Ressamlar tepesine çıktık,
Manzara harika.
Başka resim nasıl yapılabilir ki?
Ressamlar tepesine çıkarken,
Oldukça büyük bir kilise, göze çarpmaz mı?
Canım nasıl da papaz eriği çekti!

Manzara öyle ki
Hiç kabiliyeti olmayana resim yaptırır.
Meşhur olmaya çalışanlar var.
Aslında yapacakları çok basit!
Bizden bazı devlet büyüklerimizin,
Resim veya karikatürlerini yapacaklar,
Ardından bir dava,
Taşındı mı, dünya medyasına?
Al şana şöhret,
Tepe tepe harca!


Avrupa’da dilenci görmedim dersem,
Yalan olmaz.
Görürsen de göçmen olduğu belli oluyor,
Her halinden.
Dilenci yerine bir müzik arabası.
Hem çalıyor,
Hem söylüyor,
Üstüne bahşiş alıyor,
Yani terlemeden kazanmak yok.
Hazır yok, beleş yok.
Bizdekiler ise Allah rızası dediler mi?
Hangi yürek dayanır?
Bazen yakalananlar,
Benim diyenden daha zengin!
Duygu sömürüsü değil de nedir?
Versen bir dert,
Vermesen acaba?


Hediyelik eşya dükkânları,
Bayanların güzergâhı üzerinde.
Patlamaya hazır bomba gibiler.
Gördüler mi dayanamıyorlar.
Sanki çekim merkezi orası.
Tutabilene aşk olsun.
İnişte bir atlıkarınca gördük,
Hemen şarkısı geldi aklımıza,
Atlıkarınca dönüyor, dönüyor…

İki genç uzanmış çimlere,
Üstleri çıplak,
Ayakkabılar çıkık,
Yanlarında kesilmiş bir karpuz,
Oh gel keyfim gel.
Ama maalesef Diyarbakır karpuzları yok!
Gezerken AXA yönetim binasını gördük,
Şu paranın gözü kör olsun.
Sen kalk,
Paris gibi bir yerden,
Bizim memlekete gel!
Sigortalayabildiğin herkesi sigortala.
Paris nire,
Çemişgezek nire?
Ama para söz konusu ise
Fizana bile gidebiliyor, insanoğlu.

Fransızlar demişler ki
Şu ABD’lilerin Manhattan’a benzeyen,
Bir yer de biz yapalım.
Onların olur da
Bizim niye olmasın?
Bütün lüks binaları,
İş merkezlerini buraya yapmışlar.



Engelliler yeteri kadar düşünülmüş,
Ne ister engelli?
Normal bir insan gibi davranmak ister.
Bu da bir altyapı gerektirir.
Tabi önce buna inanmak lazım.
Engelli birisi kullandığı vasıtaya binerek,
Normal bir insan gibi
Elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilir.
Biz de ise yeni bu kavram.
Bazı yerlerde de biraz eğreti duruyor.
Yapmış olmak için yapmak.
En büyük hastalıklardan birisi de maalesef, bu.

Her yerden insan,
Her dilden,
Dinden,
Ne ararsan var.
Hal böyle olunca,
Kimse biz buranın rejimini değiştirelim demiyor,
Herkes nimetlerinden azami yararlanıyor.
Biz ise yıllardır, maalesef
Acı tuzaklara kanarak birbirimizi yiyiyoruz, bir şekilde.
En son çatışma;
Samimiler ile sinsiler arasında.
Biri ben buyum diyor,
Diğeri;
Brütüs’ten beterim!
Onlar nimetleri paylaşıyor.
Biz işe birbirimizi yiyiyoruz.
Bunu tezgâhlayanlar da
Gelişmiş ülkeler,
Yüze dost,
Arkadan düşman.

Vatandaşı oyalayacak etkinlik buluyorlar,
Mesela basketbol.
Hem reklâm yapıyorlar,
Hem de vatandaş bir güzel izliyor.
Sosyal aktivite sayısı çok fazla.
Böyle olunca vatandaş enerjiyi faydalı işlere harcıyor.
Bir, boş bırakmayacaksın,
İki, faydalı işlerle oyalayacaksın,
Yoksa başına dert olur.

Paris’teki Zafer Tak’ı
Oldukça devasa bir anıt.
Modern nesil de bizde bir şey yapalım demiş,
Ve Zafer Tak’ını da içine alacak devasa bir anıt yapmışlar,
Ama eskinin tadı bir başka oluyor,
Ne varsa eskilerde var.
El emeği,
Göz nuru,
Sanat sanat için.
Şimdikiler ise, teknoloji.
Belki daha sağlam ama eskinin tadı, havası yok!

İnsanlar rahat.
Kim kime dum duma.
İstediği yere oturuyor,
Kimse dönüp bakmıyor,
Bazı şeyler aşılmış.


Şanzelize bulvarında meşhur bir otelin önünde,
Otobüs durunca,
Bir baktık acayip bir kalabalık var.
Belli ki otelden dünyaca ünlü bir yıldız çıkacak,
Herkes O’nu bekliyor…
Hâlbuki
Baksalar gökyüzüne,
Her an birçok yıldız kayıyor.
O da gökyüzündeki yıldızlar gibi
Bir gün kayacak,
Kendisi farkında mı acaba?
Ya dışarıda bekleyenler,
Neyi beklerler?
Yıldızı mı?
Bakın gökyüzüne,
Sayısız yıldız var!
Herkesin peşinde koştuğu yıldızlar,
Yoksa
Zeki Müren’in,
‘’Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
En az sizin kadar yalnızım demesi gibi
Yalnızlar mı?

Eiffel Kulesi yanında çayırlık bir alan var,
Bizim Kırkpınar’a benziyor.
Vatandaş saldım çayıra Mevla kayıra haleti ruhuyetinde.
Kimi sere serpe,
Kimi dünya yansa umurunda değil.
Aslında bizden iki pehlivan göndersek,
Hiç fena olmaz,
Reklâm reklâmdır,
İyisi kötüsü olmaz,
Hayda bre deyip şöyle el ense çekseler?

Eiffel uzaktan devasa,
Yakından daha bir devasa.
Eiffel Eiffel olalı,
Belki hiç bu kadar kalabalık görmemiştir dersek,
Biraz fazla abartmış olabiliriz ama
Üstüne sıcaklar eklenince,
Sıra, kuyruk derken,
Hiç çekilmez oldu.

Bindik asansöre,
Çıkıyoruz birinci kata.
Her asansörde,
Görevli bir bayan var ama
Nasıl otoriterler?
Dedikleri dedik,
Astıkları keriz!
Belki de öyle olmak icap ediyor.
Dur dedi mi duracan,
İn dedi mi inecen.
Yoksa işiniz zor.
Eiffel’e grup olarak gelenler,
Bir başka kapıdan çıktığı için avantajlı.
Ferdi binmek ise daha zor.


Hani deriz ya yiğidi öldür hakkını ver,
Paris gerçekten çok güzel bir şehir.
O zaman ne düşündüğünü pek bilemeyiz ama
Eiffel,
Öyle bir Kule yapayım ki
İnşanlar gelsin,
Paris’e kuş bakışı baksınlar, demiş olabilir.
O zamanlar uçak yok,
Balon yok,
Uydu yok,
Şimdiki gibi imkânlar yok.
Bizler Eiffel’den bakarken Paris’e,
Diğer gruplar da nehirden özel yapılmış botlarla,
Kıyıdan gezinmekteler…

Zaten herkes bir yere gidiyor, Paris’te.
Yerinde duran hiç görmedim.
Bir mumyasını koymuşlar,
Şu bizim Eiffel’in.
Yanında da şu bizim Edison!
Eiffel, Eiffel’de, Edison ile derin bir muhabbette.
Şaka ama gerçek,
Allah rahmet eylesin,
Nur içinde yatsınlar.
İkisi de tarihe mal olmuş insanlar.
Biri dünyamızı aydınlattı,
Diğeri, çıkarıp çıkarıp indiriyor!
Sırf O’nu görmek için,
Milyonlarca kişi Paris’e...

Eiffel’den Angara tam 2607 kilometre.
Kim beş yüz milyar istemezde! sorulursa aklınızda olsun.
Dünyanın önemli şehirlerini ve uzaklıklarını yazmışlar.
Buradan Angara ve
Ah İstanbul’un ne kadar önemli olduklarını,
Bir kez daha anlıyoruz.
Çünkü
Eiffel’e öyle her yeri yazmazlar.
Birden memleketimi özledim.
Hani şu taşı toprağı altın olan memleketimi.
Küçük çocuklar gibi
Başladık sormaya;
Ne zaman dönücez, biz amca?
İstanbul’da 2263 km daha uzakta?
Yarışmayı kazanan görür bizi her halde!

Paris’e gidiler de
Seine nehrinde şöyle bir mehtaba çıkılmaz mı?
Ki bizler Heybeliada’da,
Hem mehtaba çıkmış,
Hem de bunun şarkısını yapmış bir milletin çocuklarıyız.

Arabalar eskidikçe maalesef,
Mezara gider,
Kala kala pek azı kalır,
Ve bunlar, müzelik olur.
Ev ise tam tersi.
Ayakta kaldıkça tarihi değeri daha da artar.
Arabaya göre ömrü çok daha fazla uzundur.
Bu bakımdan Paris’e bina mezarlığı diyebiliriz!
Çünkü yeni binaya rastlamak çok zor.
Hepsi restore edilmiş,
Teknolojiden azami istifade edilerek.
Yaşam bu binaların içinde geçiyor.
Biz ise bir an önce yıkmayı,
Yerine şöyle çok katlı binalar yapmayı, içimizden geçirir,
İlk fırsatta da yaparız bir şekilde.
Bazen yakarak,
Bazen yıkarak,
Eskiye rağbet olsa idi,
Bitpazarına nur yağardı diyenler…

Her halde Paris’i görmeyenler.
Yeni bir şey yok ki
Her şey eski,
Ama eskici diye kimse dolaşmıyor ortalıkta.

Muhaberelileri alıp
Paris’e getirmek lazım.
İdeal bir röle istasyonu nasıl olur,
Göstermek lazım, Eiffel’i.
Görüş hattı nasıl bir şey,
Orada bizzat görmeleri lazım.

Tekne ile gezide bilgiler,
Dört dilde anlatılıyor.
Fransızca, İngilizce, Rusça ve Japonca.
Şimdilerde Türkçe yok!
İleride inşallah.


Ruslar bir köprü yapmışlar,
Süslemişler de süslemişler,
Hani deriz ya
Çingen yağı bol bulunca,
Ya öyle yapmışlar,
Ya da gücümüzü görün demek mi istemişler?


Paris’te
Ben böyle sanatın içine tükürürüm türünden,
Çok ucube eser var!
Ama yerlere tükürmek yasak,
Ve o kadar tükürük yetmez,
Bu kadar esere!

Nehirde turist dolaştıran firmalar da
Köşeyi dönmüş vaziyetteler.
Tekneler ağzına kadar turist dolu.
Para basıyorlar, para.

Binaların tepesinde bayraklar dalgalanıyor ama
Bizdeki gibi çok büyük değil,
Hatta oldukça küçük,
Vardır bir bildikleri.

Bizde deniz manzaralı evler,
Paris’te ise nehir manzaralılar.
Nerde olursanız olun,
Suyun başında olun dedikleri bu olsa gerek.

Bu tükürülecek sanat eserlerini,
Bizimkiler ne yapardı bilemem.
Bazı yerleri boyanır, örtünür,
Hatta çaktırmadan ortadan kaldırılabilirdi.

Görünüyor, arkadaş,
Resmen görünüyor.
Ne kadar mahrem yerleri var ise hepsi görünüyor.
Sanki bize inat öyle yapmışlar!
Yok, Rönesans demişler,
Reform hareketleri,
Ortalık müstehcen eserden geçilmiyor.
Gel de tükürme!
Bu arada,
Söz tükürükten açılmış iken,
Tükürüklü köfteyi çok severim!

Baktım Japonlara,
Ellerindeki dijital foto ve video kameralar,
Bizden lüks değil!
Bastırırız parayı,
Alırız en iyisini.
Racondan taviz yok!
Fakir ama gururlu bir milletiz.
Onlar üretebilir ama
Biz de alırız yani.




Ben yurtdışında gezerken nedense
Aklıma türkülerimiz gelir
Onların güzel yerleri olabilir,
Paris gibi
Ama türküleri var mı?
Köprüden geçerken,
Aklımdan geçen,
Köprüden geçti gelin.

Seine nehrinde tekne ile gezerken,
Eiffel’i
Gez göz arpacık gibi
Rusların hediye ettiği köprünün üzerinde bulunan,
Heykellerin tam silme tepesine oturttum.
Ne de olsa asker milletiz!

Resim veya video çekerken,
En önemli şey;
Resmin hemen önüne,
Şahsın konması.
Yoksa oraya gitti sayılmazsınız.
Tek başına Eiffel ne anlam ifade edebilir ki?
Önünde sen olmalısın, sen.

Bulutların dili olsa anlatsalar,
Şu Eiffel’i?
Nasıl görünür kuş bakışı?
Ucu sivriltilmiş bir kurşun kalem gibi mi?

Rehberimiz sordu;
Eiffel’in ikinci katına çıkma gereği var mı?
Dedik ki
Olma mı?
Buraya bi daha ne zaman gelicez?
Gelmiş iken,
Bir yerimize kaçmaz ise
Çıkıp üzerine de oturabiliriz!

Seine nehrindeki her köprü,
Belli ki
Farklı zamanlarda yapılmış.
Her birinin mimarisi de farklı.
Zaten standart olacak değil ya?

ABD’dekine benzer,
Bir hürriyet anıtı yapmışlar,
Sanki bizim onlardan,
Bir farkımız yok der gibi


Yerli malı Türk malı,
Herkes onu kullanmalı.
Bazıları yavşak gibi çiklet çiğneme dese de
Bende sigara yok,
Çiklet var.
Dumansız hava sahası.
Yanımızda bol miktarda,
Damla sakızlı çiklet götürdük.
Yavşaklara mı benzedik bilemem ama
Çiğnedik te çiğnedik.

Tam o sırada tatlı mı tatlı,
Şeker mi şeker bir Fransız kızı gördük,
Bakıştık, el sallaştık,
Ailesinden izin alıp bir güzel sevdik,
Maşallah ne kadar da sevimli idi.

Tur Şirketi,
Bir akşam yemeği düzenlemiş Paris’te.
Paralar bizden de olsa,
Güzel bir düşünce.
Paris olur da, Fransız şarabı olma mı, sofrada?
Hem de kırmızısından.
Bordeaux, beauchatel!
Garsonlar, son derece sempatik.
Genelde Fas, Tunus ve Cezayir’den.
Hem okuyorlar,
Hem de çalışıyorlar.

Video çekimleri yaparken,
Salaklığım tutmuş, açık unutmuşum.
Ya da
Kayıtta ama kapak takılı.
Tabi ki
Simsiyah görüntülerden başka bir şey yok!
İnsan salak olur da bu kadar olmaz!
Bu bende olsam salağım kardeşim, salak.

Şanzelize bulvarında Lido bar var,
Dünyanın sayılı eğlence merkezlerinden biri imiş.
Kelle başı yüz Euro.
Biz de baktık pabuç pahalı.
Hiç değilse kızımız gitsin dedik
Onu gönderdik.

Dijital fotonun kartı doldu,
Yeni bir tane almamız lazım ama
Zaman çok sınırlı,
Gecenin bu vaktinde nerede bulacağız derken,
Bir baktık,
Bir tane açık mağaza.
Hemen daldık,
Düşündüğümüz şekilde bir tane aldık.
Bu gibi gezilerde,
Gitmeden yedeklemek lazım,
Orada bulurum düşüncesi, gerçekleşmiyor.
Almaya fırsat dahi olmuyor,
Hanım hariç her şeyin bir yedeği olmalı!


Ertesi günü,
Zabalan çıktık açık alınla Disneyland’e.
Lur müzesiymiş,
Bize gelmez arkadaş,
Bize oyun lazım oyun.
Kültür mü?
Kültür mantarı var,
Kültür balıkları var, daha ne olsun?
Kişi başı 80 Euro.
Sabah gir, gece çık,
İstediğine bin, istediğinden in.
Bir bindiğine, istersen bir daha bin.
Girişte araç başına park parası alınıyor tipine bağlı olarak.
Para parayı çeker,
Çok daha iyi anlıyorsun, Disneyland’te.
Ya da
Kaz gelecek yerden tavuk esirgememek lazım.
İnsanları oyalayacak, her şey düşünülmüş.
Vaktin nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil.
Space Mountain(Uzay Dağı) biniyorsun, altı kişi,
Bir fırlatıyor, pir fırlatıyor…
Tam binecektim,
Hanim dedi ki
Binme, ne olur!
Ben de az maço değilim,
Hemen hanım sözü dinlerim, binmedim!


Her ne kadar desem de
Memlekette hıyar çok,
Ben de bunlardan biriyim,
Bana bir şey olursa,
Bir başka hıyar kaldığı yerden aynen devam eder,
Ama diyor ki
Seninki bir başka!


Disneyland’te paradan para kazanıyorlar,
Diyelim çok tehlikeli bir serüven yaşadınız,
Yüreğiniz ağzınıza geldi,
Ama o anı resimlemek,
Kimin aklına gelir?
Gelse de kim çeker?
Hiç merak etmeyin,
Onlar çeker!
Ve danesi 20 Euro’dan bir güzel satarlar,
Hem de
Çıkışta gözünüzün içine sokarlar.
Gerçi zorlamıyorlar ama
Öyle güzel bir tuzak ki
Almayan pek yok gibi.
Al sana paradan para.
Mesela bizim kızın fotoğraf numarası,
1095 idi.
Onu söyleyince hemen sarıp sarmalayıp veriyorlar,
Hediye paketi şeklinde.
Onlar cin ise biz de onlardan cin.
Ben de kamera ile çok yakından çektim,
Almış kadar olduk.

Fayton,
İsteyene fayton da var.
Çocukluğumuzda ne kadar sık binerdik,
Taksi gibiydi bizim için.
Sonra sosyete olduk, okulları doldurduk,
Seviyeli birliktelikler yaşadık!
Şimdi ise
Nostalji için bile pek kalmadı.
Şimdilerde tekrar başladı ama eskisi gibi değil.
Olsa da çok az.
Bence yollar taş olmalı,
Ve fayton her yerde kullanılmalı,
Ayrı bir zevki var,
Alıyor, götürüyor bir yerlere insanı.
Çocuklarda hayvan sevgisi yaratıyor,
Bir de bayanlar kullanırsa,
Havası bir başka oluyor.

Disneyland’te görevliler bayan,
Yöresel kıyafetleri içinde.
Beyaz ve mavi renkleri ağırlıkta.
Uzun etekler,
Çoğu da öğrenci.
Yarı zamanlı çalışıyor gibiler.
Cemil İpekçi ve
Çok özel arkadaşı Bekir Coşar burada olsa idiler,
Ne tasarımlar yaparlardı ama.
Ah Tuğkaan Erez,
Sen de ne koreograflar yapardın.
Bu kelimeyi (koreograf) bırakın söylemeyi,
Yazarken bile çok zorlanıyorum,
Bir de mesleğim olsa idi
Yanmıştım, yanmış.



Disneyland’te,
Şöyle bir felsefe var;
Dünyaca bilinen kahramanlar,
Pinokyo,
Karayip Korsanları,
Maden dağı,
Pamuk Prenses ve yedi cüceler…
Bir kapıdan gir,
İçerisi kapkaranlık,
Raylı sistem ile oturarak dolaşma,
Özellikle çocukları korkutuyor,
Ses efektleri ürkütücü.
Işık oyunları bunları destekliyor.
Figürler canlı gibi hareket halinde.
Diğer kapıdan çık.
Girişte sırada en az on beş dakika beklemeler de cabası.
Bu bazen daha da artabiliyor.
İsteyen ayrı bir gişeden randevu alıyor.
Akla gelen tüm doğa olayları suni.
Koskoca ağaç dışarıdan canlı gibi.
Ama yapma!
O kadar benzetmişler ki
Yapma, bu kadar da olmaz ki dedirtiyor.
Alan geniş mi geniş uçsuz bucaksız.
Kara tren ile yaklaşık yarım saat sürüyor, çevresi.
Bazı sallanan,
Ya da
Ani hareketle,
Bir yukarı, bir aşağı indiren oyuncaklarda,
Akla kaza olasılığı geliyor.
Ama bu konuda çok sık kontroller yapılıyor,
Ve olayın bilincindeler.
Ellerinden geldiğince,
Her şey Allah’’ tan demek istemiyorlar.

Karayip Korsanlarında,
Gezi sular içinde, kayıkla.

Disneyland’te
Beni asıl etkileyen,
Hadi o kadar geniş araziyi anladım da
Ama bu sistemleri sağlıklı,
Ve devamlı altyapıyı nasıl kurdunuz?
Elektrik kesildi diyelim,
Bunu hissettirmeden devam ettirecek,
Sağlam sistemler olmalı.
Su kesildi diyelim,
Yedek sistemler anında devreye girmeli,
Bir mühendislik harikası diyebiliriz.



Karayip Korsalarında, hazineyi görünce,
Hazine dedikleri,
Demek buymuş dedim.
Hazine olan yerde hazine avcıları olmaz mı?
Bizim Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığımız da inşallah görmüştür.
O an aklımdan devlet malı deniz, yemeyen domuz,
Ye kürküm ye,
Götürmek,
Tüyü bitmemiş yetimler,
Örtülü ödenekler gibi
Saçma sapan şeyler geçti.

Bindik kara trene,
Daldık maden ocağına,
Mini trenle.
Mübarek bir aşağı,
Bir yukarı ama aniden yüreğin ağzında.
Arada bir yan gelip yatmasın mı?
Bazıları kızardı gibime geliyor,
Bu yan gelip yatmalara…
Aldım elime kamerayı baştan sona çektim bu anı.
Herkesin yapacağı iş değil,
Yüreğin ağzında iken,
Elinde kamera,
Valla yan gelip yatma anını bile çektim, trenin.

Bindik vapura,
Anadolu vapuru gibi yandan çarklı değil,
Arkadan çarklı.
Dumanı tutuyor,
Düdüğü ötüyor ama
Çaylar diyen yok!
Bu gördüğünüz ayna,
Yanında da bu tarak diyen duymadım.
Milli Piyango, sayısal satan yok!
Göl suni ama ördekler gerçek!
Hem de yeşilbaşlı gövel ördek!
Müzeyyen Senar’ın yeşilbaşlı ördeğini nasıl çekti canım ama.
Mırıldandım, hemen biraz.
Hani bazıları turşu görünce dayanamaz ya,
Ben de yeşilbaşlı gövel ördeği görünce başlarım,
Yeşilbaşlı gövel ördeğe.
Yanımdakiler, deli mi ne?
Demiş olabilir,
Bu da bizim memleketin çocuğu olma hasreti.

Bir adam iskelede,
Balık tutuyor.
Ama bu da gerçek değil, yapma.
Pamukkale travertenlerine benzeyen bir yer,
Bu da yapma.
Maden Dağı etrafında dolanıyoruz.
Göl de yapma.
Bu arada ‘’yapma’’ dediğinizi duyar gibiyim!





Ürkütücü bir eve girdik,
Her yer karanlık.
Odanın tabanı asansör ama aşağıya gidiyor.
O arada bir bayan takıldı gözüme,
Yıldız avcısı değilim ama
Geleceğini çok parlak gördüm.
Yönetmen olsa idim,
Türk filmlerindeki gibi kartımı çoktan vermiştim.
O nasıl bir ışık ise,
Bende yıldız ışığı var diyor,
Yanında da anası.
Bakıyorum anasına alıyorum kızı!
Anan seni benim için doğurmuş şarkısını mırıldanıyorum,
Elimde olmadan.




Evde,
Cadılar, vampirler,
Vals eşliğinde dans eden çiftler.
Korku müziği,
Cam fanus içinde, bir falcı,
Aşağıya doğru sarkıtılmış,
208 adet kemiği görünen bir iskelet,
Bir adam, şapkalı,
Başını gövdeden ayırıp selam verip duruyor.

Arabasında bir bebek uyuyor,
Mışıl mışıl.
Kemerle iyice bağlanmış,
Tüm saflığı yüzünde,
Samimiyetin canlı bir göstergesi,
Başında babası,
Anası?
Kim bilir nerede?

Tam bu sırada bizim kız,
Yapma da olsa,
Eline bir yılan almaz mı?
Anası da hiç korkmaz!
Sadece bayılır.

İlk yapılan buharlı bir lokomotif var,
Gösterimde,
Bakın diyor,
Ne haldeydim!
Şimdi ne hale geldim?
Arada bir raydan çıksam da,
Eşek gibi çalışırım, kendimi bildim bileli.

Gezmekten hem tabanlarım şişti,
Hem de ağırlık beni maf etti.
Tur müdürü geziye gitmeden önce,
Alın efendim alın,
Ne alırsanız alın,
Yiyecek çok pahalı demişti ya,
Biz de gezmekten yemeğe fırsat bulamadık!
Ya geziyoruz,
Ya da uyuyoruz,
Ne zaman yiyicez?
Tam Disneyland’in göbeğinde mola verdik.
Ben de dedim ki
Bu yiyecekleri yiyelim,
Yoksa ben buradan buraya bir adım atmam!
Yanımızda, misafirler de var Adana’dan, baba-kız,
Ne kadar yersek,
O kadar hafifleyeceğim diye
En çok ben yedim.
Derdi olan ben,
Afiyetle bir güzel yiyen ben.

Bir köprü var, asma,
Oynamadık yeri yok,
Bu da en çok çocukların hoşuna gitmekte.
Üzerinde zıplayıp durmaktalar.

Korsan gemisi de yerinde duruyor,
Bire bir aynı.
Hemen yanı başında Kafe hizmeti var.
Gemici feneri,
Korsan bayrağı,
Yelkenler,
Halatlar…

Bir bina,
Dışarıdan Kremlin Sarayına benziyor,
Oldukça orijinal,
Kiev’de gibi hissediyorsun.

Buralara kadar geldik,
Trene binmeden olur mu?
Sırada yaklaşık on beş dakika bekledikten sonra,
Geldi bizim kara tren.

Disneyland’ta,
Dünyaca meşhur çizgi film kahramanlarının canlıları izleyici ile buluşuyor,
Başta Miki Mouse olmak üzere,
Günün belli saatlerinde.
Özellikle çocuklar çok ilgi gösteriyor.
Taklit eden sanatçılar da,
Hem giyim,
Özellikle sarı pabuçlar,
Hem de davranışları birebir aynı.
Hatta daha sevimli gibi.
Onunla bir resim çektirmek için saatlerce beklemeler…
Her şey sadece o an için.
O da sanki kurulmuş robot gibi
Tekrarlar halinde aynı şeyleri yapıyor,
Ama çok başarılı,
Hayat sadece içki ve seksten ibaret değil deyip
Bir ara gidip öpesim geldi.

Tam bu sırada bereket yağmaya başlamasın mı?
Bereket demek;
Şemsiye ve yağmurluk demek,
Özellikle sarı renkli yağmurluklar,
Elbise üzerine geçiriliyor.
Yöre halkı o kadar alışkın ki
Hemen o konuma geçiyorlar,
Ve hiç umurlarında değil, yağmur.
Bu arada biz de güneşimizin değerini bilelim,
Varın çaresi var da
Yokun yok.
Maalesef onlarda güneş yok,
Ha var,
Ha yok gibi.

Disneyland’te olacaksın,
Yağmur yağacak,
Ne olacak?
Hiç bir şey olmayacak!
Kimse durmuyor,
Herkes sağa sola koşturuyor…

Bizde bazen yağmur duası olur ya
Bunlarda ise tam tersi olabilir.
Aman Allah’ım,
Ne olur bu gün yağmasın!

Bir mağazaya girdik,
Bir tane elbise tipli cırtlak sarı renk yağmurluk,
Sekiz Euro.

Neye binelim,
Neye binelim derken,
Karşımıza Pamuk Prenses ve yedi cüceler çıktı,
O da aynı felsefe,
Bin mini trene,
Gir karanlık bir yere,
Müzik eşliğinde yolculuk boyunca,
Sağlı sollu,
Karşına çıkıyorlar,
Hem de hareket halinde.



Lüksemburg’dayız!
İsviçre’de çok hoşuma gitti ama
Lüksemburg’un şöyle bir artısı var;
Çok küçük!
Boyu değil işlevi önemli!
Mini mini.
Sanki mini Cooper üretim merkezi.
Ama
Kişi başı gelir seviyesi bir o kadar yüksek!
Nerdeyse hepsi eğitimli ve kültürlü,
Her şeyden önemlisi göç almıyor,
Gelirse de kalifiye kişiler…
İsviçre’de göçün olumsuz yansılamaları başlamış.
Deseniz ki bana nereye gidelim,
Hiç düşünmeden, Lüksemburg derim.
Tam kafa dinleme yeri.
Islık bile çalan yok!
Sessiz,
Sakin,
Ve huzurlu.
Temiz mi temiz.
Hani nerde çokluk orda kokoreç!

Vadinin içine bir evler,
Binalar yapmışlar,
Her biri derebeylik.
UNESCO tarafından koruma altına alınmış,
Bu yer,
Kültür mirası,
Biz ise maalesef barajların altına gömmeye başladık!
Çevresi yeşil mi yeşil,
Sanki sera,
Sanki orman,
Ya da
Çok büyük bir park,
Tarihi yer ile yeşili,
O kadar güzel uyumlu hale getirmişler ki
İnşan bakmaya doyamıyor…
Ressam olsan,
Kesin çizmeye başlarsın.

Lüksemburg çok temiz.
Bu da bir kültür seviyesinin bir göstergesi.
Kirletmiyorlar ki
Pis olsun.
Diyebilirsiniz ki
Amma da yabancı aşığısın!
Asla!
Elimden geldiğince doğruya doğrucuyum.
Bizim ülkemiz cennet ama
Maalesef bu cennet yavaş yavaş özelliğini yitiriyor.
İşte insan buna üzülüyor…


Rehberimiz kaybolmayalım diye
Elinde bölük flamasına benzer bir işaret çubuğunun uçuna geçirilmiş kırmızı bir kurdele ile
En başta,
Bizler de peşinde.
Yıldırım yaratan bir ırkın ahfadıyız nidaları ile
Yaban ellerde kaybolmak yaman olur,
Sürüden ayrılanı kurt kapar.



Lüksemburg’ta yollar taştan,
Biz de ise
Sadece Adana’nın yolları.
O da türkü de kaldı.

Ailelerin elinde bir köpek ile
Gezmeleri moda.
Yakında köpeksiz gezmeyen kalmaz gibi.

Temizlik işlerinde çalışanlar,
Sanki yer yarılmış,
Ortada görünmüyorlar.
Ama her yer pırıl pırıl.

Turizm ofisine bir cihaz koymuşlar,
Telefon cihazına benzer,
Jeton atıyorsun,
Sana bir harita veriyor, şehrin.
Fena fikir değil.

Mağazalar son derece şık,
Ve dünya markaları burada.
Kafeler inanılmaz kalabalık ama çok temiz,
İnşanlar sessiz ve sakin oturmakta,
Sohbet halindeler...

Caddelerde, sokak lambalarının hemen altında,
Canlı rengârenk çiçekler...

Karşımıza modern bir dilenci çıkıyor,
Dilenci denirse.
Müzik kutusu,
Manken bir baterist,
Kendisi de akerdiyon çalıyor,
İsteyen para atıyor.

Kızımız tutturdu,
Ben bir pantolon bakıcam,
Kızım, bizim memlekette,
Çok daha iyileri var dedik ise de
Birkaç mağaza dolaştık,
Allah’tan beğenemedi.
Tekstilde üzerimize yok, altımıza var!
Hem kalite,
Hem de çok ucuz.

Göbek açma modası çok yaygın,
Kırkpınar’dan yayılmış olmasın?
Açılacak göbek var,
Açılmayacak göbek var!
Ama bazıları ille ben de açıcam diyor,
Benim neyim eksik?
Herkes açıyor,
Ben niye açmıyorum?



Girdik bir labirente,
Dön Allah dön,
Diyelim kayboldun,
Ne olur?
Hiç bir şey olmaz.
Sadece saatlerce,
Salak salak dolaşmış olursun.
Ama bu labirent doğal,
Her yer yeşil ve doğal bitkiler ile süslenmiş.
Aralarına maketten çeşitli figürler konmuş.
Mesela elinde baltası olan adam,
Arada bir kalkıyor,
Sizi kesecekmiş gibi davranıp, duruyor...

Kızımız dedi ki
Atlıkarınca.
Bu beni aldı götürdü yıllar öncesine…
Atlıkarınca dönüyor, dönüyor…
Yaklaşık yarım saat bekledi, sıra.
Biz de çevreyi seyreyledik.
Bu atlıkarınca fillerden oluşuyor,
Altında su birikintisi,
Alçalıp yükselmesini kişi kendisi ayarlıyor.
Görevli kızlar,
İşlerini son derece ciddi yapıyorlar,
Hem disiplin,
Hem de kaza belayı önlemiş oluyorlar.
Kıyafetleri de çok şirin.
Sırada beklerken,
Kızımız bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama
Bizim medya gibi
Dudak okuma yeteneğimiz olmadığı için
Açıkçası anlayamadık,
O da kör talihine küstü.
Atlıkarınca son ziyaret yerimiz oldu.
Biraz maceralı yolculuktan sonra,
Otobüse ulaştık.
O kadar geniş bir alan ki
Kaybolmamak elde değil.
Elbette bulursunuz ama zaman çok önemli,
En fazla on dakika beklenir,
Sonra, taksi ya da metro,
Taksi pahalı,
Metro da ilk kez biniyorsanız,
Bu sefer,
İkinci kez kaybolabilirsiniz.

Akşam yorgun argın otele döndük.
Mercure oteller zinciri,
Bu işi yıllardır yaptıkları belli.
Hemen yanında bir bakkal,
Ekmek almaya gittim,
Meyve ve sebzeler dikkatimi çekti,
Bu yönden bizler oldukça şanslıyız.
Oralarda tane hesabı,
Bizde ise seç beğen al.
Bazı yerlerde çaktırmadan çürük atsalar da
Yatalım kalkalım halimize dua edelim.





Lüksemburg’ta,
Pastane, kafe karışımı bir yerde mola verdik.
Son derece temiz ve lüks ama
Fiyatlar da bir o kadar ucuz.
Biz de bu gibi yerler,
Ucuz olamaz,
Hatta bir güzel kazıklama yeridir.
Oralarda da serbest piyasa ekonomisi var ama
İnsaf ta var.
Kurallar belirlenmiş.
Mesela kahve 1.90 Euro,
Kapiçino 2.30 Euro.

Lüksemburg’ta bayan ve erkeklerde takım elbise dolaşan çok.
Kafenin tuvaletini gezdim,
Bal dök yala.
Lüksemburg bayrak renkleri Fransızlar ile aynı,
Yer ve tasarımı değişik,
Kırmızı, beyaz ve mavi.

Gözüme tezgâhta Napolyon kirazı ilişiyor,
Kilosu 18.50 Euro,
Oldukça pahalı.
Muhtemelen bizden gitmiş olabilir.
Şeftali 4.90 Euro,
Kavun,3.90 Euro,
Domates 6.70 Euro,
Kısacası ucuz değil.

Taksici olmanın birinci şartı;
Mercedes araba.
Bizde ise uzun süre TOFAŞ’tı,
Ama son zamanlarda lüks markalar taksi olmaya başladı.
Taksici,
Yakıtı ekonomik,
Yedek parçası ucuz,
Bakımı kolay araba ister.

Lüksemburg’ta,
Tarihi evlerin yer aldığı vadinin karşısında,
Bir vadi daha var,
Doğa harikası,
Parkçılığın en güzel örneklerinden birisi,
Sanki
Benim için bak, yeşil yeşil şarkısı burada bestelenmiş.
Yeşilin hemen arkasındaki tepede devasa bir bina,
Kulesi ve üzerindeki saati ile dikkat çekiyor.

Casino yazısı dikkatimi çekiyor,
Demek ki kumar serbest.
Bir aralar bizde de serbestti,
Hemen suyu çıktı..
Ne canlar yandı,
Bu pisliğe karışmayan pek kalmadı,
Şimdilerde sözde yasak,
Akşam olur gizli gizli ağlarım gibi aynen devam.
Bu konuda doğruyu bulamadık,
Bir türlü.





Eskiden sınırlar vardı Avrupa’da,
Her ülke,
Önce hoş geldin derdi,
Şimdi ise
Fark bile edemiyorsun,
Plakalar olmasa,
Hiç anlayacağınız yok.
Bir baktık,
Plakaların altında bir harfi var,
Yani Lüksemburg.
Lüksemburg’a girişte dağın üzerinde,
Bir tane verici kulesi var,
Mübarek Küçük Eiffel.
Ulusal kütüphane karşısında taşlar konmuş,
Oturmak üzere,
Aklıma yaşa, başa, taşa oturma sözü geldi,
Birden bire.
Ama oturanlar çok!
Bir katedral gezdik,
Mumlar yanıyor ışıl ışıl,
Bu mum yakılma işini,
Mum fabrikası olan biri çıkarmış olmasın, sakın?
Fena para yok gibi geldi, bana.

Ne zaman günah çıkarma yeri görsem,
Aklıma şu fıkra gelir;
Zina yapmayın demiş, aziz peder.
Yaparsanız yer gök inler, demiş.
Vaazdan sonra yanına,
Bir lolita gelmiş,
Demiş ki
Ama peder, görünce dayanamıyorum…
Bunu duyan aziz peder,
Birden erkek olduğunu anlamış ve kıza resmen sulanmış.
Kızın da kafası karışmış,
Muhtemelen hocanın dediğini yapıcan, yaptığını yapmıycan,
Bunu bilmiyor olsa gerek.
Ama peder,
Az önce ne diyordunuz?
Şimdi aynı şeyi siz de yapıyorsunuz deyince,
Aziz peder demiş ki
Bak kızım,
Dediğim doğru.
Zina yapınca yer gök inler ve titrer ,,
Ama işi erbabı yapınca,
Yorgan bile titremez! Demiş.
Basit ama hayata dair çok şey anlatıyor.

İsa’nın çamaşıra asıldığı yer yok gibi
Her yerde o resim.
Nasıl yaptılarsa,
O yıllarda,
Çamaşır gibi aşmışlar.

Şu bizim Efes’te bulunan anamız Meryem’in resimleri,
İsa ile her yerde.
Meryem Ana mabedine(Efes’teki) çok iyi bakmamız lazım,
Ancak geçenlerde az kalsın yanıyordu,
Bir orman yangınında.
Orası var oldukça çok turist gelir, daha.
Onların mabedine girerken, ayakkabı çıkarılmıyor bizdeki gibi.
Ama binalar son derece bakımlı ve temiz.
Yapıları da Mimar Sinan eserleri gibi görkemli.
Görevlilerin en çok üzerinde durduğu konu;
Sessizlik.

Adına ister Duke,
İster kral, ne derseniz deyin,
Koca sarayda bir muhafız var!
O da arka tarafta.
Muhtemelen Aziz Nesin’i okumuş olmalı.
Aziz Nesin’e koruma vermişler,
Rahmetli şöyle demiş;
Beni korumadan kim koruyacak?
Zaten
Kabadayıları öldüren, korumaları değil midir?



Koruma, moruma yok!
Ne kadar güvenli bir yer.
Bizde aman Allah’ım,
O ne koruma!
O ne gösteriş öyle.

En güzel tarihi binalar,
Genelde belediye binası.
Yakında saraylara taşınırsa, bizim belediyeler şaşmayalım!

Burada yollar parke taş,
Ama alt yapı sorunu yok,
Bizde ise altyapı sorunu olmayan;
Dansözler!
Altyapı bozuldu mu sahne alamaz, para kazanamazlar.
Yani
Kapitalizm.
İşin ilginci;
Milletin gözü önünde kıvırır,
Halkı son derece mutlu eder,
Üstüne gönüllü vergi bile toplarlar!
Biz ise
Hititlerden bu yana çamuru severiz be, arkadaş!
Şimdi Avanos’ta çamurdan yapılanlar ne?
Sanat eseri!
Hem de çamur atmayı çok severiz!
Öyle her yer güllük gülistanlık olursa,
Dürter bizi bu, durum,
Bir sorun çıkartırız en kısa zamanda.

Yolda bir çalışma vardı,
Minik bir kepçe,
İki çalışan.
Ama o kadar güveniyorlar ki, halkına,
Çok fazla güvenlik önlemi yoktu,
Nasılsa olmaz bizde kaza gibi bir şey havasındaydılar.

Lüksemburg’ta,
Bir kafe üzerine yazmışlar;
Kafe Paris
Kendinizi Paris’te hissettik, birden.

Motosiklet bisiklet park yerleri de
İşaretlenmiş asfalta.
Ne ince bir düşünce.


Lüksemburg’ta şehrin göbeğinde,
Mini bir tren var ama etekleri mini değil!
Şehir turu yapıyor,
Fark ettik etmesine de
Otobüsün hareket saati geldi,
Kaçırdık bu fırsatı.

Vadide tarihi bir köprü var,
Mükemmel uyum sağlamış, vadi ile
Bir tane de yeni köprü yapmışlar,
Tarihi olanın yanında pek tadı yok.
Ama
Ne varsa eskilerde var der gibi bir hali var.

Uzaktan bakınca,
Miktarı epey fazla dev vinçler,
Birbiri peşi sıra görülmekte,
Yeni dev binalar yapıldığına işaret,
Lüksemburg bu hali ile
Daha çok ekonomik kurumu bünyesinde bulundurur.

Vadiye doğru baktık,
Az önce binemediğimiz mini tren dolanmakta.
Bu sefer olmadı,
İnşallah bir dahaki sefere.


Süremiz bitti,
Çıktık yola, Alamanya’ya...
Yolda rüzgâr santralleri,
Miktarı epeyce fazla.
Bir kısmı durmuş,
Rüzgâr yok.
Rüzgâr olmadığı zaman,
Karşıdan dev klimalar esse, nasıl olur, Zihni Sinir?

Rüzgâr santrallerinin her biri sanki yere inmiş,
Kalkışa hazır pervaneli uçak gibiler.
Uçmaya çabalayıp duruyorlar,
Sanki yerinde say komutu verilmiş asker gibiler.


Yolun her iki yanı,
Yeşil mi yeşil ağaçlarla kaplı.
İnsan baktıkça içi açılıyor.
Yolumuz Köln yolu,
Otel Radisson SAS,
Bir gece kalınacak.


Köln’de yol çalışması var.
Var ama ağaç köklerini sarmış sarmalamışlar.
Ya kurursa diye gözleri gibi bakıyorlar.

Akşam alaca karanlık başlangıcında,
Köln Radisson SAS Oteline yerleştik.
Adamlar bu otelcilik işini biliyor.
Personel eğitimli mi eğitimli.
Tam anlamıyla profesyonel.
Odalarda bedava internet bağlantısı da var.
Tuvalet ve banyo tertemiz,
Tasarımları kendine özgü.

Gelelim buzdolabı felsefesine;
Kapağı açtığında tehlike başlıyor,
Bir şeyi içmesen de
Şöyle yerinden bir kıpırdattın mı?
Hemen hesaba yazıyor.
Ondan sonra ayıkla pirincin taşını.
Efendim ben içmedim de.
Anlat anlat heyecanlı oluyor, diyorlar.
Kısacası içeceksiniz, adam gibi için,
İçmeyecekseniz buzdolabına sakın dokunmayın!

Odaya girişler artık elektronik kartlı.
Yazılım müsaadesi verilmiş ise giriş var.
Yoksa kıvranır durursunuz.
Birkaç tane veriyorlar
Diyelim geri vermeyi unuttunuz,
Hiç önemli değil!
Zaten sistem oda çıkışı ile kendini sıfırlıyor.

Duş alma yerlerinin yarısı açık,
Yarısı kapalı.
Tam çözemedik ama vardır, bir nedeni.
Diyelim, duş alırken fenalaştınız,
Alarm butonları hemen el altında.
Mini şampuanlar, çeşit çeşit,
Seç beğen al.
Duş çeşmeleri çok şık.
Ve tasarımları hem güzel hem de kullanışlı.
Oldukça da, sağlam
Rezervuarı çekince föşşşşş diye bir şeş çıkıyor,
Su son derece tazyikli.

Bir priz arızası gördüm.
Şimdi söylerim,
Şimdi söylerim derken unuttum gitti.
Ama buraya yazmak nasip oldu,
Umarım okumuşlardır!




Her ne kadar kamera tasarımlarında kendi kendini çekmek,
Menüleri olsa da
Bunun en pratik yolu,
Aynadan kendinizi çekmeniz.

Otelin hemen girişine,
Reklâm maksatlı,
Yeni model bir Mercedes koymuşlar.
Taksileri ise söylemeye gerek yok!
Odalarda Mercedes katalogu,
Sanki bakın bunları biz üretiyoruz,
Ya da
Buralara kadar gelmişken,
Bunlardan bir tane alın,
Götürün der gibiler.
Üstelik
Sudan ucuz kadar da ucuzlar.
Bizde şu vergi olayı olmasa,
Ne arabalar, girer güzel memlekete,
Ama ne arabalar...

Dediler ki
Şehir merkezine gidelim,
Neyle?
Metro ile
Ama nasıl?
Rehberimiz dedi ki
Beni seven peşimden gelsin,
Atar atmaz valizleri odaya,
Hemen kaçtık dışarı,
Bindik metroya ama
Para atıncaya kadar indik,
Kazara yakalansa idik,
Çok ağır cezalar alacaktık,
Allah yardım etti!

İndik Köln şehir merkezine,
Üçte biri Türk.
Kendini Türkiye de gibi hissediyorsun.
Tiplerinden,
Kıyafetlerinden,
Davranışlarından bizimkiler hemen belli oluyor.
Dükkânlar desen, besbelli.

Yolda yere dört heavy metalci oturmuş,
Sere serpe,
Orhan Veli’nin dediği gibi
Böyle de yatılmaz ki
Ama dünya umurlarında değil.




Cadde ve sokak temizliği başlamış,
Belediye çalışanlarınca,
Çoğu da
Bizden gibi.
Çalışmak ayıp değil ama
Çoğunluk,
Altta kalanın canı çıksın mesleklerinde çalışıyor gibi.
Ne de olsa, işin ucunda,
Son model bir Mercedes ile memlekete gelmek var,
Kim bilecek buralarda ne kokoreçler yeniyor?

Dükkânlar açıl susam açıl,
Kapan susam kapan şeklinde,
Ne bir dakika önce,
Ne de sonra.
Hem çalışan hakları,
Hem de haksız rekabet.
Vaktinden önce açmayı kimse yemiyor,
Yerse cezası çok büyük.

Güvercinler,
Ah barış elçileri,
Dünyanın neresinde olursanız olun,
Size kimse kıyamaz.
Siz de yem peşinde.
Tıpkı
Siyasilerin peşinde koşan fanatikleri gibi
Nerde yem,
Orada kalabalık!

Döner kebap yazıyor, dükkân tepesinde,
Kocaman yazılarla.
Demek ki bizden diyoruz ve hemen ilk iş;
Türkçe konuşmak,
Tuvalet ihtiyacını söylemek.

Dom Kilisesi dünyanın en büyüklerinden,
Gerçekten devasa.
Şöyle başını kaldırmadan,
Göğe doğru bakmadıkça tam anlamıyla görülmüyor.
Yapımı asırlar sürmüş,
Dış cephe yangından çıkmış gibi isli.
Temizleme ve parlatma çalışmaları devam etmekte.
Bir çimento fabrikası kadar beton yemiştir, her halde.

Dom Kilisesinin tam karşısında,
Dom Hotel.
Don olacak değildi ya.
Elbette Doma dom.
Onların Dom Kilisesi varsa,
Bizim de dom dom kurşunu türkümüz var.



Dom Kilisesi olur da
Geniş bir meydanı olmaz mı?
Ve burada kayan gençler.
Aman Allah’ım,
Ne numaralar,
Ne numaralar...
Sanki meydan değil de sirkteyiz.
Tehlikelinin bini bin para.
Ha düştü ha düşecekler derken,
Yüreğimiz ağzımıza med cezirledi.

Almanya olur da
Bira olmaz mı?
Heneiken birası,
Oturduk bir kafeye,
İki tek attık,
Tadı gerçekten mükemmel.
Almanların bu kadar çok içmelerinin nedeni;
Geniş bir çevreleri olmaları,
Yani göbekleri.

Hava karardı,
Sıra geldi Hotele dönmeye,
Metro ile gitsek epey zor olacak,
Taksi de, aman pahalı canım pahalı,
Hadi dedim bir sorayım kaça gider?
Hem de bahane ile Mercedes’e binmiş oluruz.
Taksici dedi ki
Sekiz Euro’yu geçmez,
Dedim ki
Başka Radisson SAS var mı?
Yok dedi,
Ne olur ne olmaz,
Birkaç tane vardır, anlaşamayız gezdirir, durur,
Bizim taksicilerimiz böyle bir şey yapar mı?
Asla!
Doğal olarak çok yazar.
Mesela
Dorint Sofitel otelinden dört tane var dedi.

Otelin hemen çıkışında minik bir şelale var,
Para sesi,
Su sesi,
Bayan sesi.
Abdest almaya çok müsait, şelale.

Otelde sabah kahvaltısı yaptık,
Ne yersen ye
İstersen tıka basa ye.
Görevliye dedim ki
Kuş sütü var mı?
Çocuğun kafası karıştı,
Yok diyemedi,
Hayır, da diyemedi.
Dedim ki
Kardeşim bizim oralarda böyle bir deyim var,
Yani çok güzel,
Nerdeyse her şey var kahvaltıda.




Almanlar dönere alışmış,
Bir de kokorece alışırlarsa,
O zaman poku yediler!

Ziraat bankası, şekerbank görüyoruz,
Köln caddelerinde.

Allah günahlarımızı affetsin!
Dom Kilisesi içini gezicez.
Tam kapıda biri duruyor,
Kendi kendine dua edip duruyor,
Ama öyle bakışları var ki
Hafiften,
Ben sıyrığım der gibi.

Ekip Dom kilisesinden çıktı,
Caddede geziyor ama açık bir dükkân yok!
Bayanlar da aç kurtlar gibiler, maşallah!
Saldırmaya hazırlar,
Derken bir tane bulduk,
Dükkân sahipleri de şaşırdı.
Tatmin olmanın bir şekli de
Alışveriş.

Cadde ortasına,
Bizim bildiğimiz Türk tipi bir manav kurulmuş,
Muhtemelen bizden geçmiş, Alamanlara.

Cadde parke taştan yapılmış,
Logar kapakları çıkıntı şeklinde değil,
Belli bile olmuyor.

Bisiklet çok yaygın Alamanlarda,
Kültür haline gelmiş.
Biz de apartmana bir bisiklet park yeri yaptırdık,
Apartman sakinlerinden biri demesin mi?
Niye yaptırdınız?
Ben bunun parasını vermeyeceğim!
Şimdi gel de anlat,
Avrupa’da herkes bisiklete biniyor,
Sen de bin!

Almanlar ana yolları,
Yeşil ile öyle sarıp sarmalamışlar ki
Sanki cennet bahçesinde yol alıyorsunuz.

Elin memleketinde,
Yabancı dilini bilmezsen işin çok zor.
Otoyoldan çıkış manası,
Sanki bir şehir ismi gibi geliyor,
İnsana.

Yolda çekim yaparken,
İsim ve yol levhalarını çekin ki
Hatırlaması kolay olur,
Yoksa çok zor hatırlar,
Karıştırır durursunuz, çekimlerinizi.




Yolda giderken bir bakıyorsunuz,
Memleketten gelen bir TIR,
Emin adımlarla ilerliyor, hedefe doğru.
Buram buram memleket havası kokuyor,
Birkaç gündür buradayız ama şimdiden özledik,
Nasıl özlenmez?
Şalgam, turşu, kokoreç, iskender, bazlama, çiğ köfte, içli köfte, kelle paça, işkembe,
Nasıl özlenmez?
Şöyle sarımsaklı, sirkeli,
Orhan abi, Ferdi’nin acılı ve yanık sesi,
Müslüm’ün ayakta zor duran halleri,
Mustafa Keser’den gözleri fettan güzel,
İbo’dan dam üstünde un eler…

İçimiz dışımız çan sesi oldu,
Ah nerdesin be
O güzelim ezan sesi?
Ama
Kaliteli bir ses düzeni,
İyi ayarlanmış bir ses ayarı,
Ve de kadife sesli bir müezzin eşliğinde!

Yüksek hat telleri,
Helikopter çarpmasın diye toplar konmuş,
Bir güzel işaretlenmiş,
Geçenlerde biz de bir helikopter düştü,
Birçok askerimiz şehit oldu, pisipisine.
Hemen akabinde,
Biz yazımızı yazmıştık!
Ve ardından toplar hemen kondu!
Gidenler geri gelir mi?

Yol çalışması var,
Buradan gidin işareti,
Hem ışıklı, hem de ışıksız,
Görmeyene kör denir!

Brüksel’e geldik,
Gelir gelmez de dokuz top anıtına uğradık,
Rehberimiz dedi ki
Bu anıt, demir atomunun,
Bilmem kaç kere büyütülmüş şekli.
Yaklaşık yüz metre üzerinde, dev bir anıt.
Bende dedim ki
Değerli rehberim,
Bu anıt bir erkeğin dokuz doğurma hali olmasın?
Çünkü
Anıtta dokuz adet büyük top var,
Aklıma o an top on listesi gelmedi değil?
Fatih Ürek, Aydın, Doktor Bilal geçti gözümün önünden.







Kimine göre,
Demir atomu,
Bana göre dokuz doğuran,
Bir baba heykelini geride bırakarak,
Otobüsümüz ile devam ettik, yola...

Yolda gördüğümüz tarihe eserler,
Bakıma alınmış,
Bizde ise bu durum biraz sıkıntılı,
O zamanki Bakanımız, gece demiyor, gündüz demiyor,
Çok çalışıyor olmalı ki
Uykusuz kalıyor,
Yakaladığı ilk fırsatta,
Gözlerini dinlendiriyor!

Alt ve üst geçitler oldukça yaygın,
Ankara’dan mı örnek aldılar acaba?
Genelde alttan alanlar, altı,
Üstten alanlar da üstü tercih ediyor,
Zevk meselesi
Karışamayız ki.

İki katlı otobüslerde,
Maalesef asansör göremedik!
Biz yaparsak bunu,
Sollamış oluruz, onları.
Hem de
Her zaman yaşlı ve engellileri düşünmek lazım.


World Trade Center binasını görüyoruz, Brüksel’de.
Yani dünya ticaret merkezi.
Adı üzerinde.
Bizde en iyi yer Kayseri olur, bu konuda.
Neden mi?
Asur’dan gelen ticaret kolonileri MÖ 1900’lerde nereye gelmişler?
Kayseri!
Ne kurmuşlar?
Karum diye adlandırılan ticaret merkezleri.
Gerçi şu sıralar,
Her şeyi İstanbul’a taşıma modası var.
Yakında
Anıtkabir’e de sıra gelirse?

Demir atomu toplarından sonra,
Yine yolun ortasına birçok top koymuşlar,
Demir direkler üzerinde duran.
Ama bu toplar küçük!
Ne kadar da seviyorlar, şu topları?
Her yer top kaynıyor.
Toptan geçilmiyor…
Orada aklıma toptan geldi,
Perakende ve toptan.


Bir reklâm görüyoruz,
Dört çarpı dört, araç,
Yaklaşık 24 bin Euro.
Vergisi minimum!
Bize gelince,
Bindir Allah bindir.
Zaten şu arabayı ve yakıtı icat eden olmasa,
Ne yapardı devletimiz?
Allah bin kere razı olsun, bulandan.
Sadece araba ve yan ürünlerinden alınsa,
Hükümet tıkır tıkır, işler.

Yollar gerçekten yola benziyor,
Yolsuzluk yok, yani.
Çukurlar yok, Çukurca’da,
Su birikintileri yok, göllerde,
Tümsekler bulunmuyor, Ağrı’da,
İşaretlemeler tam yapılmış,
İkaz lambaları çalışıyor,
Daha nasıl olsun?
Orta yolu taksi ve otobüs diye bölmüşler,
Üzerine de yazmışlar,
Kimse de girmiyor, o şeride.

Karşıdan karşıya geçmelerde yaya birinci öncelikte.
Bizde bu öncelik motordadır, motorda.
Sebebi;
Yakıt çok pahalı!
Bekle kardeşim,
Biraz bekle,
Ne yapacaksın, erken gidip.

Brüksel’de de bir Zafer Tak’ı görüyoruz,
Paris’teki gibi.
Askeri bir müze gezicez,
Sanki askerler,
Tüm bu savaşları,
Bu askeri müze için yapmışlar?
İğneden ipliğe,
Askerlik ile akla ne gelirse,
Gez gez bitmiyor…
İnsan neye bakacağına şaşıyor,
Özellikle zırhlı elbiseler, görmeye değer.
Cemil İpekçi ve çok özel arkadaşı Bekir Coşar görmesinler!

Bir elbise dikerlerse, yandı millet!
Her yeri zırh kaplı.
Adım atması bile çok zor.
Kendini tank gibi hisseder,
Darbe yapmaya kalkarsın, valla!



Topları görüyoruz, dizi dizi yan yana,
Ramazanda ne patlatılırdı ama!

Askeri tablolarda, komutanlar, savaşlar,
Askerliğe ve savaşa ait her şey.

Bir bisiklet görüyoruz,
Sanki yapılan ilk modellerden.

Askeri üniformalar,
Tip tip çeşit çeşit…

Tavanda bir askeri uçak,
İlk yapılan modellerden,
Uçuyormuş gibi.
İnsan tatmin olurken de böyle mi uçar?

Top olur da obüs olmaz mı?
Hem de kundağı motorlu tiplerden.

Topçu mühimmatları, uçları yukarıda,
Kazıklı Voyvoda gibi.
Askeri bando,
Boru ve trampet malzemeleri.
Uçaksavarlar,
Şimdi sinek bile savamaz halde
Köşede,
Ferdi Tayfur gibi
Boynu bükükler…
Taretli toplar,
Yağmur çamur demeden,
Bata çıka hedefe giderler.

Şimdi bize komik gelen,
Bu savaş malzemeleri,
O yıllarda kim bilir ne kadar etkili idi?
Hani siz beni gençliğimde görecektiniz ihtiyar delikanlılar gibi!
Şimdi modern harp ve araç malzemelerinin ana iskeleti onlar değil mi?

Bir topun arkasına,
İki asker, manken,
Her an ateşleyecekler gibi.




Dışarıda, avluda,
Siyasilerin en sevmedikleri, vasıta.
Tank modelleri,
İlk yapılandan, son yapılana.





Ne kadar kılıç varsa,
Hepsini toplamışlar,
Güzel bir daire oluşturmuşlar,
Hâlbuki ben,
Gelin ve damadın arasından geçtiği,
Kılıçları severim.
Spor olarak ta eskrim.

Zırhlar koruyordu elbet,
Ölümden.
Ama o ne ağırlık öyle!
Ölmek ya da ölmemek dedirtir gibi.
Giysen bir dert,
Giymesen, ölüm.
Acaba Hamlet o meşhur sözünü,
Bu giysiler içinde iken
Söylemiş olmasın?
Bu zırhlardan banka muhafızlarına giydirsek,
Bir kişi bulamayız, çalışacak,
Batsın parası da pulu da
Der mi, der.

Eskilerin tabiri ile mavzerler.
Çakaralmazlar,
Ne canlar aldınız, kim bilir?
Tetiği siz çekmediniz ama
Gitti çanlar.

Tam bu sırada,
Muhtemelen ilkokul öğrencileri gelmiş,
Askeri müzeyi gezmeye.
Sere serpe oturmuşlar yere,
Dünya umurlarında değil.
Cıvıl cıvıl ötüşüyorlar,
Savaş ta neymiş onlar için?

Zırh seni korusa,
Atın ne olacak?
At ile savaşçı birbirinden ayrılamaz.
Ata da, değişik zırhlar yapılmış,
At ölürse, savaşçı da ölür, der gibi.
Demirel’in gıratına ne giderdi ama
Bu zırhlar.
Darbelere dayanıklı, olsa gerek!

Leopold bir, iki, üç,
Bizim de Dördüncü Muradımız var ama.
Heykellerini görünce anlıyoruz ki
Bu isimler önemli Belçika tarihinde.

İflas edene top attı derler.
Demek ki her top, iflas üstüne iflas yaşıyor.



Askeri müze tam karşısında,
Bir baktık,
Otomobil fuarı.
Gözlerim ordinaryüs otomobil profesörü Hakan Çelik’i aramadı değil!
Ancak buradaki otomobiller,
İlk çıkanlar,
Klasik,
Nostaljik.
Tam Koç’a göre.

Otobüs ile caddede ilerlerken,
Kalabalık bir topluluk gördük.
İsrail’in Filistin’i işgalini protesto ediyorlardı,
Polis göremedik,
Bizde ise
Bir göstericiye beş polis!
Eskiden asker devleti diyorlardı, yabancılar,
Şimdi polis!
Bağırıp çağırıyorlardı,
Ellerinde pankartlar…

Yel değirmene karşı savaş açan,
Donkişot heykeli önündeyiz, Brüksel’de.
Yanında Şanso Panço,
Canlıyı öldürmektense,
Hiç te fena fikir değil, aslında.


Açık havada, meydanda,
Küçük bir manav tezgâhı,
Kâse kâse çilekler,
Bir kâse üç Euro, iki tane alırsan beş Euro.
Napolyon kirazı yarım kilosu, beş Euro.
Bir kilo alırsan sekiz Euro.
Kayısı 4.95 Euro.

Yatalım kalkalım,
Memlekette sebze ve meyve ucuz,
Hemi de çok lezzetli.
Çeşidi bol.
Tane değil kilo kilo alabilirsin,
Cennette yaşıyoruz ama farkında mıyız acaba?
Taktık bir rejime,
Sözde
Hep beraber, zayıflıyoruz,
Bırakın kardeşim rejimi,
Rahat bırakın,
Rejim dengeye gelir bir şekilde,
En iyi rejim demokrasi olmakla birlikte,
Bazıları sadece hıyar yemenin,
Fena bir taktik olmadığını söylemekte.



Brüksel’de bir sokaktan geçiyoruz,
Lokantalar, dizi dizi.
Her birinin dışarıda birkaç masası var.
Her biri ayrı bir şekilde,
Farklı bir estetikle düzenlenmiş.

Gençler taştan yapılmış ana meydan üzerine serpilmişler,
Dünya umurlarında değil,
Önlerinde birer şişe bira,
Oh ne güzel dünya!

Gerçekten de Brüksel çok tarihi bir yer,
Sanki yerden tarih fışkırıyor.
Tarihi olmayan bina yok gibi.
Mevcutlar da öyle şatafatlı ki

Ana meydan göbeğinde canlı çiçek satan,
Bir açık mağaza diyelim,
Yanında açık havada,
Resim satan bir minik mağaza.

Yol kenarında,
Akıllı birisi,
Van Gogh
Heykeli yanında,
Kendisi tıpkı O’nun gibi giyinmiş,
İsteyenle resim çektiriyor,
Çaktırmadan iki Euro cebe atıyor,
Oturduğu yerden para kazanmak derler ya.
Adam hanımın elini tuttu,
Celtinmence öptü,
Kısa ve mini bir vals dans yaptırdı,
Kaşla göz arasında parasını kaptı.

Geldik işeyen çocuk anıtı önüne.
Minik birisi.
Sürekli işer gibi.
Pipiden su akıyor,
Onu görmeden olmazmış!
Ne de meraklı insanlar pipi görmeye!
O an aklıma;
Stelyo Pipis geldi.
Hani şu Mehmet Ali’nin, yardımcısı.
İğne atsan yere düşmez.


Belçika’nın elmalı pastaları meşhur,
Yemeden olmazmış,
Biz de bir tane aldık afiyetle yedik,
Lezzet kadar ilginç tasarımları da oldukça dikkat çekici.
Bu arada askerliğim aklıma geldi;
Az dikkat çekmemiştim, komutanlara…
Dikkat!
Komutan sağda.

Girdik hediyelik eşya satan bir mağazaya,
En çok teşhir edilen,
İşeyen çocukla ilgili şeyler.




Brüksel’de yollar taştan,
Türküdeki Adana yolları gibi.

Şehrin göbeğindeki en görkemli bina,
Belediyeye verilmiş.

Bir ilan görüyoruz,
Citreön C4, patlamayan cinsinden ama
11.190 Euro.
Sudan ucuz, parası olana.

Gent şehrindeyiz,
Brüksel ile Brugge arasında, Belçika’da.
Kuledeki saat beşi yirmi iki gösteriyor,
Yolların nerdeyse tamamı taştan,
Trafik tramvay ağırlıklı,
Hayran kaldım bu şehre,
Ana caddelerde nerdeyse hiç araba yok,
Ya tramvay,
Ya bisiklet.
Bayanlar biniyor işe etekli bile olsalar, bisikletle.
Gayet rahat sürüyorlar.
Karşımda bir bina var,
1702 yılında yapılmış.
Bizimkiler Hema adlı,
Bir alışveriş mağazasına girdiler,
Ben ise, sakin sakin gelene, geçene baktım.
Şehrin içinden geçen kanal ayrı bir hava vermiş,
Tekne gezileri,
Bir harika.
Kırk dakikası, kişi başı, 2,5 Euro.

Gezimizde hepimizi en çok etkileyen,
Brugge’ye gidiyoruz,
Yolun sağı solu,
Yeşil mi yeşil,
Yeşillik olan yerde otlayan hayvanlar,
Uçsuz bucaksız çiftlikler…

Bir gece Brugge(brüj okunur)’da kalıcaz
Otelin adı, Academia,
Dört yıldız,
Son derece basit ve mütevazı,
Burada bir tane internet terminali koymuşlar,
Hem de bedava!
Diğer otellerden farkı.



Brugge/Belçika,
Gezinin en güzel şehri bence,
Kanal şehri, çok güzel sarmış,
Binaların hepiciği tarihi,
Nostaljik faytonlar, genelde bayanlar kullanıyor.
Zaten bir atı idare eden, eşini daha iyi idare eder!
Beş kişi, yarım saat, otuz Euro,
Pazarlık yok!
Belediye koymuş bu fiyatları,
Hayvanlar haftada iki kere,
En fazla sekiz saat çalışırmış!
Biz hala insan hakları derken onlar hayvan hakları diyor!
Yaklaşık otuz fayton var,
Başlarında, kovboy şapkası,
Küçük ama çok sevimli.
Hikâye bu ya
O devrin krallarından biri Brugge halkına,
Kuğu bakın diye ceza vermiş,
Onlar da o zaman bu zaman kuğu bakarlarmış!
Şimdi de kuğu şehrin sembolü.
Restoranlarda menü, ortalama 16-20 Euro,
Yollar taştan ama çok dar, bir araç zor geçer,
O yüzden tek yön uygulaması var,
El emeği göz nuru işlerinde,
En iyilerden biri olarak bizi bilirken,
Brugge görünce,
Ya bizimkiler buraya geldi,
Ya da bunlar çok şey kapmış,
İşlemeler, kanaviçeler, örmeler, perdeler
Neler neler...

Bisikleti ulaşım vasıtası olarak,
Çok yaygın kullanıyorlar.
Bir afiş var, yolda,
Diyor ki
1000 yıldan fazla süren gelenek,
Kumdan heykeller yapma festivali.
Şu tarihler arası, Brugge’de.....
Tok nal sesleri,
Bir fayton,
İki beygir gücünde,
Arkasında, bir araç en az yüz beygir gücünde,
Ama beygirleri görünmüyor.
Guido Gezelle adına büyük bir heykel yapmışlar,
Hani deriz ya
Sen heykeli dikilecek adamsın.
Kanalın kenarındaki evler,
Çiçeklerle öyle güzel bir bezenmiş ki
Cennet sanki.





Bizde trafik akmasın,
Hemen kornalar devreye girer,
Sanki korna ötünce bir şey olacak?
Tanımı soyut olan kültürün, somut bir ölümsüz örneği!
Ya da,
Olmayacak yerde anormal hız yapmak,
Avrupa bunu aşmış,
Adına ne dersek, diyelim,
Sosyal kültürleri, var bu konuda.
Havalı havalı korna çalan görmedim.
Şehir içinde, asfalta lastik yediren görmedim.
Bisiklet ve motosiklet sürerken, kask takılıyor,
Bunlar güzel şeyler,
Hiç bir komplekse girmeden alalım bunları.

Motoru icat eden Avrupalı,
Neden bisiklete biner?
Sağlık için.
Alalım bunları.
Bizler her yere asfalt döküp
Üzerine bu asfalt Büyükşehir tarafından dökülmüştür,
Hayırlı olsun derken,
Avrupalının yolları neden taştan?
Bir zamanlar bizim milli vasıtamız fayton,
Neden yok oldu?
Onlar neden faytonu kullanıyorlar?
Alalım bunları.

Sessizlik, sakinlik, huzur,
Kendinizi bambaşka hissetmek istiyorsanız,
Brugge’e gidin.
Adamları tebrik etmek lazım,
Bambaşka bir şehir yaratmışlar.

Paris’teki dükkânlarda,
O zarafeti göremedim.
Kepenkler çok soğuk ve görüntüleri pek hoş değil,
Ama Brugge’deki, dükkânlar çok sıcak,
Gel bana diyor, gel…
Bak bana diyor, bak…
Almasan da olur,
Çekici mi çekici.

Gece karanlığında ilerleyen fayton,
Işıklarını yakmış,
Nasıl olsa, nal sesimi duyarlar demiyor.
Bizde sağa çekmiş ışıksız traktör
Ya da kamyon,
Nasıl olsa görürler diyor!
Hemen ardından pek çok cana mal olan kazalar...

Her yerde bisiklet var ama
Park yerleri de var.
Emniyete alınması için gerekli tedbirler de var.




Avrupa’da güneş ender görülüyor,
Onun için
Güneş topla benim için diyorlar.
Bizler güneşin değerini bilelim, nimet!

Dışarıda oturmayı çok seviyorlar,
Kafe demek; büyük çoğunluğu dışarıya taşmış işletme demek.
Restoranlar da öyle.
Ama hava soğuk?
Nasıl olacak bu?
Bir yerde gördüm,
Dışarısını elektrikli ısıtıcılar ile ısıtıyorlar.
Buzulları eritmeye benziyor bu!
Olsa olsa psikolojik etkisi vardır, her halde.

Belki el işi bizde daha iyi ama
Brugge el işlerini çok iyi pazarlıyor,
Bu işi yapan çok mağaza gördük,
Vitrinler çok güzel dekore edilmiş,
Pazarlama ticaretin anahtarı,
Bizde de bu işi çözmüş,
Önemli devlet büyüklerimiz yok değil!

Şehrin bir haritasını caddeye koymuşlar,
Çepeçevre nehir ile çevrili,
İç kısımları ise kanal ve kanalcıklar ile
Örümcek ağı gibi örülmüş.

Sokak lambaları hem aydınlatıyor,
Hemi de o gece karanlığında,
Hoş bir nostalji yaratıyor...

Zabalan otelde kahvaltıya indik,
Hizmet var,
Personel yok!
İn cin top oynuyor ama ligleri yok!
Filhakika istediğin her şey hazır!
Gezide, biri demez mi?
Benim canım kaz ciğeri çekti, Karslı mı ne?
Sabah sabah kahvaltıda,
Nereden bulucan kaz ciğerini?
Kahvaltılarda,
Uyarı yazıları da olsa
Kibarca, çalmayın ama!
Bizim doğuştan zeki halkımız, dinler mi be!
Sinekten yağ çıkarır zihniyeti ile
Öğle ve akşam yemeklerini bir güzel ayarlıyor,
Kimsenin ruhu duymuyor…

Bizim bir yemek kültürümüz var,
Ki bu kültür çok zengin,
Çok sağlıklı,
Bu arada günlük yaşamda her şeyde tasarruf yapılmalı diyen ben;
Çok sağ ol yerine, az sağ ol,
Çok öptüm yerine, az öptüm demeye başladım.
Çorbalarımız ise bir tane,
Hele tarhana.
Ama anamın tarhana çorbası, burnumda tütmesin mi?
Bundan olsa gerek hemoroitim azmasın mı?
Kıvrandım durdum,
Yanınızda hazır da olsa çorba götürün,
Sık sık için,
Benden söylemesi.




Otel idaresi demiş ki
Dışarıya malzeme çıkarmayın,
Ama kim takar?
Onlar farkında,
Biz farkında.
Bu konuyu ne zaman açacak olsam,
Aman canım sen Rusları görmemişsin.
Adamlar, kasa kasa ülkelerine yiyecek götürüyorlar,
Bizimki de neymiş canım,
Onların yaptıkları yanında lafı bile olmaz!

Otelin avlusuna çok güzel doğal bir akvaryum yapmışlar,
Çevresini çiçeklerle süslemişler,
Bende bir incelik var, der gibi.
Avlunun ortasına da
‘Ben böyle eserin içine tükürürüm ‘ türünden bir bayan heykeli.
Kadın iki kolunu yana açmış,
Sol bacağı geride,
Çırılçıplak.
Tüm dikkati ile göğe bakmakta.

Fiyatlar 110 Eurodan, 193 Euroya kadar gidiyor,
Tabi bunlar resmi rakamlar.
Turun fiyatları çok daha avantajlı,
Otelin önüne bir masa koymuşlar,
Broşürden geçilmiyor,
Bakarken bronşit oldum!
Pazarla da nasıl pazarlarsan pazarla.
Kanalın üzerine bir tane ev yapmışlar,
Bina üzerinde Sancta Elizabeth 1776 diyor,
Ben bu eve bittim.
Deseler ki dile benden ne dilersin,
O evi isterim,
Aklım hala o evde.
Başıma bir talih kuşu konsa, o evi almak isterdim,
İnsana bu kadar huzur veren bir ev olabilir mi?
Altından kanal suları akanken,
Su sesi ile uyumak?
Kanalın hemen çevreninde ördekler,
Yeşillik, en koyuşundan.

Bir heykel görüyoruz,
İki el birbirine kenetlenmiş,
Sanattan pek anlamamak ta
İki eldeki damarlar göze çarpıyor.
O kadar güzel yapmış ki
Ben sanatçıyım diyor, heykeltıraş.
Ucube değil yani!
Bu arada,
Heykeli traş edene heykeltıraş dersem, yer misiniz?

Yüce Mevla’ın vardır bir bildiği,
İnsanlar farklı farklı,
Ama hayvanlar her yerde aynı,
Yeşilbaşlı gövel ördek,
O da aynı.
Ama yeşilbaşlı gövel ördek türküsü bize ait.
Hele Müzeyyen Senar söylerse...

Bitkiler ve ağaçlar da aynı.
İnsanoğlu ben buralıyım der,
Kediler her yerde miyav,
Köpekler hav hav.
Brugge’de de durum buydu.

Ben kuşlara özenirim,
Dünya vatandaşıdır, onlar.
Kanatları ceplerinde,
Canları istedikleri yerde.
Şu dalın tepesindeki balıkçıl kuşu,
Kim bilir kaç ülke gördün?
En çok nereyi beğendin?
Şimdi nereye gideceksin?
Keşke bana söylesen,
Şurayı mutlaka gez desen,
Hiç düşünmeden giderim.
Hele sen demişsen, seni kıramam…
Senin yorumun doğa kokar,
Senin gibi doğaldır.
Benim memleketi de görmüşsündür,
Keşke senin de elin ayağın tutsaydı,
İnternetten anılarını yayınlaya bilseydin?

İnsanın iki yakası bir araya zor gelir,
Ama köprü iki yakayı her zaman birleştirir.
Şu kanalın üştün deki tarihi köprü,
Kaç gelin geçti üstünden?
Ama bir türkünüz yok!
‘’Köprüden geçti gelin!

Kimler geldi,
Kimler geçti, diyen bir Ajda Pekkan’nınız yok.
Gerçi son zamanlarda,
Hadise sizi de idare ediyor, bizi de.
ABD’nin Irak’ı işgalinden çok önce,
Aman petrol, canım petrol demişti de, Eurovision’da,
Yine de dereceye girmemişti.

Bir dilin olsa da desen bize;
Neler gördün?
Neler geçirdin?
Ben olmasam, nasıl iki yakanız bir araya gelirdi?
Yatın kalkın bana dua edin.




Avrupa’da yamaç paraşütü yapmayın,
Ya da
Uçaktan atlamayın, derim.
Çünkü
Allah göstermesin,
Bir kaza yaşar da
Kilisenin şöyle uzayı gösteren,
Gotik tarzındaki ucu sivri mi sivri, hacın üzerindeki çubuğa,
Kazıklı Voyvoda usulü oturma riskiniz,
Maalesef bulunmaktadır,
Benden söylemesi.

Gördüğüm her tip çöp bidonunu çektim,
Çöp deyip geçmeyin,
Ki bizler;
Çöp şiş yemeden duramayız.
Çöp medeniyettir,
Tuvalet te öyle.
Bu ikisini aşmış milletler medenidir,
Ortalığı kokoreç götürüyorsa,
Geri kalmış,
Medeniyetten nasibini almamıştır.

İkinci zevkim de
Faraş koleksiyonu yaparım,
Bende farkındayım
Böyle bir koleksiyon olmaz,
Ama dostlar koleksiyon görsün!
Koleksiyon yapar mısınız?
Yaparım,
Ne yaparsınız?
Faraş!
Neden?
Kokoreci çok severim de.

Bir heykel görüyoruz Brugge’de, Maunts Sabbe(1873–1938),
Atamızla aynı yıl rahmetli olmuş,
Kendisini bilmem tanımam ama
O’nun da ruhuna bir fatiha okudum,
Farklı dinler olsa da yaradan bir.

Tam o sırada köprüden doksana yaklaşmış,
Bir nene geçiyor.
Konuşabilseydim, keşke diyorum içimden,
Canlı tarih dedikleri bu olsa gerek.
Neler gördün?
Neler geçirdin?
Kaç kişiyi sevdin?
Sevdiğinle evlenebildin mi?
Kaç evlat,
Kaç torun?
Nurdan Torun’u tanır mısın mesela!
Sağlığın yerinde Allah uzun ömürler versin, nine
Ellerinden öperim.



Bir kamyon çekilmiş kenara,
İçinde inşaat malzemeleri.
Belli ki
Bir tadilat var.
Yol tıkalı gibi
Tam o sırada siyah Mercedes arabası ile
Bayan bir taksi şoförü,
İğne deliğinden geçer gibi ilerledi, geçti gitti.
Beynin cinsiyeti olmaz,
İşi cinsiyet yapmaz,
Akıl yapar.
Akıl da ikiye ayrılır;
A kıl,
B kıl!
Yani bir kıllık var, bu akılda!


Bir pastane önündeyiz,
Camekânda çeşit çeşit pastalar, kekler…
Turşu görmüş gibi ağzımız sulandı birden,
Birinin tepesinde,4,5 Euro yazıyor.

Restaurant Tanuki diyor,
Bir bina üzerinde,
Şüphe yok ki
Uzak doğulu olmalı,
Farklı kültürler,
Birbirlerini anlamaya,
Tadını çıkarmaya çalışıyorlar,
Bu fani dünyanın.

Bir dükkân vitrininde,
Heykel sanat eserleri ama hepsi seksi.
Ve genelde bayanlar...
Ama vitrin camında tükürük izleri göremedim.
Bu da erkek milletinin ne kadar,
Estetik olduğunu gösteriyor,
Ya da bu işi yapanlardan,
Pek bayan yok!

Bir tarihi binanın üstünde,
Heykel motifleri görüyoruz,
Bizim ipek halısı gibi.
Özenle bezenle döşenmiş.
Dar alanda santimetre kareye,
Birçok heykel düşmekte.

Brugge’de,
Bir hastane görüyoruz,
Bu hastanenin özelliği ilk hastanelerden olması,
Tam bu sırada ben bir sıkıştım,
Bir sıkıştım,
Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım.
Görevli bayan ille para diyor,
Dedim ki
Ya kardeşim sen paradan önce şu kapıyı hele bir aç,
Yoksa altımıza yapıcaz,
Para sorunu çözmez ama kapı çözer.




Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım atmasına ama
Bir de ne göreyim?
Burada da tuvalet kapılarının arkasına bizdeki gibi yazılar yazılmış.
Demek ki insanoğlu,
Yazmayı bu kadar seviyor ki
Tuvalette bile kendini tutamıyor…
Ama bizim yazılar gibisi yok!
Bu konuda,
Dünyanın en iyilerinden biriyizdir, her halde.
Batsın bu dünya,
Ben doğarken ölmüşüm,
Batan güneş beni de al,
Feryada gücüm yok,
Feryatsız duy beni,
Şafak 275,
Gel tezkere gel…
Bunlar masum yazılar.
Bir de popo ve göbekten bahsedenler var.
Cep numaraları da yazmasınlar mı?
Diyelim sizin cebi yazdılar,
Altına da ‘ben götüm’
Birisi aradı ve dedi ki
Ne haber popo
Ne diyeceksiniz?
Kime şikâyet edeceksiniz,
Etseniz nasıl yakalanacak?


Kırmızı bir Skoda görüyorum,
Bizimki de Skoda ya.
Nasıl bir psikoloji ise,
Herkesin arabası kendine en iyi görünür,
Evlat gibi bir şey!

Evlerin dış cepheleri,
Çiçeklerle, yeşilliklerle,
O kadar güzel ve uyumlu hale gelmiş ki
İnşan baka baka doyamıyor…

Köprünün altında bir tekne,
Hep üstünden gelin geçecek değil ya.

Adi lazım değil,
Bir kiliseye girdik,
Yıl 1625 diyor.
Kiliselere girmemizin nedeni;
Nasıl ki
Bizde camiler,
Onlarda da kiliseler…
Mimarileri çok değişik,
Belirgin bir şekilde, dikkat çekici.

Bu kilisede,
İsa’nın çıplak bir heykeli var,
Meryem Anamızın kucağında ama bu durum çok endermiş.
İsa peygamber ve pipisi,
Sen kalk oralardan buralara gel,
Göre göre,
Bunu gör!
Brüksel’de de işeyen çocuk heykelini görmüştük!
Haydar Abi ne der bilemem ama
Bu yabancıların pipi ile başları dertte.



Kilisenin bir köşesinde,
Bir bayan köşede kendinden geçmiş…
Dua etmekte,
Dinlerimiz farklı da olsa da
Yaradan bir,
Allah kabul etsin.

Melekler kadar,
Kanatları da dikkat çekici,
Her bir kuş,
Melekleri hatırlatır bana,
Kanatlarını çırparken...

Kilisedeki resimler,
Kiliseyi ziyarete gelen,
Önemli devlet adamları ile ilgili.

Zaten bu dünyada önemsizlerin ne işi var?
Anlamadığım,
Adam zaten ünlü,
Ünlü futbolcu,
Ünlü manken,
Ünlü sunucu demeye ne gerek var?

Papaz efendi bir bebeği vaftiz ediyor,
İnanışlar farklı da olsa,
Saygı duymak lazım,
Çünkü
Yaradan bir.

Hoşgörü;
Seçme şansı elimizde olmayan konularda, anlayışla başlar.
Mesela
Kim cinsiyetini,
Anasını, babasını,
Doğduğu yeri,
Doğum tarihini,
Dilini, dinini seçebilir?
Bunların bir kısmı değişmez, bir kısmı belki değişebilir.
Farklılığa saygı duymak lazım.
Doğa bunu söylüyor, zaten.
Aynı yumurta ikizleri farklı düşünüyor,
Bir çeşit balık yok, bin bir çeşit.
Bitkiler de öyle.
Hayvanlar aynı gibi gelse de,
Sürüde nasıl yavrular, hemen annesini buluyor?

Kilisenin duvarına beş dille,
Lütfen sessizlik, yazıyor.
Türkçe göremedim,
Demek ki,
Halkımızın ne kadar sessiz olduğunu biliyorlar,
Ya da,
Ne kadar kültürlü.

Heykelde İsa’nın pipisini görünce,
Sünnetli mi dedim?
Rehberim yalancısıyım;
Sünnetli imiş!




Brugge’e gelinirde, tekneye binilmez mi?
Binelim dedik,
Kelle başı beş Euro.
Dümencimiz dört dille anons yapıyor,
Yapmadan önce mini bir anket,
Kimler hangi dili biliyor?
Türkçe dedik, demesine ama
Ne yapsın adamcağız bilmiyor!
Burası; şurasıdır,
Şurası; burasıdır.
Ama her gün aynı şeyi yapa yapa, bezmiş halinden.
Her gün bal yenmez ama geçim kavgası,
Adama kokoreç bile yedirtir, valla.

Brugge’de,
Tekneye bin, gez,
Faytona bin, gez,
Bisiklete bin, gez,
Gez Allah, gez.
Adamı sürtük yapar, burası.
Öyle bir yer ki
Huzur veriyor,
Cennet mi desem, ne desem?

Bu gibi gezilerde,
İmkân var ise
Havadan, karadan ve denizden gezmek lazım.
Çünkü
Her bir şekil ayrı bir bakış sağlıyor insana,
Üç boyutlu gezmek lazım.

Allah bin kere razı olsun,
Oralara götüren-getirenlerden,
Resimleri, videoları çekmemizi sağlayanlardan,
İnternet gibi vasıtaları bulan herkesten.
Yoksa
Ben sizlere nasıl ulaşabilirdim?
Rahmetli Atam,
Az sabahlamamış, telgraf başlarında.
Mors alfabesi ile
Di, di, da, di, da, da, da...
Şimdi ile mukayese edilmeyecek boyutlarda.
Ve her gün yeni bir şey ekleniyor,
Zaman dahi yetişmekte çok zorlanıyor, teknolojiye.
En son twitter çıktı,
Bakalım daha neler çıkacak?
Mesela bana, shitter tutar gibi geliyor…

Kanal köprüleri yapısı gereği,
Çok yakın oluyorlar, kanala.
Sanki başımız teğet geçecek gibi geçiyoruz, köprü altından.
Ekonomide teğet geçmenin ne olduğunu hala anlamayan varsa,
Geçsin bu köprülerden.
Bu gibi köprülerde köprü altı çocukları da olamaz.



İnşaattan pek fazla anlamam ama
Su bir tehdittir, binalar için.
Hatta kemirir, içten içe.
Alttan alta.
Ama Brugge’de kanalın sağı ve solunda yer alan binalar yüz yıllardır, su içinde,
Vardır bir bilimsel açıklaması, elbet!

Bir tane yeni görsem ya bina, yeni,
Göremedim,
Ama Beypazarı’nda, bırakın yeniyi,
Kooperatif evleri bile yapmışlar, maşallah!
Hem de gelişigüzel.
Tarih derslerinde,
Tarih nasıl korunur bunu da anlatmak lazım.
Hatta yasa ile de sağlanması lazım.
Eski eserlerin elbette bakımlı olması gerekir.
Geçenlerde Pamukkale’ye gittik,
Bakımsız geldi,
Sanki birileri demiş ki
Aman elleşmeyelim, sihri bozulur!
Pamukkale içine, kooperatif olur mu?
Olmaz.
Ama bizde olabilir!
Bakımlı olmalı, bakımlı tıpkı bayanlar gibi, bakımlı.

Amsterdam’da,
Arabalar kanala düşmesin diye
Demir ağlarla örmüşler,
Bizden mi öğrendiler?
Ama Brugge’de böyle bir şey yok,
Demek ki
Burada ya araç yok,
Ya da
İnsanları çok akıllı.

Kanalın hemen yanında,
Bizdeki denize sıfır gibi
Kanala sıfır bir bina yükseliyor, tarihi.
Duvarı doğal sarmaşıklarla yeşil ile örmüşler,
Sanki tropikal ormanda gibiyiz.

Brugge’de, Adanalı yok!
Benim tanıdığım Adanalı,
Ne yapar yapar yüzer o kanalda,
Ölümü göze alır,
Temizmiş, bokluymuş dinlemez,
Yüzer!

Kanal’ın yaklaşık genişliği on metre,
İki küçük sandal karşılıklı geçiş yapabilir.

Karşıya geçmek için
En iyi ve en kestirme yol;
Köprüler…
Bu yüzden köprüler çok sıkça.

Tam bu sırada bizim büyükelçilik,
O da kanalın kenarında,
İyi de bir bina ha!
Ah dedim içimden ah,
Şurada görevli olmak vardı.
Ama bende doğuştan yükseklik korkusu var,
O yüzden asla üst düzey yönetici olamadım!
Bir,
Sinir karakolunda görev yapanlar,
Bir de
Burada görev yapanlar.
Hakkâri nire?
Brugge nire?

Nasıl bir duygu ise bu, bayrağımızı görünce, yine,
Tüylerimiz diken diken oldu,
Memleketimi özlediğimi hissettim,
Hele tarhana çorbası burnumda tüttü,
Kırkağaç kavunu,
Diyarbakır karpuzu,
Karaman koyunu…

Kafa dinleme ihtiyacı mı var,
Brugge’e gidin,
Ben burada dinlenmedim diyen,
Nerde dinlenir, bilemem!


Tilkinin dönüp dolaşacağı yer,
Kürkçü dükkânıdır,
Biz de
Gezdik,
Dolaştık,
Ve Amsterdam’a tekrar geldik.
Gezi güzergâhında bulunan,
Bir kaşar peyniri yapılan yere girdik.
Burası küçük bir çiftlik,
Ali Baba’nın çiftliği gibi
Meşhur Hollanda inekleri,
Atlar,
Tepemizden kuş sürüşü gibi geçen
Dev yolcu uçakları...

Trakya’da yağcılığı öğrenmiştim,
Kars’ta ise kaşarlanmıştım,
Ankara’da ise kıvırmayı öğrendim.
Aklıma Kars’ta kaşarlandığım yıllar geldi,
Bunun esprisini yapayım dedim ama
Nasıl anlatacağız, Hollandalı güzelimize?
Hollanda’ya peynir girmesi yasak,
Gümrükte görürlerse alıyorlar.
Peynir bizden sorulur,
Yaparsak biz yaparız.

Vakti zamanında çok güzel olduğu,
Her halinden belli olan,
Cami yıkılsa da mihrap yerindedire uyan,
Sarı saçlı bayan aldı sazı eline,
Başladı göstererek anlatmaya…

Oradan geçtik,
Tahta ayakkabı nasıl yapılıra?
Hollanda’nın en meşhur gelenek ve göreneklerinden biri;
Bu tahta ayakkabılar.
Ben dedim ki
Bizde şöyle bir söz var;
Dost başa düşman ayağa bakar.
Fikriniz?
Dedi ki
Belli düşman, belli olmayan dosttan daha ehlidir.
Bu değerli zatı Mehmet Ali görse bırakmaz,
Hatta onunla yarışır.
Bayan ruhundan mükemmel anlıyor,
Zaten bize anlatmadı,
Döndü sırtını, sadece onlara konuştu.
Adam sanki bir profesyonel komedyen,
Bizim memlekette olsa,
Çoktan meşhur olmuş,
Şimdi paraya para demiyordu.
Garibim şimdi çürüyor, o çiftlikte.
Adam bize resmen komedyenlik yaptı,
Hem de en iyi şekilde.



Eskiden tahta ayakkabılar, elde yapılıyormuş.
Tabi el yapımı uzun sürüyor,
Bakmışlar olacak gibi değil,
Makinesi yapılmış, bir iki dakikada,
Bir tahta ayakkabı yapılıyor.

Hani kızınca odunun teki deriz ya
Odun deyip geçmeyin,
İyi işlenirse,
Neler yapılıyor, neler…

Tahta ayakkabılar,
Gerçeğe uygun ve hediyelik olmak üzere,
İki tipte yapılıyor,
Bir de evlenecek damadın kendine bir tane yapması,
Örf ve adetlerdenmiş.

Tanıtım yapılır da
Ticaret olmaz mı?
Yan tarafta küçük bir mağaza var,
Mağazada iki tür ürün var;
Kaşarlar ve tahta ayakkabılar…
Çeşit çeşit, seç beğen al.
Ama fiyatlar bana pahalı geldi,
Madem buraya kadar geldiler,
Gelmişken nasıl olsa alırlar,
Düşüncesi de var.

Çiftliğin tuvaletinde bir yazı,
Beni iyi kullanın ve temiz bırakın,
Gördüğümü kimseye söylemeyeceğim,
Yani kıçınızı diyor, kibarca, yazı ile tuvalet!
Anlayana sinek saz,
Anlamayana davul zurna az!

İneklerin yem yediği yere girdik,
Önlerinde saman yığınları,
Ye iç eğlen,
Sonra yan gelip yat!
Buradan savcılara suç duyurusunda bulunuyorum;
Yan gelip yatıyorlar!

Tam bu sırada bir damızlık,
Boş duranı Allah sevmez diyor,
Çıkmış ineğin tepenine,
Dünya umurunda değil.

Açık alanlarda,
Yan gelip yatan çok hayvan gördüm de
Kapalı alanda pek göremedim.
Demek ki
İnşanlar da temiz havayı gördüler mi?
Yan gelip yatıyorlar!




Tepemizde dev bir yolcu uçağı.
Kanatlar altında iki tane jet motoru.
İnsanın aklı bazen almıyor,
İki tane motor,
Dev gibi uçağa saatte 800 km hız yaptırıyor.
Trende,
Vapurda,
Arabada,
Bu kadar şeffaf görünmez motorlar.
Uçakta ise
Gelin, bakın bana,
Görün beni der gibi, montelenmiş.

Uçak uçsa da, alçaldıkça, gürültüsü artıyor,
Bazen kulakları sağır da edebiliyor.
Hâlbuki kuşlar cıvıl cıvıl ötüşürler,
Bu da
Yüce Mevla’mın büyüklüğü.

Beyaz bir at,
Demirel’in gır atına benziyor,
Çim suyu içmiyor, sosyete gibi ama
Çim yiyor,
Hem de büyük bir zevkle.

Uçak
Balinanın havada giden şekli,
Motor takviyeli.
Vicdanı retçi bir hava korsanı olmadığı için
Biz kaçırılmadan gidip geldik,
Allah’a şükür.

Yan tarafta kanal ve çek kürekleri,
Kayıkçı şeklinde çalışma yapıyorlar,
Bir de biz her gece,
Heybeli’de mehtaba çıkardık’ı bilseler?





Her ne kadar,
Uçaklar yapılırken kuşlardan esinlenilse de
Ben şimdiye kadar,
Havada uçarken kaçırılan kuş duymadım.
Olsa, olsa
Yurtiçi kuşlar minikleri bir güzel avlar,
Mideye indirir.

Kuşlarda kanatlar,
Her iki tarafta yer alır,
Uçağın motorları ise
Bazen kanat altında,
Bazen, kuyrukta,
Bazen de kanat ile kuyruk arasında bir yerde.

Şimdiye kadar küçük burunlu,
Uçak görmedim,
Ne hikmetse hepsi,
Büyük burunlu.
Havalı havalı uçtuklarından olsa mı gerek?

Havaalanına yaklaşmadan da
İniş takımlarını açmıyorlar,
Ama bazı insanlar,
Güzeli görünce,
Hemen yelkenleri suya indiriyorlar.

Uçakta en hassas yerlerden biri de
Bagaj kapıları.
Bir zamanlar THY’nin DC–9 uçakları vardı,
Sık düşerdi,
Ve ariza nedeni;
Bagaj kapılarının açılması olarak belirlenmişti,
Ve bu konu Gırgır dergisinde şöyle yer almıştı;
Süper mini etek giymiş bir bayana,
Delikanlı diyor ki
Abla, senin de bagaj kapıların açılmış DC–9 uçakları gibi
Sen de düşmeyesin?


Bizler büyük bir heyecanla izlerken,
Ya da uçarken,
Pilotlar da kim bilir ne kadar sakindirler, kokpitte?
Bu kaçıncı seferleri?
Bu kaçıncı iniş ve kalkışları?
Bu arada pilot eşleri çok şanslı,
Adamlar nasıl uçurulacağını çok iyi biliyorlar!
Uçuramazsa, eşi şöyle demez mi?
Ne yapayım ben o kadar kişiyi uçurmanı?
Asıl sen ben uçur!



Havada iki kuşun çarpıştığını görmedim, duymadım.
Bu da Allah’ın hikmeti.
Ama arada bir iki uçak koçlar gibi toslaşır,
O kadar cihaza rağmen!

Kanalda dört kişilik,
Kürek ekibi asılmış küreklere,
Antreman yapıyor,
Acaba boşa mı kürek çekiyorlar?

Adana da yasak olan kanalda,
Suya giren çok ama kürek çeken görmedim,
Ne de olsa halkımız,
Boşa kürek çekmeyi pek sevmez ama
TV’deki narkoz programlarını hiç kaçırmaz!

Yel değirmeni pervanesindeki bıçakların her biri,
Berber usturasını andırıyor,
Altına girsen bir güzel sinekkaydı traş eder gibi.

Uçağı gören kuşlar,
Ne düşünür acaba?
Allah’ım bu nasıl bir kuş?
Bir bakıma bize benziyor ama sanki kuşun bir dinozoru gibiler.
Marştaki gibi yer gök inliyor,
Amma da büyük burunlular!
Kanatlarını neden hiç kapatmazlar?
Görmemişin kanadı olmuş açıp durmuş!
O nasıl bir kuyruk öyle?
Sap gibi duruyor, Hiç kıpırdamıyor!
Bizim bildiğimiz kuşlar tüylü olur,
Bunlarda bir tane bile yok!
Kuş dediğin dala konar, dama konar, yere konar,
Bunlar konsa konsa sadece havaalanlarına.

Bizim karda bile
Gak der,
Bunlar ise kulakları sağır ediyor,
Ama nerdeyse hepsinde benzer gök gürültüsü,
Bizde ise bülbül bir başka öter,
Kanarya bir başka,
Tavuk bir başka,
Horoz ise bambaşka
Hele Denizli!





Lale devrini yaşayan bizler,
Çiçekten biraz soğuduk mu ne?
Avrupa’da her yer çiçek.
Hatta bazı yerlerde oldukça abartılı.
Abartılı da olsa, çiçek medeniyettir.
Bambaşka gösteriyor, çevreyi.
İnsanın içi açılıyor, deyince dâhiliyeciler gelir, aklıma, nedense.
Hiç dayanamaz, hemen kesmeye başlarlar her halde.
Bir demeti beş Euro.
İki saksı çiçek dokuz Euro gibi etiketler,
Yaklaşık bir bilgi veriyor,
Olsun bizim de ne çiçeklerimiz var,
Bakan bile olan.

Faytonlu bir şehir türü ne kadar romantiktir,
Heyecan verici, sizin için,
Ama bu işi yapan o bayan için sıradan.
Demek ki bir işi her an yapmamak lazım,
Ne kadar güzel olursa olsun,
Araya bir fasıla girmeli.

Faytona binicez ama çok az zamanımız kaldı,
Sıra da var.
Zaten bu gibi yerlerde hep sıra olur,
Hiç masa görmedim!
Sıradakilere dedim ki
Valla bizim durum bu,
Yoksa grubu kaçıracağız,
Birisi demesin mi?
Siz dua edin, keçileri kaçırmıyorsunuz?
Sağ olsunlar, anlayış gösterdiler,
Sağ olsun diye diye herkes sağ!
Valla kimse ölmüyor, şu sıralar!

Bir aile, ABD’li,
Hani şu dünyanın hiçbir yerinde,
Hiçbir olaya burnunu sokmayan ABD var ya
Diğeri İngiltere’den.
ABD ile birlikte hareket etmeyen,
Her konuda ayrı düşen İngiltere!

Bindik faytona,
Bizim memlekete gelmiş, faytoncu,
İşi bu, ama faytoncular genelde bayan,
Birkaçı ise baymayan, yani erkek!
Dedi ki
Okumadım, bu işi yapıyorum,
Yaklaşık on üç yıldır, bir kız arkadaşımla beraberim,
Dedim ki
Şanslısın,
Atı idare eden eşini daha iyi idare eder,
Şöyle bir düşündü, haklısın, dedi.
Ben hiç böyle düşünmemiştim,
Dedim ki
Atı kullanan bayan sürücüler için ne düşünüyorsun?
Dedi ki:
Atta bir sıkıntı yok ise, iyiler,
Ama at huysuzlanınca, hemen telaşa kapılıyorlar,
Açıkçası gıcığım, onlara, dedi.
Atlar faytonu çekiyor ama
Meslektaşlar birbirini çekemiyor!



İki dizi onar tane taş var, yan yana, tarihi ama
Önünü bir güzel bakıma almışlar,
Emniyetini sağlamışlar, ilk önce.
Aklıma Kars’taki Rus evleri geldi,
Gözümüzün içine baka baka evleri yok ettiler,
Taşıdıkları ile gecekondu yaptılar.
Dedim ki
Bu ilin yetkilileri ya hiç tarih okumadılar,
Ya da
Sadece ben okudum!
Elalem on adet taşı nasıl korurum, diye tedbir alıyor,
Bizler de, yok olan bir tarihi
Pişmiş kelle gibi izliyoruz…
Bu arada tartıştığımız konu;
Ucube!

Evler yapmışlar,
Tek katlı, geniş ve ferah, dışı bahçeli,
Oturmaya kıyamazsın.
Bir ev, bir mahalle ancak bu kadar güzel olur,
İnsan ruhuna bu kadar hitap edebilir.

Ben, kavşak ve yavşaklardan korkarım,
Ama Avrupa’da kavşaklar tehlikesiz,
Çünkü
Kurallara uyuyorlar,
Kırmızı yandı mI,duruyorlar.

Bir ilan,
Canlı seks gösterileri,
Son derece normal, her şey açık,
Gizli kapaklı yok!


Avrupa’da çok fazla inşaat görmedim,
Bunun iki nedeni olabilir;
Ya
Altyapıyı büyük ölçüde tamamlamışlar,
Ya da
Sadece ihtiyaç duyulan işleri yapıyorlar.
Bizde hem ihtiyaç,
Hem de yapboz çok.
Daha yeni yapılan yol hemen sökülüyor,
Bir daha yapılıyor,
Neden?
Halka hizmet.
Halkımız ne kadar övünse azdır,
Ne hünerli yöneticilerimiz var,
Halka hizmete doymuyorlar,
Ellerinden gelse,
Memleketin her taşına, bina yapacak,
Köstebek gibi oyacaklar.



Park yeri,
Her yerde sorun,
Kanalın yan tarafını büyük bir, kapalı garaj yapmışlar,
Hatta gemileri de oraya park etmişler,
O kadar araç arasında,
İki tane büyük gemi.

Bir aile,
Anne, baba ve çocuklar bisiklet arkasında,
Ama bisiklet yolunda,
Hayatın tadını çıkarıyorlar.

Antwerpen(Belçika)’deyiz,
Kesik el manasında,
Zalim bir diktatör varmış,
Kahramanımız elini kesmiş,
Ve kanala atmış,
Adı oradan geliyormuş,
Çok büyük bir liman şehri.

Şehrin göbeğinde,
İhtişamlı bir bina,
1546 yılı yazıyor, üzerinde.
Belediye binası,
Bizim belediye başkanları duymasın bunu!
Avrupa’da en iyi, tarihi binalar genelde belediye sarayı,
Bizde de olabilir ama bu işin suyu da çıkabilir.

Şehrin adı geldiği rivayet edilen heykel,
Tam karşımızda,
Kahramanımız eli kesmiş,
Kanala doğru fırlatıyor.

İki katlı,
Büyük bir fayton,
Dolmuş usulü şehir turu yapıyor, ama vaktimiz yok.

Yine ihtişamlı bir heykel,
Üzerinde ivstitia yazıyor,
Bir elinde kılıç,
Bir elinde terazi,
Adalet dağıtıyor…

İsviçreliler kola saat yapar,
Belçikalılar ise, nerde yüksek bir yer var, oraya saat yapmışlar.
Bu durumda kim alır da takar, koluna saati?




Antwerpen/Belçika,
Yine bir kilise önündeyiz,
Önünde bir çocuk,
Akerdiyon çalıyor, para kazanmak için
Benim de aklıma o an
Şarkıcı Cuguli geldi, hani şu şarkıcı karısı Binnaz diyen,
Ne alaka diyeceksiniz?
O müzikte de, akerdiyon var ya.

Hilton otelini görüyoruz,
Şehrin en tarihi binalarından birine yerleşmiş,
Fena fikir değil, aslında,
Bu gibi tesisler, ciddi firmalara,
Sadece işletme hakkı ile verilebilir,
Tabi peşkeş çekmeden.

Yine büyük bir heykel var,
Petro Paulo Rubens yazıyor, üzerinde.
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Mutlaka önemli bir şeyler yapmıştır ki
Oraya dikmişler,
Yoksa niye koysunlar şehrin göbeğine?
Zaten bu tür heykeller olursa, göbekte oluyor,
Ne varsa bu göbekte?
Benim bildiğim marulun göbeği,
Dansözün göbeği,
Ama vardır,bir bildikleri.

Çevresinde, gençler, hippiler ama
Hippi olmak elbette ayıp değil,
Başı bağlı olmak, ya da olmamak,
Bakın topraklara;
Kimileri bağlı,
Kimileri bağsız.
Bu gibi kutsal heykel,
Kala kala bunlara mı kalmış demeden edemiyor, insan.

İki tane genç,
Ellerinde dondurma külahı,
Ah, canım o an,
Kahramanmaraş dondurması çekmez mi?
Kaymaklı, kaymaklı.
Bu gençler de nerden bilsin?
Güzel memleketimde,
Yaşamanın faydalarını…

Tam bu sırada iki katli fayton geçiyor,
Hiç te fena fikir değil,
Bir seferde yaklaşık yirmi yolcu alıyor,
Hem de üst kat, açık.

Antwerpen’den Gent’e
Doğru ilerliyoruz.
Yolda bir kaza olmuş,
Yaklaşık üç bin km. bir yolculukta,
Bu ilk gördüğümüz kaza,
Bir TIR yan gelip yatmış
O an aklıma askerlik geliyor, nedense.

Kaza yerinde,
Bir itfaiye,
Bir ambülâns,
Polis otoları,
Kurtarma ekipleri,
Ne ararsan fazlası ile var.
Yol başka kazalar olmasın diye
Çok güzel emniyete alınmış.

Yolun kenarında,
Mısır tarlaları.
Aklıma birden mısır ithalat etmek geliyor, nedense.

Suyolunu çok iyi kullanıyorlar,
Yükü buradan taşıyorlar,
Hem daha ucuz,
Hem de daha emniyetli.

IKEA satış merkezini görüyoruz,
Dünyaca meşhur, mobilya satıcısı.
Alıyor, arabana koyup
Evinde kendin kuruyorsun.

Koyunlar var,
Otlayan,
Sessiz ve sakince,
Halkımız gelir aklıma,
Kurbanda ne keserlerdi, bir güzelce.
Başlarında bir çoban,
Sanki
Egemenlik kayıtsız şartsız sürünündür, der gibi.

Önümüze bir polis aracı geçti,
Sağa çekin kontrol edicem diyor,
Diyor ama emniyetli bir yerde durdurdu.
Şoförü didik didik etti,
Netice,
Denetleme son derece başarılı.

Buradaki trenler genelde sarı renkli,
Onların sarı treni var ama
Bizim de kara tren gelir adlı türkümüz var ki
Yavuz Bingöl’den dinleyince insan mest oluyor.


Tabi ulaşım suya dayanınca,
Ne yapsın millet,
Motorunu aracını park eder gibi
Kanala park ediyor.

Kanal evleri ihtiyaçtan çıkmış,
Yer bulunamıyor.
Ama ben pek sevmedim.
Görüntüleri pek hoşuma gitmedi.

Şortunu ayağına çekmiş bir bayan,
Koşuyor, canı öyle istemiş,
Caddede, köprüden geçiyor,
Kimse de yan gözle bakmıyor,
Bizde olsa, hiç bakmayız!

Tekne turu,
55 Euro diyor,
Teknenin tamamı olsa gerek.

Amsterdam’dayız,
Rehberimiz, kırmızı sokağa götürdü,
Kırmızıda ne yapılır?
Durulur,
Biz de durduk, kırmızıda!

Burası, yasal seks pazarı.
Bizler sokağın kenarından teğet geçtik!
O esnada camdan bakan,
Bikinili bir bayan gördüm,
Keşke bir imkânımız olsa idi,
Onu oradan kurtarabilse idik,
Kim ister ki
Orada öyle bir şekilde çalışmak?

Seks müzesi binasının yanından geçiyoruz.
Seksin müzesi mi olur?
Olurmuş!
Buluşma yerimiz Victoria Hotel.

Amsterdam’da raylı sistem,
Çok sık kullanılıyor,
Metroya göre de
Raylı sistem çok daha ekonomik,
Baştan tedbir alınsa,
Metro yapmaya gerek kalır mıydı?
Tedbiri baştan alamayan ne yapar?
Metro!

Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur,
Amsterdam’da da aynısı.
İnsanlar alışkın,
Yağmurluk ve şemsiyeleri yanında.




Heineken birasının birkaç yerde tadına baktık,
Gerçekten güzel bir tadı var.
Ve oldukça yaygın,
Piyasayı ellerinde.

Temizlik aracı,
Işıklarını yakmış,
Caddeleri temizliyor...
Dili olsa, diyecek ki
Bu insanoğlu,
Ne pis yarabbi!
Beni siz yarattınız ama
Temizle temizle canim çıktı, vallahi.
Bilseydim bu kadar pis olacağınızı,
Beni yaratmayın derim, derdi.
Şimdi sabırla emekli olmayı bekliyorum.

Bu otelde kaldık,
Schiphol/Amsterdam, Airport Hotel.
Aslında bu oteller pahalı,
Fakat turla olunca daha ekonomik.

Kahvaltıya indik,
Sabahın yedisinde.
Zenci ama tatlı mı tatlı,
Şeker gibi bir kız vardı.
İşte sosyetenin dejenere ettiği,
Çok iyi elektrik aldım dedikleri bu olsa gerek.

Kahvaltıda kuş sütü eksik,
Hizmetlilerden kuş sütü isterseniz ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Nerden bilsinler ki
Bizim memleketin atasözlerini?

Otelin girişindeki görevli ile
Epey sohbet ettim,
Kendisi Ganalı bir erkek,
Ama sempatik mi sempatik.
Sempatik olmak için zenci mi olmak lazım?

Airport Hotel adı üzerinde havaalanı yakınında,
Böyle olunca,
Tepemizden, uçağın biri inip biri kalkıyor…
Pencereden bir bakıyorsun,
Bir uçak,
El sallayınca pilot görüyor.



Hollanda aslında,
Bataklığın yarattığı bir mucize.
İnşanlar nasıl batmayız demişler?
Bunu düşünürlerken, köşeyi dönmüşler.
Tabi işin içinde, Allah’ın verdiği akıl var.

Amsterdam’da,
En güzel şeylerden birisi;
Bisiklet yollar...
Atla bisiklete,
Hiç inmeden istediğin yere.
Bisiklet için
Özel park yerleri var,
Yolları açık kırmızı işaretlenmiş.

Bizim meşhur marşımız var ya
Demir ağlarla ördük yurdumuzu,
Avrupalı bu olayı,
Hızlı trene taşımız,
Ulaşım var ise, o yer gelişiyor.

Bisiklet park yeri gördük ama
Dört katlısını görmemiştik,
Onu da Amsterdam’da gördük,
Şimdi bizim memlekette,
Bir belediye başkanı böyle bir şey yapsa,
Adamı topa tutarlar.

Avrupa’da raylı sistemler gelişmiş ama
Bizde de fena değil,
Ray aynı zamanda,
Resmi askeri yayın demek!

Vinç elbette,
Çok faydalı bir cihaz,
Ama ben ne zaman bir vinç görsem,
Tepesinde sallanan bir adama gelir, aklıma.
Bu da, başka bir çeşit kullanım şekli.


Yolun kenarındaki tarlada,
Belli ki soğan ekilmemiş,
Çünkü
Türküsü de yok!

Küçük bir kanalda,
Son derece modern bir yat geçiyor,
Burada ne işin var diyicez ama
Bize ne?





Hollanda demek yel değirmeni ülkesi demek,
Ama bunun bir sebebi olmalı.
Su taşkınlarını önlemek,
Ve fazla gelen suları diğer tarafa aktarmak,
Bu esnada da iş yapmak,
Bu mısır olur,
Buğday,
Elektrik olur.
Yani bir taşla üç kuş vurmak,
Üstüne turizm.
Onlardan alınan giriş paraları,
Kuş sayısı gittikçe artıyor.
Ülke sathına yayılmış yel değirmenleri,
Su taşkınlarına göre yerleştirilmiş.


Bizde yapılan işlerde,
Emniyet konusu biraz Allah’a kalmıştır.
Yol yapılır,
Yan muhafazaları ya yapılmaz,
Ya da bir kazadan hemen sonra.
Avrupalı bu konuda işi şansa bırakmıyor...

Bazı köprüler,
Açılır, kapanır, cinsten.
Su ulaşımı için yüzde yüz gerekli.
Ama bunun bir saati var.
Gölü belirtilen saatlerde, gemiler geçiyor
Açılır köprülerden.

Hollanda o kadar yeşil ki
Yeşil suyun üstünü örtüyor,
Su, yeşilimsi bir renk alıyor,
Su renginde su yok,
Su da yeşilimsi.

Suyu toprak ile doldurmuşlar,
Üstüne yol yapmışlar,
Ama bu yolu her an su basabilir,
Çünkü
Deniz seviyesi altında.

Hollanda’da,
Bu işin suyu çıkmış,
Çıkmış çıkmasına ama
O suyu o kadar akıllıca kullanmışlar ki
Sudan sebeplerle ilerlememişler!

Avrupa’da insanlar,
Doğaya koşuyorlar, doğaya.
Atlıyorlar, bisikletlerine,
Yanlarına piknik çantaları,
Basıyorlar,pedallara...


Su olan yerde
Kuraklık olur mu?
Hele sarılık hiç olmaz!
Varsa yoksa yeşillik...

Ufka bir gemi düşmüş,
Yaklaştıkça,büyüyor...

Evler sanki bataklığın içine yapılmış,
Yapılmış, yapılmasına ama
Kazıklar üzerindeler.
Yoksa geminin su alması gibi çürür,
Binaların temelleri.

Kaşlarını çatmış bir adam görseniz,
Amma da asık suratlı bir adam dersiniz.
Tüfek çatışı yıkılsa, namus gibidir.
Evin çatışı uçsa,
Hemen bir telaş başlar...
Bina çatısı, evin namusu gibi durmalı, dimdik hayatta,
Her türlü hava şartlarında.

Marken’deyiz,
Amsterdam’a yakın bir yer,
Yel değirmenleri ile meşhur.
Marken Volendam arası bot ile diyor tabela.
Her otuz dakikada bir.

Nerde olursan ol,
Suyun başında ol diyen balıkçıl kuşu,
Dünya umurunda değil,
Kaşınıp dururken,
Bir nevi,
Keyif çatmakta.

Rehberimize demiştim ki
Sizde bir telsiz,
Bizde de birer kulaklık olmalı.
Aklin yolu bir,
Bunu bir turist kafilesinde gördüm.
Çünkü kopmalar oluyor,
Anlaşılmıyor,
Burada bir kişi konuşur,
Diğerleri kuzu kuzu dinler.

İster tarihi,
İster doğa,
İsterse kültür olsun,
İnsanlar geliyor,
Dünyanın her yerinden,
Geziyor, görüyor,
Bir de iyi pazarlarsan,
O ülkenin güvenli olması,
Ekonomik,
İnsanların sıcakkanlı olmaları,
Daha çok turist demek.


Bir armut ağacı karşımızda,
Armutlar üzerinde,
Bakıyorum yakından,
İyi armutlar.
Ne de olsa,
Biraz ayılığımız var.

Marken,
Amsterdam’ın hemen kuzeyinde,
Minik,
Ama bir o kadar da sevimli deniz kasabası.
Evler bir harika,
Cennetten küçük bir manzara.

Elma ağacı var,
Elmalar da olgun, yenmeye hazır.
Bedia Akartürk’ten,
Elmaların yongası aslanım aman türküsü muhtemelen yoktur.
Hele sonunda vay... vay....
Hiç bulunmaz.
İri siyah erikler,
Yiyin beni der gibi
Bizim de erikli suyumuz var ha!




Evler bahçeli,
Salıncak çocukların rüyası,
Çamaşır asma yeri,
İdam kalksa da
Hanımlar dinlemez, asar arkadaş.
Bahçe çitleri, evler,
Sanki bu yer bir tek marangozdan çıkmış gibi.
Her şey birbirine benzer,
Askeri bir kışla gibi.

Bayanlar, yöresel kıyafetlerle dolaşıyorlar,
Çokta yakışıyor,
Bizim folklor kıyafetleri gibi.
Elinde ekmek paketleri fırından çıkıyor,
Başında takkesi.

Evlerin bahçelerinde,
Doğal tarım yapanlar,
Çiçek ve sera yetiştirenler…

Minik bir kurbağa heykeli,
Oturmuş, önünde çakıl taşları,
Bir kurna içinde.

Heineken birası yine karşımızda,
Günahı boynuna tadı güzel,
İçildiği ilk an seviliyor,
Rahat içiliyor.

Plastik bir traktör,
Oyuncak şeklinde.

Hediyelik eşya satan dükkânlar,
Turistik yer olur da
Kambersiz düğün olur mu?

Marken’de kanallar,
Sanki her bir evi çepeçevre çevrelemiş,
Her bir ev adacık olmuş,
Kanal bir daha temiz.

Çilek ve böğürtlenleri bir harika.
Ama bizdeki gibi yolda satan yok.
Yüklemiş arabasına, getirmiş,
Marken şehir merkezine.

Marken önü deniz,
Arkası kanallar,
Sudan geçilmiyor…


Bir aile,
Belli ki
Yatta yaşıyorlar,
Anne, baba ve çocukları,
Gel keyfim gel.

Küçük limanında,
Sayıları oldukça fazla yatlar var,
Yatlar yan gelip yatmadıkları gibi
Sefere çıkmak üzere.
Hazırlık halindeler…

Bu şehrin özelliği,
Kanalın yeri ayrı,
Denizin yeri ayrı,
Bunu hissettiriyor, insanlara.
Önün deniz, arkan kanal,
Deniz Akkaya gibi

Guldner marka bir traktör,
Ve römorku takılı,
Kim bilir kaç yıllık?
Çekilmiş, kenara,
Müzelik görevinde,
Gelen geçen, bakmadan geçmiyor.

Bu kadar sulak bir yerde,
Bahçeye konulan şişme havuz çok ilginç geliyor, insana.
Demek ki,
Buna da ihtiyaç var, buralarda.

Otobüs durağında bir afiş,
Türkiye,19 Euro,
Sudan ucuz.
Memlekette ucuz tatil yapmak istiyorsanız,
Amsterdam’dan Türkiye’ye gelin!

Karavanlar çok yaygın,
Halkımız, karavanaya alışkındır, askerde,
Ama karavana atmaz!
Karavanların arkasında, ikişer adet bisiklet.

Bir grup görüyoruz,
Oldukça kalabalık,
Bisikletli hepsi,
Pedallara basıyorlar,
Özgürlüğe doğru…




Garaj kapıları görüyorum,
Her şey ihtiyaçtan doğar.
Eskiden garaj mı vardı,
Kapısı olsun?
Zamanla garaj ihtiyaç oldu,
O olunca kapısı,
Bu sefer, otomatik açılsın
Araçtan inilip çıkılmasın,
Aracı tehlikelerden,
İklim şartlarından,
Çıktı bu ihtiyaç.
Kısaca buna kapanma ihtiyacı da diyebiliriz.

Rehberimizin öyle bir tatlı dili var ki
Ninni gibi geliyor, sesi.
Allah sanki bu iş için yaratmış.
Bilgi, tecrübe, psikoloji, sosyoloji,
Ne ararsanız hepsi var..
Bu arada,
Rehberler arkasından yüzde yüz insanları sürükleyen liderdir.
Bu özellik,
Siyasilerde bile yoktur!
O nereye giderse,
Müşteriler oraya gider!
Sıkıysa gitme!

Yat mı?
Jet ski mi?
Bence yat.
Kendimi bildim bileli,
Bu jet ski hep sıkıntı yaratmıştır,
Jetinden midir, sikisinden midir?
Buna binen iflah olmuyor
Başı bir şekilde belaya giriyor,
Bir aralar, devletin sikisi de kayıptı!

Yatta ne yapar siniz?
Yapsanız yapsanız, yan gelip yatarsınız.
Birileri kızsa da
Adı üzerinde yat dersiniz,
Yatmayıp ne yapacaktık?

Otlayan gır atları görünce,
Demirel geldi aklıma,
Onlar yüz metre,
Ben maraton koşuyorum…

Her bir yel değirmeni,
Sanki uçacakmış gibi
Pervaneli uçağın önden görünüşü,
Her pervane takan uçsa idi
En çok Bülent Ersoy uçardı, her halde.
Elinden serinleticiyi hiç bırakmıyor da.




Bize göre
Sadece bu dünya var,
Başka gezegenlerde de bizim gibi
Yaşam olamaz mı?
Diyeceksiniz ki
Ya kardeşim olsa ne olur,
Olmasa ne?
Bana ne?
İnsan önce yaşadığı mahalleyi, köyü bilir,
Sonra yan mahalle,
Komşu şehir derken doğduğu ülkeyi gezmeye başlar,
Gezdikçe tanır,
Bilgisi görgüsü artar,
Daha sonra ülkeleri gezmeye başlar,
Olaylara bakışı değişir,
Değişik kültürleri tanır,
Doğal güzelliklere hayran kalır,
Orada tanıdıklarını,
Kendi ülkesine davet eder,
Etkileşim başlar,
Yani insanın yaşadığı yerin dışına çıkması faydalıdır,
Başka gezegenlerde yaşam varsa önce onu araştırmak lazım,
Bulunabilirse de oralara gitmek lazım,
Bana ne dememeli,
Belki
Öyle bir yaşam vardır ki
Orada,
Dünya bir başka şekilde olabilir,
Onların sayesinde…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder